Gündem

'Gençler ölür, ben yaşadığımdan utanarak yaşarım'

Sevgili Ahmet’in dediği gibi: “Gençler ölür, ben yaşadığımdan utanarak yaşarım.”

06 Mayıs 2011 03:00


Hasan Cemal - Milliyet


Biz dört çocuğunu yolcu eden Diyarbakır’ın kopup gidişini izlerken, Kastamonu’da da bir polis memuru pusuya düşürülen bir konvoyda öldürüldü.
Önce el bombası atmışlar sonra taramışlar.
O genç polisi de aksakallı başka ihtiyarlar uğurlayacak.
Diyarbakır’daki acıyı ve nefreti Kastamonu’da da göreceğiz.
Yedi gerillayı Dersim Dağları’nda vurdular, bir genç polisi Ilgaz Dağları’nda.
Gençler ölüp gidiyor.
Sessiz ihtiyarlar, kederli kadınlar kalıyor geriye.
Daha ne kadar gençleri ihtiyarlara gömdürteceğiz?
Daha ne kadar ağıt söylenecek, daha ne kadar zılgıt çekilecek?
Diyarbakır’ı, Dicle’yi, Ilgaz’ı, dağları, ormanları, ihtiyarlığı biliyorum.
Benim de aksakallarım var, ben de her cenazede saf tutuyorum.
Tabutların üstündeki bayraklara bakmıyorum, hiçbir bayrak, onun altında genç bir ölünün yattığını unutturmuyor bana.
Gün gün azalan bu ömrüm, çocukların ölmemesi için yalvararak, her ölümle biraz daha solarak geçiyor.
Çocukların ölümünden bir fayda çıkmayacağını, bu karşılıklı ölümlerin bir derde deva olmayacağını, tek çarenin gençleri yaşatmak olduğunu biliyorum.
Bilmek bir işe yaramıyor.
Cenazeleri görüyorum yalnızca, susan şehirleri, saf tutan ihtiyarları, ağlayan kadınları görüyorum, patlayan silahları, intikam yeminlerini, öfkeli nutukları duyuyorum.
Bu savaş bitecek, bu savaş bitecek ama bitene kadar daha kaç genci gömeceğiz? Daha kaç genç sakallarına ak düşmeden toprağa düşecek?
Diyarbakır’ın nar ağaçları çiçeklenmiştir, o çiçekler meyveye dönmeden daha kaç çocuk can verecek?
Diyarbakır’ı bilirim, Ilgaz’ı bilirim.
Ölüm çıkar yol değil.
Bunu bilirim.
Bunu bilmenin bir işe yaramadığını da bilirim.
Bunları bilen, her cenazede saf tutan aksakallı, çaresiz bir ihtiyarım.
Gençler ölür.
Ben yaşadığımdan utanarak yaşarım.
________________
Yukarıdaki satırlar benim değil.
Ahmet Altan’ın (* ).
Ben bu kadar güzel yazamam.
Bunlara daha ne eklenebilir ki?
Dersim Dağları’nda pusu kurup gerillayı vurdular, Ilgaz Dağları’nda da pusu kurup polisi...
Yazık değil mi?
Evet, ölüm çıkar yol değil!
Bu klişeyi kim bilir kaç kez yazdım.
Yazıyorsun ama değişmiyor.
Dağlarda da dolaştım.
PKK’lının dünyasını da, askerin dünyasını da anlamaya, hissetmeye çalıştım.
Gerillayla da, askerle de, polisle de konuştum yıllar yılı.
Ölümler bitsin diye... Ölümler çıkar yol değil diye... Silah ve şiddet çıkmaz yol diye...
Şimdi oturdum yine yazıyorum, Kürt sorunu üzerine ikinci kitabımı...
Ölümler bitsin diye yazıyorum.
Bitecek mi, bilemiyorum.
Bir gün mutlaka bitecek.
Ama kan ve gözyaşı bugün hâlâ yakamızı bırakmış değil.
Kimi zılgıt çekiyor.
Kimi ağıt yakıyor.
Diyarbakır’da PKK’lının cenazesi kalkıyor, taziye çadırları kuruluyor.
Kastamonu’da polis memurunun cenazesi kalkıyor, cami avlusu doluyor.
Yazıktır, günahtır.
Sevgili Ahmet’in dediği gibi:
“Gençler ölür, ben yaşadığımdan utanarak yaşarım.”
_____________________________
* Ahmet Altan’ın 5 Mayıs 2011 tarihli Taraf’taki başyazısından bir bölüm.