19 Nisan 2021 17:07
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, "128 milyar dolar"a ilişkin olarak, "Hazine ve MB arasındaki protokole göre satılan dövizler web sitesinde yer alıyor. İddia edildiği gibi bu dövizler Hazineye satılmış olsa Hazinenin hesabında görünürdü. Niye gösterilmedi?” diye sormayacak mıyız?" açıklamasını yaptı.
Haftalık basın toplantısında Davutoğlu, "Bunlar propagandalar sayesinde ballı maaşlarını hakedecek diye, bizler sizin adınıza; “Dövizi Hazine'nin doğrudan satması mümkün değil, kamu bankalarına mı satıldı? Mevcut piyasa kotasyonlarını fiilen hangi kuruluş girdi?” diye sormayacak mıyız? “30 milyar dolar cari açık, 31 milyar dolar yabancı sermaye çıkışı, 50 milyar dolar tutarında reel sektörün yabancı para pozisyon azaltması, vatandaşın 54 milyar dolar tutarında döviz ve altına yönelmesi durup durduk yere mi oldu? Bunlar yanlış politikalarınızın eseri değil mi?” diye bunları hesaba çekmekten geri mi duracağız?Bunlar göze girecekler, ballı maaşlarla lüks hayatlarını sürdürecekler diye bizler; “Madem faizi değiştirmeyip daha önceki para politikasına devam edecektiniz; neden bir gecede Türk Lirası’na %10'un üzerinde değer kaybettirip bütçeye 525 milyar TL ek yük yüklediniz, milleti niçin daha da fakirleştirdiniz?! Bunu hesabını elbet vereceksiniz!” diyemeyecek miyiz?" değerlendirmesini yaptı.
Davutoğlu, "Mübarek Ramazanı bu sene daha iyi şartlarda karşılamak isterdik. Geçen sene Ramazan’da iftarda sofralarımız kapanmış, camilerimiz tenhalaşmış, hayatımız kısıtlanmıştı. Hepimiz bunu küresel bir salgının doğal sonucu olarak görmüş ve başta Cumhurbaşkanı ve Sağlık Bakanı olmak üzere sorumluluk makamındakilere tam bir destek vermiştik. Ancak şimdi bu yıl bütün dünyada salgın kontrol altına alınmaya başlanmış ve normalleşme süreçleri yaşanırken ülkemizde dünyanın en yüksek vaka sayılarına gelinmiş olması gerçeği karşısında soru sormak bize, cevap ve hesap vermek yetkililere düşer." dedi.
Davuoğlu şu ifadeleri kullandı:
"Geçen sene bu vakitler salgında zirveye ulaşan İngiltere, İtalya, Kanada, ispanya ve ABD gibi ülkelerde vaka ve vefat sayıları sürekli düşme trendine girerken ülkemizin vaka sayısında açık ara dünya birinciliğine yükselmesinin sorumluları vatandaşlara ceza kesme makamında değil, hesap verme makamındadır."
"Şu salgın döneminde bu iktidarın milleti düşürdüğü hallere bakar mısınız. Bakın Sağlık Politikaları Başkanlığımızın verdiği bilgilere göre Çam Sakura Hastanesinde Kadın Doğum servisi bile kapatılıp Covid servisi haline getirilirken, Zeynep Kamil gibi Türkiye’nin en önemli kadın hastalıkları ve doğum hastanesinde görevli anestezi uzmanları kovid nedeniyle pandemi hastanelerine geçici göreve gönderilmiş olup, randevusu verilmiş operasyonlar dahi yapılamaz hale gelmiş bulunmaktadır. Şu vakalardaki tırmanışın sorumlusu kim? Neden dönüp dolaşıp başa döndük? Bırakın başa dönmeyi, daha kötü bir evreye nasıl geçtik? Bilimin ve aklın sağlayacağı tedbirler ekonomiye zarar verecek diye bütün bir ülkeye yaşattıklarına bakın hele.
Aşılamada başından bu yana şeffaf olmayan bir süreç yaşattılar ülkeye.Sürekli aşı takvimlerini değiştirdiler, aşılama rakamlarını çelişkilerle sundular, nedendir bilinmez bir türlü aşı çeşitlemesine ulaşamadılar. Ülkemizde hâlâ 7 kişiden 6’sı aşılanmamış durumda. Öte yandan salgın demek dayanışma demekken, bunlar muhalefetin elinde olan yerel yönetimlerin dayanışma çabalarına bile taş koydular. Sonra da hem aklı hem de bilimi susturdular. Zannettiler ki bilimsel gerçekler bunların zaten kötü yönettikleri ekonomiyi daha da zora sokacak; bunlar da halk karşısından zora düşecek, oy kaybedecekler. Halbuki tam tersine, bilim, rasyonel akıl ve planlama sayesinde bugün hem sağlıkta hem de ekonomide daha iyi yerlerde olabilirdik. Peki neden dön dolaş böyle bir kriz aşamasına ulaştık?
Bunun nedenlerini bir kez daha bıkmadan usanmadan iktidar sahiplerinin yüzüne vuralım. Bir, verileri saklayarak gerçeklerle yüzleşmekten kaçtınız yani kafanızı kuma gömdünüz; dürüstlük ve şeffaflık testinden sınıfta kaldınız İki, halka tedbirleri icbar ederken kendinizi istisna tuttunuz ve lebalep kavramını literatüre kazandıracak çifte standartlar uyguladınız; samimiyet testinden sınıfta kaldınız. Üç, konuya stratejik bir planlama perspektifinden değil günlük çıkar perspektifinden baktınız; kriz yönetim becerisi testinde sınıfta kaldınız. Dört, ekonomi yönetimindeki vahim hataların derinleştirdiği ekonomik krizin etkisini azaltabilmek için vaktinde tam kapanma kararı alamadınız ve halkı can riski ile geçim riski arasına sıkıştırdınız; sorumluluk testinde sınıfta kaldınız.
Beş, aşılamayı hem geç hem yetersiz bir şekilde uygulamaya koydunuz, Türkiye’yi tek bir kaynağa mahkum ederek ülke sıhhatini Çin’in merhametine emanet ettiniz; bağımsızlık testinde sınıfta kaldınız. Altı, özetle salgın krizini bir yönetim krizine dönüştürdünüz; yönetim testinde sınıfta kaldınız. Baktınız ki, hem kriz hem kontrollü kapanma seçim planlarını etkileyecek, ülkeyi tümden açtınız; salgın derinleşince de iki arada bir derede kısıtlamalar uygulayarak bir uçtan diğer uca savruldunuz. Şimdi de çıkıp sürüklendiğiniz felakette sorumluluğu yine bütün ülkeye yüklüyorsunuz.
Biliyorsunuz, bunlarda başarı Tek Kişiye aittir; başarısızlık ise milyonlara. Yeni bir sorumlu buldular şimdi; Kimmiş biliyor musunuz? Meğer sorumlu hepimizmişiz! Yani 84 milyonmuş! Zaten nerede bir başarısızlık var, bunları ara ki bulasın. Ama iş sorumlu ilan etmeye geldiğinde, sorumlular belli: Milyonlar! Sormak gerek bunlara: Siz “hayat eve sığar” kampanyası başlattınız da halkı evde mi tutamadınız? Siz “maske-mesafe-hijyen” dediniz de, halkımız şehir şehir, kongre kongre dolaşıp, her şehre virüs falan mı taşıdı? Siz milyarlarca liralık destekleri 3-5 müteahhite değil de halka verdiniz de, bu halk aç gözlülük yapıp fazla mesai için gizlice sokaklara falan mı çıktı? Bir de çıkıp utanmadan sorumlu hepimiziz, yani 84 milyon diye halkı aklıyla alay eden, hakaret eden açıklamalar yapıyorlar.
Yani bizi Beştepe’nin günü birlik alınan keyfi kararları, kara düzen plansız yönetimi değil de halkın sorumsuzluğu bugünlere getirdi öyle mi? Bu halk mı size “sakın kongrelerinizi yaz aylarına, açık havada stadyumlara falan ertelemeyin” dedi yoksa! Siz her işinizi inadına yapacaksınız ama sorumlusu hepimiz olacağız öyle mi? Siz Bilim Kurulu’nu da Sağlık Bakanlığı’nı da bypass edeceksiniz ama sorumlusu 84 milyon olacak öyle mi? Siz bir gecede aldığınız kararlarla ülkeye yüz milyarlarca zarar verecek; kapanmaya gidemeyeceksiniz ama sorumlusu vatandaş olacak öyle mi? Siz liyakatsiz ellerdeki berbat ekonomi yönetiminizle hazineyi boşaltacak; salgında gerekli desteği millete sunamayacaksınız ama sorumlusu bütün bir millet olacak öyle mi? Daha fazla sorumsuzluk sergilemeyin ve can riski ile geçim riski arasına sıkışmış olan halkı bu cendereden çıkaracak kararlı ve net tedbirler alın.
Ne mi yapacaksınız? Ramazan başında önerdiğimiz tedbirler paketini derhal devreye sokun! Günü değil, canı kurtarın! Yanlışlarınızın faturasını vatandaşa kesmeyin! Geç kalmış olsa da Ramazan’ın ikinci yarısında bari ülke çapında tam ve kararlı bir kapanma uygulayın! Bunu uygularken halkı geçim kaygısından kurtaracak şu 4 tedbiri acilen hayata geçirin!
1- Ramazan süresince esnafımızın kira ve tüm faturalarını devlet tarafından karşılayın ve her bir esnafımıza 5000 TL'den az olmamak üzere ciro kaybı desteği verin.
2- Hasat dönemine girmekte olan çiftçilerimize özel uygulamalar geliştirin ve mazot, gübre ve yem ihtiyaçlarını karşılayacak hibe desteği verin.
3- İşçilerimiz için kısa çalışma ödeneğini derhal tekrar başlatın.
4- İşsizlere ve sosyal yardıma muhtaç kesimlere açlık sınırı olan 2736 TL'den az olmamak üzere hane başı yardım yapın.
Unutmayın, bu tedbirler asla lütuf değildir.
"3-5 müteahhide peşkeş çektiğiniz, bir gecede Merkez Bankası Başkanını değiştirerek hazineye yüklediğiniz miktarlar karşısında bu destekler devede kulaktır!Türkiye’yi öyle bir kıskaca soktunuz ki, tam kapanma halinde ekonomik hayat durduğu için bu tedbirden kaçıyorsunuz; tam kapanma yapmadan da vaka sayılarını durduramıyorsunuz.
Vaka sayıları arttıkça da bu kez seyahat kısıtlamaları dolayısıyla ekonominin öncü döviz kaynaklarından turizm sektörünü son derece yıkıcı bir sezon riski bekliyor.
2019 yılında 51.7 milyon ziyaretçi ağırlayıp ülkeye 34.5 milyar dolar getiren Turizm sektörünün geçen sene 2020’de ziyaretçi sayısı %69 düşüşle 15.9 milyona, gelir ise %65 düşüşle 12,1 milyar dolara gerilemişti. Kritik aylarda özellikle Rusya’dan gelen son kısıtlamalar sadece sektör için değil genel döviz gelirlerimiz açısından da ciddi bir alarm sinyalleri vermektedir. Turizm haftasını kutladığımız bugünlerde sektöre yönelik ciddi bir tedbirler paketi açıklanmalıdır. Gelecek Partisi olarak bu konuda kapsamlı önerilerimizi önümüzdeki günlerde kamuoyu ile paylaşacağız.
Bizler, sizin adınıza, bu iktidarın yanlışlarını, gerçek dışı beyanlarını, cahilliklerini yüzlerine vurmaktan utanır hale geldik; bunlar aynı yaveleri tekrarlamaktan sıkılmıyorlar. Merkez Bankası'na ettikleri onca işkence göz önünde cereyan etmiyormuş gibi, “Bu konuların yanlış ve eksik bilgiye dayalı olarak kamuoyu önünde tartışılması Merkez Bankası'na zarar veriyor!” teranelerini sıralamaktan bıkıp usanmıyorlar. Bunlar istiyor ki herkes kendileri gibi yapsın! Bunlar istiyor ki herkes bunların kapalı kapılar ardındaki işlemleri gibi sorunların üstünü örtsün. Bunlar istiyor ki rezervleri saçıp savursunlar,
4 yılda 4 başkan değiştirsinler, “faiz sebep enflasyon sonuç” saplantılarıyla kriz üstüne kriz çıkartsınlar, Merkez Bankası başkanlarını kovup bankanın itibarını içeride-dışarıda iki paralık etsinler ama çıkıp kimseye de hesap vermesinler!
Bunlar “iftiradır, yalandır” diyerek koltuklarını koruma amaçlı propagandalar yapacak diye bizler sizin adınıza şu soruları sormayacak mıyız aziz vatandaşlarım: “2017 yılında imzalandığını söylediğiniz protokol yeni bir protokol müydü yoksa MB ile Hazine arasında eskiden beri var olan ve dış borç ödemelerinin koordinasyonu için kullanılan protokolü mü genişlettiniz? Bu protokolden kamuoyunun ve piyasaların neden haberi olmadı?
Hazine ve MB arasındaki protokole göre satılan dövizler web sitesinde yer alıyor. İddia edildiği gibi bu dövizler Hazineye satılmış olsa Hazinenin hesabında görünürdü. Niye gösterilmedi?” diye sormayacak mıyız?
Bunlar propagandalar sayesinde ballı maaşlarını hakedecek diye, bizler sizin adınıza; “Dövizi Hazine'nin doğrudan satması mümkün değil, kamu bankalarına mı satıldı? Mevcut piyasa kotasyonlarını fiilen hangi kuruluş girdi?” diye sormayacak mıyız? “30 milyar dolar cari açık, 31 milyar dolar yabancı sermaye çıkışı, 50 milyar dolar tutarında reel sektörün yabancı para pozisyon azaltması, vatandaşın 54 milyar dolar tutarında döviz ve altına yönelmesi durup durduk yere mi oldu? Bunlar yanlış politikalarınızın eseri değil mi?” diye bunları hesaba çekmekten geri mi duracağız?Bunlar göze girecekler, ballı maaşlarla lüks hayatlarını sürdürecekler diye bizler; “Madem faizi değiştirmeyip daha önceki para politikasına devam edecektiniz; neden bir gecede Türk Lirası’na %10'un üzerinde değer kaybettirip bütçeye 525 milyar TL ek yük yüklediniz, milleti niçin daha da fakirleştirdiniz?! Bunu hesabını elbet vereceksiniz!” diyemeyecek miyiz?
“Cari açık patlayan ithalat sebebiyle oldu. Sakın ithalatı artıran, talimatla düşürülen faiz ve zorla verilen kredi olmasın?” diye bunların yüzlerine vuramayacak mıyız? Bunlar gitmeye bile tenezzül etmedikleri kurumların yönetim kurulu üyeliklerinden rant devşirecekler diye bizler; “İthalat yapan firmalara her talep ettiklerinde kuru etkilemeden, olması gerekenden ucuz döviz satarak ithalatı neden teşvik ettiniz?” diye sormayacak mıyız?
Üstelik “Çıkmak isteyen yabancıya ya da tasarrufunu dövizde tutmak isteyen vatandaşa döviz satmak üzerinize vazife mi?” diye sorduğumuzda; “Gözü kara bir biçimde satmasaydınız kur artacaktı ve talep de olmayacaktı.” diye analiz ettiğimizde bize de mi vinçlerle müdahale edeceksiniz? Ah benim güzel ülkem, kimlerin eline kaldın sen? 128 milyar dolara cevap vereceğim diye ortaya atılanların hangi birinin saçmalıklarını sıralayalım bilemedik ki?
Kendi aralarında bile kim daha fazla saçmalayabilir yarışına girişmiş bunlar.
Partinin Ekonomi işleri başkanı daha yönettiği ülkenin 20 yıldır içinde olduğu döviz rejiminden habersiz! Adam Başkanvekili, ama Amerikan doları ile Türk lirasını karşılaştırıyor! Elma ile karpuzu aynı sepette tartıyor! Sözde 128 milyar doların nereye gittiğini açıklarken, salgında destek olarak verildiğini iddia ettikleri 60 milyar lirayı bunun karşısına koyuyor; bu miktarın takriben sadece 7,5 milyar dolar olduğunu gizliyor! Ekonomi propagandalarından sorumlu bu “devlet adamı”, daha bu 60 milyar liranın kaynağından da habersiz. 60 milyar liranın yüzde 90’ının işsizlik fonundan sağlandığını, yani işçinin kendi parası olduğunu bilmiyor.
Şecaat arzederken sirkatin söylüyor ama bunun bile farkına varamıyorlar. Yahu bu Saray’ın yüzlerce danışmanı ne iş yapar Allah aşkına?
Cumhurbaşkanından başkanlara, bakanlardan vekillere hepsi mi kandırılır? Yoksa bu kara düzende, sabah erken kalkan ilk aklına geleni sallama özgürlüğüne mi sahiptir? Yoksa bunların özgürlükten anladığı, kurumların içinin boşaldığı, mekanizmaların çalışmadığı, ortak aklın berhava edildiği bu düzensizlikte herkesin kör cehaletini ortaya koyma özgürlüğü müdür?
Biri “128 milyar dolar salgında kullanıldı” der, öbürü “altın-döviz olarak evlerde olduğundan” dem vurur. Bir diğeri “satmadık” derken, öbürü çıkıp “likidite sağladık” der. Hele biri var ki 128 Milyarı Türk Lirası zannedip twit atar, ardından twitini silip kaçar. Bunlar, 2019-2021 arası verileri perdelemeye çalışırken, onu da yüzlerine gözlerine bulaştırıyorlar. Madem ayrıcalıklı döviz işlemi yapılmadı, açıklayın şeffaf şekilde kimlere hangi kurdan satıldığını olsun bitsin.
Sanki MB’nın Türk lirasına ihtiyacı varmış gibi tuhaf açıklamalar yapmayı bırakın da, aynı Türk liralarıyla o dövizleri tekrar kasanıza nasıl geri koyacaksınız hele bir onu açıklayın millete! Şu soruyu artık 84 milyon kendisine sormalı değerli vatandaşlarım. Soru şu: 128 milyar doları heba eden bir hükümetin, ülkenin hakkını, hukukunu ve en önemlisi bekasını koruyabileceğine artık kim inanır?
Tam da burada AK Partili seçmen kardeşlerime seslenmek istiyorum: Allah aşkına siz söyleyin, Bu nasıl bir iletişimdir aklıdır ki; 128 milyar dolar rezervin akıbetini soranlara vinçlerle müdahalede bulunmayı icat eder. Tamam da; şeffaflığa çağrıya, düşünceye, sorgulamaya kaç vinçle müdahale edip engelleyebilirsiniz ki! O yüzden tekrar soruyoruz; bu nasıl bir iletişim aklıdır ki; memleketin tüm muhalif partileri ve ekonomi uzmanları, 2016 yılından bu yana şeffaf şekilde yayınlanmayan verileri ve 128 milyar dolar rezervin akıbetini haklı olarak sorarken çıkıp “Tüm işlemler ve rakamlar şeffaf biçimde ortadadır; söylenenler iftiradır” diye açıklama yapar?
Bu nasıl bir iletişimdir aklıdır ki; memleket virüsten kırılır, 7 kişiden 6’sı henüz aşıya ulaşamamışken, başka ülkelere aşı gönderme kampanyaları icat eder? Bu ne tür bir iletişim aklıdır ki; millet bu kara düzen yönetimi yüzünden işsizlikten kıvranırken samimiyetsiz pozlarla soğan-patates tırlarını karşılama törenleri yapar! Bu nasıl bir iletişimdir aklıdır ki; vakalar göz göre göre aritmetik artarken, tıka basa salon doldurup, bir de altını çize çize “lebalep” sloganları attırır. İnsanların işsizlikten, yoksulluktan kırıldığı günlerde yönetim kurulu üyelikleri haberlerini hiç yüzleri kızarmadan yaptırıp analarının ak sütü muamelesine tabi tutturur.
Bu nasıl bir iletişim aklıdır ki; lüks araçlarla yaptıkları ziyaretleri haberleştirirken, Cumhurbaşkanına işsizlikle mücadelede nasıl başarılı olunduğu cümleleri kurdurur! Bu nasıl bir iletişim aklıdır ki; yıllardır zaten varolan üniversitede staj uygulamasını yeniymiş gibi cumhurbaşkanının önüne koyar; ona da “talimatını verdim” diye açıklama yaptırır. Yoksa “Hızlı yönetişimde o kadarcık kaza, kadı kızında bile olur!” deyip geçivermeli miyiz?
Peki yıldırım hızında yönetmek için çıkartılan 24 asıl kararnameyi düzeltmek adına 31 kararname çıkarılmasını ne yapacağız? Tam bir kara düzen yap-boz sistemi bunlarınkisi. Belki de bütün bunlarda İletişimin günahı devede kulaktır. Bütün bu kazaları yaptıran şey, hızlı yönetişim modelinin kendisidir.
Bizim kaza zannettiklerimiz, aslında tam da bu kara düzen sistemin alamet-i farikalarıdır kim bilir! Kim bilir belki de danışmanları hatalara sevkeden, ellerinde silgi herşeyi yap-boza mahkum eden, tecrübeyi, ortak aklı, kurumsallığı dışlayan, ekonomideki çöküş tablosunun, dış politikadaki gelgitlerin, eğitimdeki yapbozların, salgında bir türlü dikiş tutmayan önlemlerin sebebi de kadı kızını bile canından bezdiren bu stajyerlik ruhunun yansımalarıdır kim bilir. Birileri bu cehalet ürünü kara düzende staj yapacak diye, daha staj yaparken bile rant çarklarını döndürecek diye, 84 milyon hep birlikte fatura ödemeye mahkum edilmiş haldeyiz!
84 milyona çağrıda bulunmak istiyorum Ne olur, sorun bunlara. Sadece biz değil, 7’den 70’e bütün bir toplum olarak soralım sorularımızı Bazen yargının sopasıyla, bazen eli sopalı paramiliter güçlerle, bazen de vinçlerle engellemeye çalıştıkları gerçeği öğrenme hakkına tecavüz edenlere sorun sorularınızı. Her alanda sorun. Her şeyi sorun. Delik deşik ettikleri adalet mefhumunu istifledikleri hak ihlalleri dosyalarını, ikinci kez cezalandırmalara dönüşen uzun tutuklulukları, kibirlerinden, lüks tutkunluklarına kadar bütün cürümlerini sorun bunlara. En yukarıdan başlayıp en aşağıya kadar sorun yedikleri kul haklarını. Sorun bakalım Çaykur için işe alım kuralarında yaşanan rezaletin sebebi neymiş?
Sorun bakalım o kutunun içine tekrardan atılan numara, umutla aş ve iş bekleyen hangi gence aitmiş? Sorun bakalım, bu ülkenin işsizlikten belini kırdıkları gençlerinin arda kalan umutlarını da neden mülakatlarda ve kuralarda sömürdüklerini? Peki bütün bu rezaletlerin, hakka girmelerin hesabı hem burada hem de öte dünyada sorgu sual edilmez mi? Sorulduğunda, bu cürmü meşhudların, bu kul hakkı yemelerin adı “iftira” mı olur? Bakalım “iftira-yalan” diye savuşturduğunuzu zannettiğiniz mizansenlerin, kurduğunuz sirklerin hesabını nasıl vereceksiniz? Bakalım, Mazlumun ahından da çekinmeyen kibrinizle daha nereye kadar savrulacaksınız?
Siz bırakın üniversitelinin stajını falan da bu kara düzende hâlâ bitiremediğiniz kendi stajınızdan haber verin millete. Ustalık iddiasından staj acemiliklerine nasıl düştüğünüzü anlatın her gün daha da yoksullaştırdığınız halka. Uzaya uzaya bir hal oldu o staj. Durumun bu minvalde olduğu her hallerinden belli değil mi değerli arkadaşlar?
Stajyer küçük ortağın “anayasal düzene karşı suç işliyorlar” dediği aynı cümlede hızını alamayıp “Anayasa Mahkemesi feshedilmelidir” deyişinden belli değil midir? Öyle olduğu; yurt dışına kaçan onlarca kişinin ardından sorumlularının çıkıp “Bir dostun hatırına yaptık, Türkiye Cumhuriyeti'ne yük olacaklardı” diye, nasılsa hesabının sorulmayacağını düşünerek suçlarını aleni ifşa etmelerinden belli değil midir? Birilerini “Türkiye Cumhuriyetine yük oluyorlar” diye suçlarken, iktidar ortaklarının 84 milyonun sırtına nasıl bir yük oluşturduğunun üzerini örtmeyi bile becerememelerinden belli değil midir? Ekonomi, hukuk, sağlık, eğitim, her alanda staj yapmaya, sözde hızlı yönetişimin, pervasız propagandacılığın bütün örneklerini serdetmeye devam ediyorlar.
Savcıları, yere göğe sığdıramadığı egosundan ötürü görevini yapan doktora ters kelepçe taktırır, bir başkası arabasının sileceğine “yanlış park” notu bırakan vatandaşı “mala zarar vermekten” gözaltına aldırır, kaymakamı vatandaşa ceza keserken hakaret eder. Bir diğeri cezanın sebebini soranı yüzüne bakmadan tersler. Biri “AYM’yi takmam” derse yerel mahkeme takar mı? Birileri “bu adam meclisi terörize ediyor” derse, polisi o vekili darbetmez mi? Yargıyı baskılamış, karşısında cüretkarlaşmış böyle bir sistemde
Eşi ile birlikte kurduğu kendi şirketinden başında bulunduğu bakanlığa alım yapan ve günlerdir bir açıklama getirmeyen bir bakanın devlet kurumunu kendi mağazası haline getirmesine niye hayret edelim ki, Şu geldikleri hale bakın. Bir tarafta pudra şekerciler, diğer tarafta insan kaçakçıları. Bir yanda bakanlık gücü ile kendi tesislerine imar alanı açan, diğer yanda kendi şirketinden bakanlığına satış yapan bakan örnekleri.
Biz temiz siyaset diyoruz, onlar inadına şaibeli siyasetin her türlüsünü sergiliyorlar. Diğer yanda, Hukuktan nasibi körelmiş böyle bir sistemde, öldükten sonra göreve iade edilen KHK’lılara niye şaşıralım ki? Hiçbir yerde çalıştırılmayan KHK’lının askere alınıp şehit düşmesindeki çelişkilere neden garipseyelim ki? Dünyada gemi üretimi ve gemi taşımacılığı son 15 yıldır düşerken, milleti Kanal İstanbul’dan gemi geçişiyle uçuracağını iddia eden, 84 milyonun geleceğini ipotek altına alırken, gemi garantisiyle birilerini zengin edecek bu kafanın aklının ranttan başka bir işe çalışmadığı açık değil midir?
Bakın size bazı rakamlar vereyim ki, bir inat uğruna yapılmak istenen ve İstanbul’un ekolojik dengelerini tahrip edecek, insanlığın bu en güzel şehrinin stratejik güvenliğini yok edecek bu proje gelecek nesillere nasıl bir ekonomik yük oluşturacak hep birlikte görelim.
Montrö rejimi içinde Boğazlardan geçen gemi sayısı son 15 yıl içinde sürekli bir azalma trendi içine girmiştir. 2007 yılında 56606 ile tarihi zirvesine ulaşan gemi geçişleri 2010 yılında 50871’e, 2015 yılında 43544’e, 2020’de yani geçen yıl 38404’e düşmüştür. Bu düşüşün gerekçeleri ise açıktır: Petrol ve doğal gaz hatlarının devreye girmesi ve gemi ebatlarının büyümesi. Ortada bu düşüş trendini değiştirecek makul bir gerekçe olmadığı halde 2026 için 54927, 2030 için 59344, 2035 için 64864, 2038 için 67570, 2039 için 68000 gemi geçiş garantisi veriliyor. Başka bir deyişle bu vahim kararı alanlar ilk seçimde iktidardan ayrılırken bu garantilerden bihaber şekilde bu sene doğan çocuklar oy verme yaşına geldiklerinde 68000 geminin geçiş garantisi ödeme gerçeği ile yüzleşecekler.
Gelecek nesilleri bu şekilde borçlandırmaya kimin hakkı var? Hazine garantisi ödemeleri toplamda 157 milyar doları bulmuş iken; 2018’den beri bu yük sırtımızı çatırdatır hale gelmiş ve bu zulüm 2035’lere 40’lara kadar sürecek iken; şehir hastaneleri yapım maliyetlerimiz 12 milyar dolar, geri ödemeleri 80 milyar dolardan fazla iken; 60 milyar dolar maliyeti olacağı öngörülen, ödeme taahhüdü de 300 milyar dolardan fazla olacak Kanal İstanbul, torunlarımızın geleceğini bile ipotek altına alacakken; bunların Çin’den azar işitmelerine, Uygur zulmüne sessiz kalmalarına neden şaşalım ki?
17 Nisan’da Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini getiren Referandumdan bu yana tam 4 yıl geçti. Sözüm ona Meclis güçlenecek, daha fazla denetim görevi yerine getirecekti; ekonomi uçacaktı, adalet göklere yükselecekti, yargı bağımsız olacaktı. Millet adaletsizlik ve sefalete sürüklenirken, uçan, yükselen, başı göğe eren sadece dar bir klik oldu. Sözüm ona milli gelir 25 bin doları bulacak; faizler düşecek, Türk Lirası zirvelere tırmanacaktı.
4 yıl geçtiği halde geriye bu tablodan ne kaldı acaba? Geriye kalan sadece itirafnameler oldu! Ekonomide itirafname, İnsan haklarında, Adalette itirafname. Geriye kalan sadece hayaller oldu.
Ne vadettilerse tersi oldu. Ha bir de artık darbeler dönemi de kapanacaktı değil mi? Darbeler dönemi yerini her fısıltıdan bile isteye nem kapmaya bıraktı. Muhalif bir siyasi twitinde yasaklı bir kelime mi kullanmış; eski kafa bir siyasetçi düşüncesizce bir laf mı etmiş; 28 Şubat kafasındaki bir gazeteci bunlara ahmakça pas mı atmış; Anayasa Mahkemesi'nin bir üyesi ışıklı bir mesaj mı vermiş oh ne âlâ.
Sorulardan kaçanlara, hesap vermeyenlere, denetime savaş açanlara, şeffaflığı toprağa gömenlere ne mutlu. Gündem değiştirmede, safları sıklaştırmada can suyu oldu, altın tepside koz oldu bu fırsatlar. Oysa hep birlikte şahitlik ettiğimiz koskoca 4 yıl, zaten bunların bütün maskelerini ortalığa dökmüş değil miydi? Sizlerden “Evet”e mühür basmanızı isterken vadettikleri ne varsa üzerine beton dökmedi mi bunlar?
Bakınız bu AK Parti MHP koalisyon iktidarı memleketi adeta eski demir perde ülkelerine döndürdü.Malatya, Elazığ, Ordu derken, bunların belediyelerinden şimdi de İnsan Kaçakçılığı foseptiği saçıldı her yere. Önce bir belediyede rastgeldik, “Giden dönmüyor acep nedendir?” dedik. Meğer bunların bu alanda da hayli yaygın bir şebeke ağı kurduklarını yeni yeni farkediyoruz. Şimdikilerin bahaneleri de neymiş biliyor musunuz: “kardeş belediye olalım, ambulans alalım” dedik! İmiş.
Tam bir skandal bu! Tam bir rezalet bu! Bakalım gereğince soruşturabilecekler mi? Bakalım ipin ucu nereye uzanacak? Sayın Cumhurbaşkanı yine her konuda ve her zaman olduğu gibi sessiz. O ne parti kapatmalarla, ne fezlekelerle, ne küçük ortağın kurumlara çektiği muhtıralarla ilgilenmiyor. Belli ki böyle küçük işlerle vaktini harcamıyor. E tabi onun derdi büyük! Onun derdi Kanal İstanbul. Bakalım milletin iradesini yok sayıp belediyelere kayyım atamada cevval olanlar birer fosseptiğe dönüşmüş bu belediyeler için ne yapacaklar? Ülkeyi tam bir akıl tutulması arenasına çevirdi bunlar.
Ne hesap veriyorlar, ne utanıyorlar ne de ders alıyorlar. Memleket çeteler, şebekeler diyarına döndü. Bir yanda çaresizlikler, diğer yanda ballı börek bir düzen Bir yana bakıyorsunuz eğitim için bilgisayar, internet yok; diğer yanda sosyal medyada para saçan korumalar, danışmanlar.
Bunlar artık sadece hayal satarak sürdürüyorlar düzenlerini. Sizin de dikkatinizi çekmiyor mu? Artık 2023 değil 2071 hedeflerini pazarlıyorlar bunlar. Yakınlara dair ümitleri batağa gömdükleri için uzak hayalleri pazarlıyorlar şimdilerde. 4 yıl öncesinden başlayan hayalleri bizi uçuracak ekonomi ve adalet idi; gerçekleri batmış bir hukuk ve ekonomi sistemi oldu. Hayalleri bağımsız yargı idi; gerçekleri yargıya sınırsız müdahale oldu. Hayalleri aş, iş ve özgürlük iken, gerçekleri halini arz etmekten korkan bir toplum yaratmak oldu. Hayalleri demokratik kurumlar iken; gerçekleri aynı kurumlara gün aşırı sivil muhtıra vermek oldu. Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere, tehdit edilmedik kurum, kuruluş, dernek, oda, vakıf kalmadı.
Hayalleri hukuk devleti iken; gerçekleri sivil toplumun tırpanlanması oldu. Büyük ortak “Adalet reformu” diyor; Küçük ortak “Anayasa Mahkemesi kapatılsın” diye avazı çıktığı kadar bağırıyor. Birilerini “anayasal düzene karşı suç işlemekle” suçlarken, aynı konuşmada anayasa mahkemesinin feshedilmesi gerektiğini söyleyenler de kendileri. Hayalleri salgınla mücadelede dünya birinciliği idi; gerçekleri lebalep kongrelerle gelen vakalar sayesinde Avrupa birinciliği oldu. Her hayali reform paketinde kamuda tasarruftan bahsediyorlar; oysa gerçekleri kamuda milyonluk yeni araç alım ihaleleri. Evet her şey, hepsi gözümüzün önünde olup bitiyor. Artık mızrak çuvala sığmıyor. Çuvalı delik deşik ediyor.
Mübarek Ramazan ayının bir haftasını geride bıraktığımız şu günlerde bu iktidara orucu bozan şeylerin neler olduğunu bir kez de sizler sorun!Sorun bakalım adaletsizlik orucu bozar mı? Sorun bakalım yolsuzluk yapıldığında, emanete hıyanet edildiğinde, haksız kazana el uzatıldığında, ranta tamah edildiğinde, yetimin yoksulun hakkı yendiğinde bunun oruca etkisi nedir?
Oruç ve Ramazan aynı zamanda bizlere nefis tezkiyesini hatırlatır, arınmayı salık verir. Sadece hatalarımızı sorgulamak için bir fırsat sunmaz; aynı zamanda açın, yolda kalmışın, mazlumun haliyle hemhal olmayı da hatırlatır. Mazlumun Türkü, Kürdü, Uygur’u, Suriyelisi olmaz. Mazlum mazlumdur. İhtiyaç sahiplerine, zulme, haksızlığa uğramışlara kimlik sorulmaz. Elbette tüm dezavantajlı kesimlerin sorunları ancak salim bir akılla, vicdanla, bilimle, rasyonel planlamalarla çözülür. Ancak birini gündem ederken, diğerine nefret beslemek; acıları birbiriyle yarıştırmak bizlere yakışmaz. Neden yapmak zorunda kaldık bu hatırlatmayı dersiniz? Elbette milletimiz aş, iş, adalet derdindeyken, birileri de ırkçı bir mantıkla Mülteci avına çıkmaktan bıkıp usanmadığı için.
Dün nasıl ki iktidar partisi seçim yenilgisini sığınmacıların üzerine yıkmıştı, başka birileri de kafalarına kuş pislese ülkemize sığınmış mazlumlardan bilmekte, onları suçlamakta. “Bari mübarek Ramazan’da bir durun; bir soluklanın” diyeceğiz ama anlayabilecekler mi onu da bilemiyoruz. Onlara dönük bu öfke, bu nefret gerçekten de insanı insanlığından utandırıyor. Birileri Uygurlar konusunda Çin'e karşı zillet içindeyken, başka birileri de Nazi Almanyası'na meftun halde adeta. Zalimleri bir kenara bırakıp bize sığınmış insanlara sürekli diş bilemek, akşam yastığa baş koyduğunda uyutur mu ki insanı?
Bu nasıl bir psikoloji, ne tür bir ideolojik saplantıdır ki her konuyu mutlaka sığınmacılar, savaştan, bombalardan, kimyasal silahlardan kaçmış o insanlara bağlar.
İktidara muhalefet edeceğim diye hıncını o mazlumlardan çıkarmak ise ne insanlığa, ne de siyasi ahlaka sığar. İktidara düşen ise, hamaseti bırakıp Suriye’de halkın katılamadığı uydurma bir cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmadan önce BM, Rusya, ABD ve İran nezdinde yapılacak kapsamlı bir diplomatik girişim ile Suriye’de Astana ve Cenevre süreçlerini birleştiren bir geçiş süreci ile kalıcı bir barışın önünü açmaktır. Ülkemizdeki sığınmacıların ülkelerine dönüşü böylesi kalıcı bir barış ortamının sağlanması ile mümkündür.
Bütün bu zor şartlar altında dahi asla ümitsizliğe kapılmayınız. Gelecek kadroları olarak vatan sathının her noktasında sizler ve gelecek nesiller için hareket halindeyiz. Ramazanın hemen öncesinde 11 günde 10 vilayetimizde kongreler ve etkinlikler yaptık. Kütahya, Iğdır, Aksaray, Adana, İstanbul, Ankara, Kahramanmaraş, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa illerimizi ziyaretler yanında Kozan, İmamoğlu, Sarıçam, Yüreğir, Nizip, Birecik, Ataşehir ve Çankaya’da kongreler ve etkinlikler geçekleştirdik vatandaşlarımızla hemhal olduk, dertlerini dinledik, çözüm önerilerimizi paylaştık. Bütün bu temaslarda ayan beyan ortaya çıkan iki gerçek var: Birincisi, koalisyon iktidarını oluşturan partiler büyük bir çözülme ve kan kaybı içindedirler. Sokakta, çarşıda ve pazarda iktidarı savunan hiç kimseye rastlamak mümkün değil.
Aksine artık korku duvarları aşılmış; vatandaşlar iktidardan şikayetlerini konuşarak değil haykırarak dile getiriyorlar.
İktidar mensupları hayal kurmasınlar; ilk seçimde büyük bir siyasal değişimi tetikleyecek dip bir dalga geliyor. İkincisi, bu siyasal değişimin lokomotifi olarak görülen Gelecek Partisi’ne olan ilgi her geçen gün çığ gibi büyüyor. Bu buluşmalarda dile getirildiği gibi “onlar gidecek, biz Geleceğiz”. Onlarla birlikte cehalet, adaletsizlik, liyakatsizlik, yolsuzluk, yasaklar ve yoksulluk gidecek. Bizimle birlikte bilgi, liyakat, adalet, temiz siyaset, özgürlük ve refah gelecek. Çünkü, Gelecek Partisi, mağdurların ve mazlumların ahına çare olmak için kuruldu.
Çünkü, Gelecek Partisi, yolsuzluklara set çekmek, ranta prim vermemek için yola koyuldu.
Bunların 4 yıl önce hayaller satarak kurdukları bu kara düzen sistemine son verebilesiniz diye sizlere rehberlik etmek için Edirne’den Hakkâri’ye yollara düştük.
Sesinizi ses, çığlığınıza çığlık olmak istiyoruz. Ahınızın yerde kalmaması için sizlerin emanetine talibiz. Evrensel insanlık normları gibi, “Emaneti ehline veriniz” ilahi buyruğu da şiarımızdır. Evrensel tecrübe ve aklı, emanete hıyaneti içeren ilahi buyrukları çiğneyenleri 84 milyonun sırtından atmak da ahdimiz olsun. Hiçbir şey bitmedi, her şey yeni başlıyor."
© Tüm hakları saklıdır.