20 Temmuz 2013 15:32
Gezi Parkı eylemleri süresince bir çok gazeteci yazdıkları köşe yazıları ya da attıkları tweetler sebebiyle işten çıkarıldı; kimileri de tek çıkar yolu istifada buldu.
Taraf gazetesinden Tuğba Tekerek, Gezi Parkı eylemleri sırasında işten çıkarılan ya da istifa eden 6 gazeteci ile konuştu.
İşte Tekerek'in görüştüğü 6 gazeteci:
Murat Toklucu Eski NTV program müdürü
3 HAZİRAN pazartesi günü NTV binasında gördüğüm manzarayı hayatım boyunca unutmayacağım: Yüzleri üzüntüden simsiyah olmuş, başı önde yüzlerce insan... Herkes bir yakınını kaybetmiş gibiydi. Bazı arkadaşlarla daha cumartesi günü istifadan başka yol kalmadığını konuşmaya başlamıştık. Yönetici olduğum için ilk günden ceketimi alıp gitme şansım olmadı. Ama istifa edeceğimi üst yönetime bildirmiştim, birkaç gün üzerimdeki işleri devretmekle uğraştıktan sonra da ayrıldım.
Bence mesleğimiz açısından bu sürecin en önemli kazanımı insanların ilk kez haber alma hakkına sahip çıkması oldu. Biraz geç oldu gerçi ama olsun. İlk gün NTV’nin önüne protestoya gelenlerden birinin elinde “Banu Güven nerede, Ruşen Çakır nerede?” yazılı bir döviz gördüm. İçimden, bu arkadaşın yanına gidip “Banu üç, Ruşen Abi iki yıl önce gitti. Bu kadar zamandır sen nerdeydin?” demek geldi. Hakikaten bu insanlar bu tepkiyi zamanında gösterseydi şimdi çok başka şeyler konuşuyor olurduk. Ama geç de olsa artık geniş kitlelerin haber alma hakkına sahip çıkması çok önemli bir şeydir. Eskiden bunu yalnızca gazeteci cenazelerinde yaparlardı. Bundan sonra habercilik işine girecek olanlar artık gözü açılmış bu okuyucu/ izleyici kitlesini göz önüne almak zorunda. Ya adam gibi habercilik yapacaklar ya da bu işlere hiç girmeyecekler. Haberin asıl “müşterisi” olan okumuş yazmış kentli kitle bu saatten sonra “Ama bizim şu kadar milyon dolara mâlolmuş haber stüdyomuzun tasarımı Amerika’da ödül aldı” numaralarını yemez.
Aynı zamanda bu dönem yeni yayınların çıkması için de büyük fırsat. Şimdiden birçok yeni yayın girdi hayatımıza. Bu yayınları çıkaranların samimiyetinden ve iyi niyetinden hiç şüphem yok. Ama haber televizyonu, dergi, internet yayını yapmak işyerinden arkadaşlarla amatör tiyatro topluluğu kurmak gibi bir şey değildir. Amatör habercilik sürdürülebilir bir şey de değildir. Taşlar yerine oturduktan sonra hem daha profesyonel hem gerçekten bağımsız habercilik yapan yeni yayınlar göreceğiz gibi geliyor bana.
Işın Eliçin - Eski Yeni Şafak yazarı
Eylül 2012-Haziran 2013 arasında köşe yazarları arasında yer aldığım Yeni Şafak gazetesiyle ilişiğimin kesilmesine yol açan “Mehmet Ali Alabora ve kökü dışarıda mihraklar” başlıklı yazımda, öncelikle Türkiye’de öteden beri yaygın olan ama Gezi olayları ertesinde gazetenin editoryal politikasına hâkim olmaya başladığını gördüğüm bir tutumu, toplumsal olayları komplo teorileri ile açıklama eğilimini eleştirmiştim. Yazının sonunda ise, gazetenin başta Mehmet Ali Bora, birçok kişiyi bu komploların failleri olarak hedef gösteriyor oluşunu ise çok açık bir dille tehlikeli ve yanlış bulduğumu dile getirdim. Yazım yayınlanmadı. “Sağlık olsun” denip geçilebilirdi de; zira gazete yönetimlerinin editoryal politikalarına ters düşen, hatta onları eleştiren yazıları basmak istemeyişi yahut böyle bir yazıyı kaleme almış köşe yazarı ile yollarını ayırmak istemesi anlaşılır bir şey. Bu bakımdan kendimi çok da sansüre uğramış yahut mağdur hissetmiyorum. Ancak benim başıma geldiği üzere, bir gazete yönetiminin köşe yazarına yazısının basılmayacağına dair hiçbir tebliğ, bilgilendirme yapmaması, hatta yazının çıkmadığı gün ve sonrasında telefon dâhi edilmemesi anlaşılır gibi değil. Üstelik editoryal karar alma süreçlerinin parçası olmayan, yazılarını dışarıdan yollayan bir yazar olmakla birlikte, ben kendi adıma meslektaşlık ve arkadaşlık ilişkimizin sorumluluk ve samimiyetine dayanarak hem genel yayın yönetmenine hem de diğer bazı çalışanlarına, bu yazıdan önceki günlerde telefon açarak kişileri hedef gösteren haber ve yazılarla ilgili kaygı ve eleştirilerimi de dile getirmiştim. Ne denebilir? Kalp kalbe karşı değilmiş deyip, geçer giderim kendi adıma.
Mesleğim adına ise karamsar bir öngörüde bulunmak isterim: Çalıştığımız kurumların sahipleri başka sektörlerde de iş yaptıkları yahut sadece gazetecilik işinden para kazanmadıkları sürece; yatırım öncelikleri insan değil teknoloji olduğu sürece ve biz medya çalışanları ürettiğimiz iş ve aldığımız ücretler konusunda temel standartların yerleşmesi için mücadele etmediğimiz sürece işimizi hakkını vererek yapmak hiç kolay olmayacak...
Özkan Güven Eski NTV program editörü
Sokakta gencecik çocuklar gözlerinden gaz bombası fişeğiyle vurulurken, hiç şiddet uygulamadıkları hâlde haşere muamelesi görüp biber gazına maruz kalırken televizyonlar dilsiz ve sağırdı. Zaten tüm bu süreçte en büyük tepkiyi Başbakan’dan sonra haber kanalı olduğunu iddia eden televizyon kanalları aldı. Gündüz insanlar NTV’yi protesto ediyor, akşam NTV’de çalışanlar birilerini protesto etmek üzere sokağa çıkıyordu. Hastalıklı bir durumdu bu. Bir grup arkadaş olarak çok rahatsızdık. Kararımızı verdik, yapabileceğimiz tek şeyi yaptık; istifa ettik.
Uzun yıllar gazetecilik yaptım ama mesleğin bu denli çıkmaza girdiği bir dönemi hatırlamıyorum. Bir gazeteci Başbakan’a soru sorduğu için halk kahramanı gibi alkışlanıyorsa, insanlar Twitter üzerinden para toplayıp sokağın sesi olacak bir TV kanalı kurmayı konuşuyorsa o ülkede iyi gitmeyen bir şeyler var demektir.
Gezi’nin birçok kazanımı oldu ama belki de en büyüğü zihinsel devrimdi. Artık kimse ekranlardan sunulana körü körüne inanmıyor. Çünkü televizyonların birçoğu yalan söylüyor, gazetelerin çoğu haberi çarpıtıyor. Gezi ile birlikte şu aralar herkesin eli televizyon kumandası yerine Twitter’a uzanıyor, çünkü gerçeğin orada olduğuna inanıyor. Son bir buçuk aydır yaşadığımız her şey gibi bu da normal değil. Bütün bunlar geçecek, sular durulacak ve bu devir bitecek; haberi bir gün gerçek haberciler verecek.
Dilara Eldaş - Eski NTV yeni medya editörü
Benim sürecim tamamen Gezi olayları ile ilgili.. Tam da istifamın ertesi günü birçok tepkiye yanıt olarak CEO’muzun biz çalışanlarından neden özür dilediğiyle ilgili. Yoksa medyanın her ayağı tökezlediğinde bu tepkiyi göstermek doğru olmaz. Kurum içinde kalıp elimizden geldiğince düzgün haberler yapmak doğru seçimlerden biri; kaldı ki ben sesimi en çok sosyal medya haberleri ile duyuruyordum, kendi işimi yapamam gibi bir durum söz konusu değildi. Ama benim ekol olarak özümsediğim, sayısız eğitiminden geçtiğim bir kurumu protesto etmek için elimde bir tek istifam vardı. Ben de onu verdim. Kalıp çalışanlara saygım sonsuz, protestosunu dile getirenlere de.
Tuluhan Tekelioğlu Eski Sabah yazarı
Pazartesi sabahı editörlerimizden Yeşim Kasap aradı. Yeni dönemde gazetenin benden artık röportaj istemediğini, yazı işleri müdürü tarafından kendisine iletildiğini, telefonda mahcup bir şekilde dile getirdi. Böylece gazete ile 2008 yılında başlayan ilişkimiz son bulmuş oldu. 19 yıldır gazeteciyim. Bunun 10 yılı farklı TV kanallarında günlük canlı yayınlarla geçti. Her yönetimle çalıştım. Bazı TV programlarımıza son verildiği de oldu. Ancak ilk kez böyle bir üslupla karşılaşıyorum.
Belki de bu yüzden özgür gazeteci olmayı seçtim. İstikrarlı bir freelance yazarıyım. Çalıştığım gazeteyle altı yıl boyunca böyle bir ilişki kurdum. Sektördeki deneyimim bana şunu gösterdi; aidiyet duygusu geliştirmek, hele gelişmekte olan bir ülkede habercilik yapıyorsanız, çok yanlış. Çünkü başka insanların hakkını arayan haberlere imza atarken kendi haklarınız için mücadele etme şansınız yok.
Eleştirinin ihanet olarak algılandığı bir dönemden geçiyoruz ne yazık ki. Hiçbir zaman ideolojik olmadım. 28 Şubat’ta Hürriyet’te muhabirdim. Başörtülü arkadaşlarımızın taleplerini desteklediğim için de o zaman tepkiler almıştım. Acaba o dönemde Twitter olsaydı yine aynı şey gelir miydi başıma? Sanırım evet. Şu an tek fark tarafların yer değiştirmiş olması.
Yeni projem ergenler üzerine. Gezi Parkı’na sıklıkla gidip gençlerle konuştum. O gençlerin direnişi hiçbir siyasi görüş ve partiyle bağlantılı değildi. Her mezhepten, her mahalleden, her çevreden genç oradaydı. Onların dilinde “siz-biz” yok. Hakikiler. Gelişmek, bu gençlere AVM sunmakla olmaz. Onlara nefes alma yeri açmak da gerekli, tüm demokratik ülkelerde olduğu gibi... Bölünmeye değil, birleşmeye, nefret söylemlerine değil sağduyuya ihtiyacımız var. Tweetlerim bu doğrultudaydı. Twitter’daki düşüncelerim yüzünden işimden olduğunu cocuğuma anlatmakta zorlandım.
Bir gazeteci olmanın ötesinde bir kadınım. Erkek yöneticilerden nezaket gereği bir açıklama yapmalarını beklerdim.
Olsun, yaratıcılığa, mesleğini tutkuyla yapan insana kimse engel olamaz. Birand’ın bize öğrettiği bir şey var; “Her şekilde yola devam. Önümüze bakalım.”
Sevim Gözay - Eski Akşam yazarı
Gezi protestolarının hemen öncesinde TMSF Akşam’a el koydu. En sert süreci TMSF altında geçirdik. Buna rağmen, direniş boyunca İsmail Küçükkaya yönetimindeki gazetemle gurur duydum. O günlerde kimselerin atamadığı manşetleri attı, haberleri gördü Akşam. Ben de yedi yıldır yazdığım gibi özgürce yazdım, eleştirdim. Ne zaman ki Gezi duruldu... Bamm! Küçükkaya’yı aldılar. Aynı gün, içlerinde benim de olduğum “Üç kadın yazar da kovuldu!” haberleri yağmaya başladı. Ben, Tuğçe Tatari ve ekler sorumlusu Nilay Örnek’in adı geçiyordu.
Özellikle bazı taraflı haber siteleri tarafından ağızlara sakız edilmeye ve karalanmaya çalışıldık. Bizlere tebliğ edilen bir şey yoktu. Fakat haberler ayyuka çıktı. Aynı gazetede olmak dışında 3 benzemeziz aslında ben, Tuğçe ve Nilay. Niye üçlü olarak anıldığımız belli değil. Belli olan tek şey; Gezi avının başladığıydı. Tam bir hafta sürdü haber kampanyası. Kulak tıkayıp işimi yapmaya devam ettim. Başka türlüsünü bilmiyorum çünkü. Ben sadece işime bakarım. Netice olarak iki yazı yazdım, üçüncüde kovdular. Bingo!
Aynı gün Tuğçe’yi de çıkardılar. Nilay ise işinin başında, haftasonu eklerini yapmaya devam ediyor. Konu olduğumuz üçlü haberlerin karanlık esrarı hâlâ çözülmüş değil. Birileri bizi hedef tahtasına koydu. Sonuç alıncaya kadar da bayağı “eğlendi”. Sonraki günlerde istifalar, tasfiyeler devam etti. Sonuç olarak hayırlısı oldu -kendi adıma. Akşam’ın yeni hâli ortada. Gezi sürecini yüzüne gözüne bulaştıran AK medyaya amiral gemisi tayin edilmiş meğerse Akşam. Yazık oldu (hem de kuruluşunun 95. yılında). Ama yazık eden en başta Karamehmet. Yıllarca ne yokluklara rağmen ayakta tutuldu bu gazete. Ne zor zamanlara göğüs gerildi. Ha bugün düzelecek, ha yarın diye diye... İnançla, umutla, sabırla, aşkla yapıldı o gazete yıllarca. Sonuç ise bu işte.
Medya genelinde sonuç daha da vahim. Hergün kime üzüleceğimizi, neyin yasını tutacağımızı şaşırdık. İşten atmalar, dergi kapatmalar, mobbingler, istifalar, gözaltılar, tehditler, şiddet... Kelle koltukta, sansür tavan. En kara günlerini yaşıyor medya. Zaten az olan güvenilirliğini tamamen yitirdi. Uğradığı baskıyı, işgali bile dile getiremiyor, eleştiremiyor. Ne kelimelerin anlamı kaldı, ne cümlelerin, ne de dilin. Histerik şekilde, gerçeği çarpıtmaya hizmet ediyor gazeteler, TV’ler. Halka değil iktidara hizmet ediyorlar. Halkın haber alma özgürlüğü gasp ediliyor. O kadar zavallı ve yalancılar ki (çoğunluk). Halka hakaret bu. Sanıyorlar ki, susturabiliriz. Sanıyorlar ki, manipüle edebiliriz. Yanlış! Her yer, herkes medya artık. Yalancı gazeteleri-TV’leri kim ne yapsın? Onlar ancak Başbakan’dan aferin almaya yarar. Tüm senaryoları kirli. Tüm referansları karanlık. Tüm bakış açıları yanlı ve zehirli. Komplo teorileriyle kriz (ve hatta ülke!) yönetmeye çalışıyorlar. Kargalar bile gülüyor. Gerçek basit oysa: Özgürlük ve adalet istiyor bu toplum. Buna kör-sağır kalanları tarih affetmeyecek. Direnen ve bu şartlar altında habercilik yapmaya devam eden tüm medya mensuplarına minnet ve selam ile.
© Tüm hakları saklıdır.