Gündem

'Gezi'nin seyirci kitlesinin eylemlere bakışı değişiyor'

Murat Belge: İnsanlar başarılı olmuş bir şeyi tekrarlamak, taklit etmek illetinden kendilerini kolay kolay kurtaramazlar. Bu, şüphesiz, anlaşılır bir şeydir; ama yanlış bir şeydir

01 Haziran 2014 18:05

Gezi Parkı olaylarının birinci yıldönümünde polislerle göstericiler arasında yaşanan çatışmaları değerlendiren Taraf gazetesi yazarı Prof. Murat Belge, “Siyasî mücadele, ister istemez, bir tiyatroyu andırır. Çünkü hemen hemen her zaman, mücadeleye doğrudan katılmadan durumu seyredenler vardır --yani bir ‘seyirci kitlesi’ vardır. ‘Mücadele’nin içinde olanlar bu kitleden haberdar olmalıdır. Kitlenin eğilimlerini, davranış kalıplarını bilmelidir” dedi.

Murat Belge, “Bir yıl önce Gezi olayları başladığında kastettiğim bu kitlenin eylemcilere bakışı olumluydu. Eylem yapanları Taksim’e toplayan endişeleri zaten çoğu paylaşıyordu. Ayrıca, bazı küçük gruplar dışında, eylem yapanların davranışında bir sevimsizlik, iticilik yoktu” görüşünü dile getirdi.

Belge, “Ama bu itiş kakış, görünür bir sonucu, hattâ hedefi olmayan çatışma, bütün bu gaz, “olağanüstü hal” durumu sürgit devam ettiğinde, kitlelerin bakışı da değişmek durumundadır. Türkiye toplumu zaten muhafazakâr, otoritenin yanında tavır almaya alışmış... Zaten şu ya da bu nedenle Başbakan’a bağlanmış büyük bir kitle var; bu birbirini tekrarlayan eylemlerin devamlılığı o kesimin gözünde Başbakan’ın zevkle uyguladığı şiddeti meşrulaştırmaya yarar” dedi.

Murat Belge’nin Taraf gazetesinin bugünkü (1 Haziran 2014) nüshasında yayımlanan, “Gezi’nin yıldönümünde” başlıklı yazısı şöyle:

 

'Gezi’nin yıldönümünde'

 

Gezi’nin yıldönümü geldi; medya, polisin yaptığı yığınağın haberini veriyor. Bu konuyu konuşan herkes endişeli: “Ne olacak” diye soruyorlar. Gene ölümlere varan bir şiddet olmasından korkanlar var.

Ayın başında da 1 Mayıs vardı. Benzer bir gerilim. Bu gibi durumlarda zorlamanın, “İlle şurada, ille burada olacağız” diye ısrar etmenin yararsız ve hattâ sakıncalı olduğu kanısındayım. 1 Mayıs dolayısıyla da biraz sözünü etmiştim.

Gezi’den bu yana bir “örüntü” oluştu. Hedef hep Taksim olmak üzere bir hareket başlıyor (sürekli azalan bir katılımla). “Eylem” denildiği zaman yalnız bunu yapmayı bilenlerden oluşan bazı gruplar var. Onlar bir molotof sallıyorlar. Polis de zaten bunu bekliyor. Kısa süreli bir arbede, gaz, toma, her şey yerinde. Talim yapar, prova yapar gibi, herkes bellediği “zorunlu hareketler”i yerine getiriyor. Asayiş berkemal!

Hükümet tarafında bunları Başbakan belirliyor. Gerilim dozunun yüksek tutulması zaten onun genel politikasının asli parçası. “Politika”dan öte, kavgadan beslendiği anlaşılan bir kişilik özelliği de var. Onun için Başbakan sonsuza kadar, hiç bıkmadan ve hiç gocunmadan bu tavrını devam ettirir.

Siyasî mücadele, ister istemez, bir tiyatroyu andırır. Çünkü hemen hemen her zaman, mücadeleye doğrudan katılmadan durumu seyredenler vardır --yani bir “seyirci kitlesi” vardır. “Mücadele”nin içinde olanlar bu kitleden haberdar olmalıdır. Kitlenin eğilimlerini, davranış kalıplarını bilmelidir.

Bir yıl önce Gezi olayları başladığında kastettiğim bu kitlenin eylemcilere bakışı olumluydu. Eylem yapanları Taksim’e toplayan endişeleri zaten çoğu paylaşıyordu. Ayrıca, bazı küçük gruplar dışında, eylem yapanların davranışında bir sevimsizlik, iticilik yoktu.

Ama bu itiş kakış, görünür bir sonucu, hattâ hedefi olmayan çatışma, bütün bu gaz, “olağanüstü hal” durumu sürgit devam ettiğinde, kitlelerin bakışı da değişmek durumundadır. Türkiye toplumu zaten muhafazakâr, otoritenin yanında tavır almaya alışmış... Zaten şu ya da bu nedenle Başbakan’a bağlanmış büyük bir kitle var; bu birbirini tekrarlayan eylemlerin devamlılığı o kesimin gözünde Başbakan’ın zevkle uyguladığı şiddeti meşrulaştırmaya yarar.

Sanırım çoğumuz hemfikiriz, Gezi eyleminin Türkiye için yeni ve çok önemli bir olay olduğu, yeni bir dönem başlattığı konusunda. Böyleydi, çünkü yeniydi. Hep söylediğimiz gibi, “spontane”ydi. Doğal bir birikimin sonucu olarak kendiliğinden fışkırmış bir protestoydu ve başladıktan sonra da bu karakterini korudu; birilerinin önceden çizdiği bir plana göre biçimlenmedi.

Türkiye’nin siyasî tarihinde, örneğin, “Aydınlık için bir dakika karanlık” gibi gene çok başarılı bir eylem vardır. Bu da spontane bir biçimde başladı, spontane katkılarla zenginleşti, yayıldı. O da yeniydi.

İnsanlar başarılı olmuş bir şeyi tekrarlamak, taklit etmek illetinden kendilerini kolay kolay kurtaramazlar. Bu, şüphesiz, anlaşılır bir şeydir; ama yanlış bir şeydir. Kaç yüzyıl önce Herakleitos vermiş cevabını: aynı nehre iki kere giremezsiniz.

Gezi ile birlikte bu toplumun siyasî hayatına giren en önemli şey, mizahtır. Bundan böyle yapılacaklarda, mizah olmalı, mizaha yer olmalı. Gezi sırasında da tomalarla tanışma anında “Sık bakalım” şarkısı icat olunmuştu. O şarkı, tomanın kendisinden daha etkiliydi.

Ve yeni olmak; bu, çok önemli.

“Vur kır” ortamını çıkış yolu olarak görenler var. Bu, hiçbir zaman çıkış filan olamaz. Onu da ayıca yazmak gerekiyor.