1 Kasım seçimlerinden sonra “Artık Erdoğan’ın gittiğini, ondan kurtulduğumu göremeyeceğim. Siz görürsünüz, yaşınız müsait. Bu gidişle Erdoğan beni gömer!” diyen tiyatro sanatçısı Genco Erkal, "Erdoğan’a bağlıyız. Onun gittiğini görebilirsem hayatımın en büyük mutluluğu olur!" dedi. Nazım Hikmet'in Bursa Cezaevindeki öyküsünün güncelliğini koruduğunu belirten Erkal, "Yaşamaya Dair" adlı oyunlarını tutuklu Can Dündar ve Erdem Gül için oynadıklarını söyledi.
Birgün gazetesinden Özlem Özdemir'in sorularını yanıtlayan (24 Ocak 2016) Genco Erkal'ın açıklamalarından bazı bölümler şöyle:
-Yaşamımı tiyatroya adadım dediniz ya, 57 yıl dile kolay. Varoluşunuz böyle gerçekleşti diyebilir miyiz?
Bir şeyin eksikliğini duymadım. İlgi alanlarım, gezdiğim yerler, araştırdığım şeyler, diğer sanat dalları, hepsi aslında benim tiyatromu beslemek için var etrafımda. Ben de bunun yeni farkına vardım aslında. Çünkü gece bile uyanıyorum, başka şeyler de düşündüğüm de oluyor tabii (Gülüyor), birdenbire bir süredir oynamadığım bir oyunun replikleri geliyor ve ezber yapmaya başlıyorum. Öyle uyuyakalıyorum mesela. Ya da yeni bir projenin nasıl şekilleneceği konusunda düşünüyorum, uykunun bölündüğü saatlerde müthiş üretken oluyorum, kafam çok iyi çalışıyor. Gecem gündüzüm tiyatro desem abartmış olmuyorum. Öyle bir yaşam bu...
-1959’dan itibaren özel tiyatrolarda çalışmaya başlıyorsunuz. Niye ödenekli kurumlarda çalışmadınız, teklif gelmedi mi?
Çok istediler. Bir örnek var, o her şeyi anlatıyor bence. Devlet Tiyatroları'nın eski genel müdürlerinden biri, sizi çok beğeniyoruz, artık gelin burada bize katılın diye teklifte bulundu seneler önce. Ben de, "Çok sevinirim, üzerinde çalıştığım bir proje var, mesela onu sizde oynamayı çok isterim," dedim. Adam da baktı, "Siz bize gelirsiniz, ne oynayacağınıza biz karar veririz," dedi. Orada film koptu. Sonra da teklifler geldi ama onlar memur istiyorlar, bağımsız bir sanatçı istemiyorlar ki! Bizim istediğimizi yapacaksın diyorlar, ben memurluğu seçmedim.
-O zaman Genco Erkal olmazdı muhtemelen. Ödenekli kurumlarda değişimler ortada. Acaba bu yaşananlarda o kurumların da hataları yok muydu?
Bence de ödenekli kurumların çok büyük açıkları var, kendilerini savunması lazımdı. Ama yapı olarak da zaten yeniden düşünülmesi gereken bir yapısı var. Bu tiyatrolar Cumhuriyet'in ilk yıllarında kurulmuş, tiyatro hiç yokken ama koşullar değişmiş. Elbette ki o koşullara göre yenilenmesi gerekiyor ama bunu çağdaş kafalar yapabilir. Böyle muhafazakâr, geriye bağlı bir yapı yapamaz bunu. Onların çıkardığı yasalarla olmaz bu. Zaten düşündükleri TÜSAK gibi yasalar bu işi bitirmek için.
-Sanatla sorun yok mu esasen? Tiyatro olsun isteniyor mu zaten?
Olsun da yükü benim üzerimde olmasın istiyorlar. Özelleştirelim, salonları da verelim işletsinler diyorlar. Kurtulmak istiyorlar DT’dan. Devlet yardımından belli değil mi? Muhalif tiyatrolara, Gezi'ye en ufak şekilde bulaşmış tiyatrolara yardım vermiyor, bitti! 3 yıldır biz projelerimizi veriyoruz, red! Biz artık bu iktidardan ömrü billah destek alamayız, muhalif sanatçılar olarak adımız kara listeye geçmiş bir defa.
-Niye tamamen kapatılmıyor da kendi anlayışlarına göre değiştiriliyor?
Bence ona yük gibi geliyor, hele opera, bale… Bir de kalkıp bana karşı çıkıyorsun diyor. Zaten felsefe olarak Atatürk Cumhuriyeti'nin getirdiği bütün kazanımlara karşılar, kurtulmak istiyorlar. Hepsi bitsin, biz kendi düzenimizi kuralım.
-Peki, bütün bu gelişmeler ışığında ülkede son dönemde yaşananlarla ilgili neler hissediyorsunuz?
Üzülmek ötesinde bir şey yapamıyorum. O bakımdan da geleceğimizi çok kötü görüyorum. Gene bu iktidarın sebep olduğu bir durum var. İyi kötü barış süreci denilen bir mekanizma işliyordu, masa bilhassa devrildi, o masayı devirerek kazandı ve öyle devam ediyor. Onun planlarına göre belli olacak. Bu savaşın sonu yok, sonu hepimiz için felaket, bizler için de onlar için de. Ne yapıp edip barış için mücadele etmemiz gerekiyor. Güneydoğu’daki fotoğraflara bakıyorum, Suriye’de miyiz, neredeyiz?
-Bütün bunlara bakınca yılgınlığa kapılmıyor musunuz?
Elbette ama emin ol beni tiyatro ayakta tutuyor! Bunlardan ancak işimi yaparak kurtulabiliyorum. Onun için her gece sahneye çıkıyorum, sahnede de güzel şeyler söylüyoruz. "Yaşamaya Dair" oynarken Mustafa Balbay'ı düşünüyordum, şimdi Erdem Gül ile Can Dündar'ın hayatını oynuyoruz, eşleri, çocukları geliyor. Ya da Brecht oynarken, adalet istiyoruz dediğimiz zaman aklımız Silivri’de. Ya da savaş, içinde yaşadığımız savaş ve onun anlamsızlığı ve sadece sermayeye yaradığı... Bunları söyleyince insan rahatlıyor. Gazeteden okuduğum şeylere isyan duygumu, sahneden geçici de olsa dindirmiş oluyorum.
-Can Dündar ve Erdem Gül'den bahsetmişken, bir sanatçı olarak basın özgürlüğü konusundaki hislerinizi alabilir miyim?
Nereye gidersek bizimle beraber geliyorlar. En son Çanakkale'de beraberdik. Nazım'ın Bursa Cezaevindeki öyküsü her zaman için güncel. Bugün de "Yaşamaya Dair" adlı oyunumuzu Can Dündar ve Erdem Gül için oynuyoruz. Oyun sonunda onların adını sahneye getiriyoruz. Onlar için adalet ve özgürlük istiyoruz. İzleyiciler de coşkuyla ayakta alkışlayıp destek veriyorlar. Bu hareket bir isyanın ifadesi. Hakkıyla görevini yapmaktan başka hiçbir suçu olmayan bu değerli gazeteciler Saray'ın hışmına uğradılar. Aylar önceden hedef gösterildi, ağır tecrit koşullarında, haklarında daha iddianame bile hazırlanmadan cezalandırıldılar. Bu haksızlık kabul edilemez. Ülkemizde basın özgürlüğü ve adalet kavramının geldiği nokta konusunda ibret verici bir olay. Adaletin mutlaka gerçekleşeceğine inanıyorum. Bir an önce özgürlüğe kavuşmalarını diliyorum.
-Hiç hapis yatmadınız diye biliyorum.
Hayır, gözaltı dönemlerim var ama hapis yatmadım. Bir şekilde bir yerden sıyrılmış olduk ama mesela şöyle sorunlar yaşadım. "Hakkari’de Bir Mevsim"den sonra Yunanistan'dan ünlü bir yönetmenden bir dizi teklifi gelmişti, ama 8 yıl pasaportumu elimden aldıkları için gidemedim. Rockefeller bursu verdiler, 1 yıl boyunca dünyayı dolaşıp tiyatroları izleyecektim ama maalesef gene sakıncalı olduğumdan gidemedim. Kapı kapı dolaştım, bir dosya çıktı karşıma, büyük bir klasör, gel bakalım, bunların hesabını vereceksin dediler. Hakkımda rapor tutan beni bilmiyor bile, kulaktan dolma bilgilerle "Aşık Genco çıktı, sazıyla hükümete sövdü" yazmış. Yurt dışına çıkamadım ama yurt içinde tiyatro yapmaya devam edebildim. Daha da kötü şeyler yapabilirlerdi. Çünkü Barış Derneği davasından dolayı mahkememiz sürüyordu, oradan ve bütün davalardan beraat ettim ama o ara biraz uğraştılar. O da artık kimin başına gelmiyor ki?
-Sizin gözünüzle bunca yılda hem genel hem sanatsal anlamda değişen neler var Türkiye'de?
12 Eylül'ün en büyük zararı, muhalif düşünceye karşı sindirme hareketiydi. Kitaplar yakıldı, tiyatrolar kapandı ve asıl önemlisi tabii; yeni bir gençlik yaratıldı ki, o gençlik memleket meseleleriyle ilgilenmesin, kısa yoldan paçasını kurtarmaya baksın. Turgut Özal dönemiyle gelen bir felsefe bu ve apolitik kuşaklar yetiştirildi. Bunun bize çok zararı oldu. Bu gençlerin bizim yaptığımız tiyatroyla, politikayla ilgileri yoktu diyelim. Nasıl evde solcu yayınlar bulundurmak tehlikeliyse, bu tiyatrolara gitmek de hem tehlikeli hem gereksizdi. Tiyatro izleyicisi giderek yaşlandı. Bu tabii büyük bir tehlikeydi, bitiyoruz dedik artık. Derken çok güzel bir dönüşüm yaşandı. Bizim için dönüşüm "Sivas 93"le başladı, demek ki yaptığımız işler tutmuyormuş. O oyunla seyirci değişti, o gelmiyor dediğimiz gençler koşa koşa tiyatroya gelmeye başladılar. Genç seyircinin artması ve onların coşkusu bizi de diri tuttu. Bu arkadaşlar Nazım'ı, Marks’ı, Sivas’ı bilmiyorlar. Birdenbire politik tiyatronun seyircinin can damarına dokunan yeri harekete geçti ve tiyatro ayağa kalktı diyebilirim. Ama zaten aynı şey Gezi’de de görüldü. Biz ilgilenmiyorlar, bu gençlikten iş çıkmaz derken, meğer bir potansiyel varmış da onu harekete geçirecek bir şey arıyormuş. O zaman diyorum ki, bu gençlikte umut var! Geçenlerde ODTÜ’de oyun oynarken düşündüm; bütün Türkiye o seyirci gibi ya da Gezi’deki gibi olsa, hadi hepsini geçtim, iktidara gelebilecek kadar güçlü olsa hiç sorunumuz kalmayacak, o zaman şahlanıp gidecek Türkiye...
-Türkiye tam da böyle olabilecekken olmasın diye yaşanıyor belki bunlar. Köy Enstitüleri kapanmasaydı dediğiniz olurdu belki?
Tabii, onun olmaması için elden gelen yapılıyor. Biz görsek de görmesek bir ümit mutlaka var. Sonuç aydınlığa doğru gider, öyle düşünüyorum. Ama ne kadar zaman sonra olur bilemem. Ben göremem, sen de diyorsun ya ben göremem, Erdoğan’a bağlıyız. Onun gittiğini görebilirsem hayatımın en büyük mutluluğu olur!
-Türkiye’de politik tiyatro yeteri kadar gelişebildi mi?
Hayır ama dünya da öyle. Tam nedenini bilemiyorum, özellikle 60 ve 70’li yıllarda politik tiyatro bütün dünyada yükseldi. 68 Hareketi'nin sanata yansıması aslında. Herkesin çok politize olduğu bir dönemdi, geçti. Tarih aslında dalgalarla gidiyor. Bu dönemden sonra politik tiyatronun artacağını düşünüyorum. Aslında var şimdi, biçimi değişik. Bildiğimiz Brecht tiyatrosu değil ama politikayla ilgilenen, kurulu düzene çıkan karşı yazarlar var, sosyalist değiller. Sosyalist olmaları da şart değil, kurulu düzene karşı olunması yeterli. Bizim anladığımız politik tiyatro, sosyalist bir tiyatro. Şimdiki öyle bir tiyatro değil belki ama örneğin kadın hareketinin tiyatrosu, in-yer-face tiyatrosu bile düzene karşı. Sınıf bazlı ya da Marksist bir tiyatro değil ama o da diliyle, küfürle kabul edilen değerlere karşı bir başkaldırı tiyatrosu.