Çevre

Gezegenin 'bağışıklık sistemi' nihayet işliyor

Ömer Madra, İstanbul'daki "iklim eylem günü"nde yaptığı konuşmada 'Gezegenin “bağışıklık sistemi” nihayet işlemeye başladı'dedi.

27 Ekim 2009 02:00

Ömer Madra: 350 kampanyasının başında yer alanlardan Bill McKibben’ın söylediği gibi, gezegenin “bağışıklık sistemi” nihayet işlemeye başladı: Dünyada fark yaratmaya hazır bilinçli vatandaşlardan söz ediyoruz.

Ömer Madra, İstanbul'daki "iklim eylem günü"nde bir konuşma yaptı.

Madra konuşmasında şunları söyledi:

Tarihin yapıldığı anlarda oralarda olmak iyidir. Hele bu sözünü ettiğimiz, tarih “sahnesi” ise,  onun ön sıralarında, hem seyirci, hem de bizzat oyuncu olarak yer almak hayli heyecan verici! Hem oyuncu, hem de seyirci olarak büyük birşeyin parçası olduğunu bilmek. Çok büyük bir şeyin! Çevre aktivisti ve yazar Bill Mckibben’ın söylediği gibi, gezegenin “bağışıklık sistemi”nin nihayet harekete geçtiğinin belirtileri ortaya çıktı bile; işte 24 Ekim Eylemleri.

24 Ekim, Uluslararası İklim Eylemi günü. Büyük bir gün. Benzetmek gibi olmasın, ama gezegenin geleceği için yürütülen 350 kampanyası bir virüs gibi yayıldı bütün dünyada. 181 ülkede 5,200’ün üzerinde aynı anda eylem yürütüldü! (Zaten dünyada da aşağı yukarı bu kadar ülke var!) Bilebildiğimiz kadarıyla, gezegenin, herhangi bir konuda şimdiye kadar gördüğü en büyük ve en yaygın siyasi eylemin bir parçası oluyoruz.

Gerçekten inanılmaz fotoğraflar yağıyor internetten. Yeni Zelanda’da gün doğarken başlayan ilk “resmî” eylemde yanardağa çıkan insanların günü coşkuyla karşılamasından, sabah Petrol-İş’in Boğaz’daki binasına asılan dev “İş, İklim, Adalet için 350” pankartına, Kız Kulesi önünde teknelerde dalgalandırılan pankartlardan, Ölü Deniz’in kıyılarında ortak eyleme girişen İsrailli-Filistinli-Ürdünlü aktivistlere, Çin’de 350 kilometrelik koşularını bugün sonuçlandıran 350 bisikletçiden, Everest’in tepesine 350 bayrağı diken Nepalli dağcılara, Moğolistan çöllerinde at koşturan aktivistlerden, Maldiv adalarında olağanüstü berraklıktaki denizin metrelerce altında sualtı lambalarıyla yazılmış zümrüt yeşili 350 yazısına kadar...

Gezegen tarihindeki en büyük siyasal eylemin, esrarengiz bir rakam ya da bilimsel bir veri üzerinde döndüğünü düşünmek, ilk bakışta şaşırtıcı geliyor insana. Bir çeşit hurufîlik gibi. Ama, öyle değil aslında. Bu, dünyamızdaki en önemli rakam. Kilit sayı. Atmosferi zehirli gazlarla doldurmanın üst sınırı bu işte: maksimum milyonda 350 parçacık. Daha fazlasını kaldırmıyor havamız. Oysa, şu anda 390 parçacığa ulaşmışız bile. Ama, işte, insanlar bunun önemini kavramaya başladı! 350 kampanyasının başında yer alanlardan Bill McKibben’ın söylediği gibi, gezegenin “bağışıklık sistemi” nihayet işlemeye başladı: Dünyada fark yaratmaya hazır bilinçli vatandaşlardan söz ediyoruz. İnsanlar, geleceklerinin, bilimin gereklerinin yapılmasına birebir bağlı olması gerektiğini anlamaya başlıyorlar artık. Seslerini yükseltiyor, siyasi liderlere “gerçek durumun gereğini yapın!” diye yüksek sesle çağrıda bulunuyorlar.

Dünyanın en büyük iklim bilimcilerinden biri olan Hansen de iklim değişikliği konusunda uygulamaya konan politikalarla, bilimin ortaya koyduğu sorunun vahameti arasında muazzam bir kopukluk, hatta bir uçurum olduğunu söylüyor. İşte sokaktaki sıradan insanlar da bu kopukluğun giderilmesi için gösteri yapıyor, pedal çeviriyor, dağlara tırmanıyor, derinlere dalıyor, sokaklarda yürüyor, marakas çalıyor, düdüklerini üfürüyor. Çocuklarımızın, torunlarımızın ve onların henüz doğmamış olan çocuklarının miras olarak devralacağı gezegen için duyulan büyük kaygıyı ve aciliyet duygusunu bizzat aktarmak için harekete geçiyorlar. Bir yanıyla da kişisel bir çağrı bu aslında!




Gezegenin vicdanı olarak diyorlar ki, emisyonları derhal azaltmalı, gezegendeki tüm geleneksel kömür yakıtlı termik santralleri tedavülden kaldırmalı, ulaşım sistemini değiştirmeli, öncelikle rüzgâra ve güneşe dayanan yepyeni bir enerji altyapısı kurmalıyız. Ve gene diyorlar ki: Havanın da “gazını almalıyız”aynı zamanda. Bunu, ormanları koruyarak, tarım biçimini, toprağın kullanım biçimini değiştirerek ve çölleşmenin, erozyonun önüne geçerek yapmalıyız...

Daha birkaç sene öncekinden çok farklı bir durumdayız.  Zaman çok daraldı. 350’ye geri dönüp atmosfer zehirlenmesini o seviyede tutmak üzere bir anlaşma yapmak için yıllar, aylar değil, sadece günler var önümüzde. Kopenhag iklim konferansına bir buçuk ay birşey kaldı sadece!” Maldivlilere bir bakalım: Malazgirtten 3 bin yıl öncesinde gelip 4 bin yıldır oturdukları o güzelim deniz-ülkeleri, kendilerine bugüne dek hayat veren okyanusların hem yükselmesi, hem de mercan adalarını mahvedecek derecede asitlenmesi yüzünden elden gitmek üzere. Kendilerine yeni bir ülke satın almak için, o yoksul bütçelerinden bir kenara para ayırıyorlar. Para bulamazlarsa, Kopenhag Konferansı’na bile gitmeyeceklerini belirttiler; daha ne desinlerdi... Asya’da dünyanın üçte birinin yaşadığı yerlerde hepsi kuruyup gidecek o hepsi de kutsal nehirlerin “gözünün içine bakan” bakan insanları kurtaracak herhangi bir “B Planı” da yok ortalarda.

Kısacası, insanların ve yeryüzündeki canlıların karşılaştığı en büyük tehditle karşı karşıyayız. Geri döndürülemez noktanın eşiğindeyiz. Kopenhag Zirvesi’ne giden bu son günlerin önemini abartmak bile imkânsız.

Devrilme noktasına giden eşiğin aşılmasını engellemek için, ABD, Çin, Hindistan gibi kilit ülkelerin liderlerinin Kopenhag’a gitmesi ve bağlayıcı kararların altına imza atması şart! Obama’nın olimpiyatları Chicago’ya aldırmak için lobi yapmak üzere gittiği Kopenhag’a bu sefer iklim krizine önlem kararlarını imzalamak için gitmesi şart. Karar verici kilit oyuncuların, yerlerde sürünen, ölmeye yatmış gibi görünen uluslararası görüşmeler sürecini ayağa kaldırması şart. Türkiye’ye gelince, Ortadoğu ve Kafkaslar bölgelerinde ve komşularıyla önemli açılım girişimleri yapmakta olduğu gözlemlenen hükûmetin, gezegenin bu en önemli sorununda da kendisini kilit oyunculardan biri olarak görmemesi için bir sebep var mı? Başbakan Erdoğan’ın bir de “iklim açılımı” yapması ve bazı çevreci yazarlar tarafından “tarihin en önemli toplantısı” diye nitelendirilen Kopenhag iklim konferansında, dönüştürücü kararları imzalayacak liderler arasında yer alması elzem görünüyor.

Son olarak, kendi içimize dönük bir bakışa da ihtiyaç var: Siyasi karar alıcıları, başbakanları, başkanları yeterince cevval, enerjik davranmadıkları, pasif kaldıkları, hatta sınırsız büyüme hayalleri içinde gezegenin kırılganlığına kayıtsız bir tutuma büründükleri, negatif  bir tutum aldıkları için eleştirme, hatta suçlama duyguları içinde olduğumuz açık. Ancak, onları suçlamadan önce bir saniye durup düşünelim. Dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun, siyasi liderleri dev enerji, kömür, otomotiv, silah vb. şirketlerinin ve onların korkunç güçlü lobilerinin etkisi altında felce uğramış olmakla suçlamadan ve hatta onları mahkûm etmeden önce kendimize de bir bakalım: Onları, gezegenin kurtuluşu için gerekli hareketleri yapmaya zorladık mı acaba? Bunları yapmaları için gerekli siyasi alanı açmak için uğraş verdik mi? mı? Bunları zorlayan güçlü bir hareket oluşturmayı başarabildik mi?

Denklem, ürkütücü derecede basit görünüyor: Kopenhag konferansı başarısızlıkla sonuçlanırsa, bunun sonuçlarını on yıllarla filan değil, jeolojik zamanla, yani milyon yıllarla ölçebiliriz ancak. Dolayısıyla, herşey çok açık: Obama’nın, Erdoğan’ın ve diğer siyasi liderlerin başarısız olmalarına göz yumamayız. Bu lüksümüz bulunmuyor maalesef!

24 Ekim’de dünyadaki eylemler hakkında Türkiye’de çıkan gazetelerin sadece 1 tanesinde 1. sayfadan haber vardı. Geri kalanların da bir iki tanesinde, o da 3. sayfadan küçük haberlere yer verildi. Peki medyayı bu önemli olayı görmediği için suçlamalı mıyız? Belki. Ama gene, önce bir durup düşünelim: Onların yeterince ilgi göstermeleri için biz ne kadar ses çıkardık peki? Güçlü bir iklim hareketi olabilseydik, baş sayfalarda, TV ana haber bültenlerinin ön sırasında yer almaz mıydık? O zaman onlar bize en önde yer vermek zorunda kalmazlar mıydı? Büyük İklim Eylemi’nin ertesi günü çıkan ünlü New York Times gazetesinin birinci sayfasındaki fotoğraflı manşet haber bize birşey anlatmıyor mu?*

Evet, ses çıkaralım. Düdük, davul, marakas çalalım. Sesimizi yükseltelim. Gür bir ses çıkaralım. Kocaman, acayip gürültülü, gürbüz bir hareket olalım. İşte bunu başardığımız anda durum hızla değişecektir. O zaman onlar da gerçekten ihtiyaç duyulan “siyasi liderlik” ve doğru dürüst yayın yapan medya kuruluşları kimliklerine bürünmek zorunda kalacaklardır.

Bizim anladığımız kadarıyla bu işler böyle yürüyor işte: Biz haykırıp yürüyeceğiz, onlar değişecek...