3 Mayıs 2016 Dünya Basın Özgürlüğü Günü'nde Türkiye'de gazetecilik mesleği bir ‘’tam tutulma’’ hali yaşıyor. Halkın haber alma, bilgilenme ve serbest kamusal tartışma üzerinden bireysel kanaatini oluşturma hakkı, doksan iki yıllık Cumhuriyet tarihinde eşine rastlanmadık derecede tehlike altında.
İktidar yapılarını ve sosyal gelişmeleri kamu adına izlemesi, haberleştirmesi ve toplumun tüm kesimleriyle özgürce ve bağımsız bir konumdan paylaşması gereken gazeteciler hapis, dava, suçlama, fiziksel saldırılar, sansür, otosansür, yayın ve akreditasyon yasakları, reklam ve ilan blokajları, uydu ve dijital platformlardan men edilme, ve doğrudan haber kurumlarına el konulması gibi önlemlerin gündelik uygulama ve norm haline geldiği bir ortamda, denebilir ki, 3 Mayıs'ı kutlamak yerine, mesleğin çöküşüne ağıt yakar bir ruh hali yaşıyorlar.
Dünya genelinde bakıldığında, gazetecilik mesleğini demokratik sistem içinde Dördüncü Kuvvet kılan temel kriterlerde –özgürlük, bağımsızlık, çoğulculuk ve güvenlik– en şiddetli gerileme yaşayan ülkeler arasında Türkiye en ön sıralarda yer alıyor.
3 Mayıs'a kısa bir süre kala geleneksel olarak ‘’medya durumu barometresi’’ yayınlayan uluslararası örgütlerden Sınır Tanımayan Gazeteciler'in (RSF) 180 ülke medyasına mercek tutan Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde Türkiye iki puan daha düşerek 151'inci sıraya yerleşti. Yıllardır süren bu ‘’dibe iniş,’’ Avrupa Birliği ile üyelik müzakeresi yürüten, demokratikleşme iddiasındaki bir hükümet için muazzam bir paradoks oluşturuyor.
RSF'ten kısa bir süre Freedom House'un yayınladığı –ve çok daha geniş kriterler dizisine dayanan– 2016 Basın Özgürlüğü Raporu ise daha da dramatik bir düşüşü işaret etmekte. Toplam 199 ülkeyi kapsayan bu araştırmada altı puan birden kaybeden Türkiye, 156'ıncı sıraya gerilerken, bir kez daha ‘’Özgür Olmayan Ülkeler’’ kategorisinin içinde yer alıyor.
Kuşku yok ki, Türkiye'de ifade ve medya özgürlüğü alanında yılmaksızın mücadele vermekte olan, direnç katsayıları kitlesel işten çıkarmalarla ve mecraların daralmasıyla zayıflasa da umudunu yaşatmaya çabalayan, baskılara boyun eğen meslektaşlarına göre azınlık konumundaki gerçek gazeteciler, bir önceki 3 Mayıs'a göre kendilerini çok daha fazla tehdit altında, iktidar karşısında yenilgiye daha yakın görüyorlar.
Renkleri, siyasi eğilimleri, aidiyetleri ne olursa olsun, bu 3 Mayıs'ta üzerinde mutabık kaldıkları net bir manzara var: Böyle giderse bu mesleğin cenazesi kaldırılacaktır. Gerçeği kovalayan ve yansıtan haberciliğin suç eylemine eşitlenmeye çalışıldığı, özellikle TV'de tek sesli ve tek yönlü bir ‘’kamusal tartışma’’nın egemen kılındığı bir ortamda, dürüst ve onurlu davranan her gazeteciye potansiyel suçlu muamelesi yapılacak, mesleki icraat sıfırlanacak, engellenecektir.
3 Mayıs 2016 itibarıyla, Saray'ın güdümündeki AKP iktidarının Dördüncü Kuvvet'e dört koldan savaş açtığı, muhasara ve imha hamlelerini yoğunlaştırdığı bir süreçteyiz.
İktidarın amacının yolsuzluk ve yetki suiistimalleri, en temel hak ihlalleri, siyasi veya adi organize suç yapılarıyla ilişkileri, dış politikadaki karanlık uygulamaları halkın gözünden kaçırmak; hesap vermemeyi ‘’kurumsallaştırmak’’ ve despotizmi meşrulaştırmanın zeminini hazırlamak için bağımsız gazeteciliği ezerek yok etmek ve yerini propaganda medyası ile doldurmak için başvurduğu yöntemler önceki yıllara göre daha net ve çok daha çeşitlendirilmiş durumda.
TCK 299 ve 301'inci maddelerde düzenlenen ''Cumhurbaşkanına hakaret'' ve "Devletin Egemenlik Alametlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar" ile Terörle Mücadele Kanunu'nun 7'nci maddesine dayandırılan iddianameler; ''Silahlı Terör Örgütü Üyeliği'', ''Siyasal ve Askeri Casusluk'', ''Gizli Kalması Gereken Bilgileri Açığa Çıkarmak" gibi suçlamalar iyice rutine dönüştü.
Can Dündar ve Erdem Gül'ün ağırlaştırılmış müebbet istenen ve doksan gün tutuklu kalmalarına yol açan ‘’MİT TIR'ları’’ davası uluslararası camiada dikkatle izlenirken, Samanyolu TV yöneticisi Hidayet Karaca ile gazeteci Mehmet Baransu'nun benzer suçlamalar nedeniyle bir yılı geçen tutukluluk halleri de sürmekte.
Bu gazeteciler mesleki icraatları nedeniyle iktidarın gazabına uğrayanlardan sadece dördü.
Yıllardır Türkiye medyasındaki gelişmelerin izlendiği BİA Gözlem Raporu'nun sonuncusuna göre:
''28 gazeteci ve 10 dağıtımcı Nisan 2016’ya cezaevinde girdi. Gazetecilerin 18’i ve dağıtımcıların tamamı Kürt medyasından; TMK ile TCK kapsamında ‘örgüt’ bağlantılı olarak hapiste bulunuyor.''
''28 gazeteciden 15’i hükümlü, ikisi mahkûm oldu ancak Yargıtay kararını bekliyor; ikisi halen yargılanıyor; dokuzu soruşturma geçiriyor. Soruşturma geçirenlerden dördü ‘örgüt üyeliği,’ üçü ‘örgüt propagandası’; biri hem ‘örgüt üyeliği’ hem ‘örgüt propagandası’; biri ‘hem örgüt yöneticiliği hem gizli belge temini’ şüphesiyle soruşturuluyor.''
''Azadiya Welat gazetesinden dört gazeteci hapiste; tamamı hükümlü. Dicle Haber Ajansı'ndan (DİHA) biri eski muhabir toplam yedi gazeteci hapiste, ikisi hükümlü, beşi soruşturma geçiriyor. Özgür Halk dergisinden iki gazeteci hapiste, ikisi de hükümlü. Bir Radyo Dünya yetkilisi, bir Hevi Jine dergisi yetkilisi, bir Yeni Özgür Politika/Özgür Gündem gazetelerinin yazarı hükümlü.''
Adalet Bakanlığı verilerine göre, ‘’Cumhurbaşkanı'na hakaret’’ soruşturma ve davaları, 2014 ortasından Mart ayına kadar 1850 dolayındaydı. Bu sayının 3 Mayıs itibarıyla 2000'e yaklaştığı sanılıyor. Suçlama yöneltilen ve dava açılanların büyük çoğunluğu gazeteciler. Bu arada, Today's Zaman gazetesinin eski genel yayın yönetmeni Bülent Keneş gibi iki yıldan uzun süre hapse mahkûm olanlar da var.
BİA Raporuna göre, sadece Ocak-Mart 2016 döneminde TCK’nın 299. maddesinden yargılanan beşi gazeteci yedi kişiye, 3 yıl 3 ayı ertelemeli olmak üzere toplam 11 yıl 4 ay hapis cezası verildi; 22’si yeni sanık 29 gazeteci toplam 32 kişi yazı, görüş ve eleştirileri nedeniyle 299. maddeden halen yargılanıyor. Yine 299’dan sekiz gazeteciye yeni soruşturma açıldı; iki gazeteci hakkında takipsizlik kararı verildi.
Bunların yanı sıra, 3 Mayıs'a sadece günler kala, Cumhuriyet gazetesinin iki yazarı hakkında, Charlie Hebdo baş sayfasındaki karikatürü köşelerinde iktibas ettikleri için ''halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek'' suçlamasıyla ikişer yıl hapis cezası verildiğini de gazetecilik üzerindeki karabasanın ne kadar yoğunlaştığını göstermek açısından not edelim.
Bu örnekler Türkiye'de bu kilit mesleğin ‘’kriminalizasyonu’’nu öngören iktidar projesinin sadece bir veçhesi.
Bir başka boyut, bireysel veya gruplar halinde gazetecilerin, Gezi protestolarıyla sistematik görüntü kazanan işten çıkarılmalarının aynı hızla ama daha da kapsamlı şekilde sürmesi ve 2013'ten bu yana işini kaybeden sayısının, son altı aylardaki işlemlerle birlikte kabaca 3.500 kişiyi bulması. Çoğu vasıflı, tecrübeli insan kaynağını kapsayan bu kıyım, aynı zamanda bir sektör içindeki 'tasfiyeyi' de bize yeterince anlatıyor. Gidenlerin yerine gelenlerin liyakat yerine sadakat temelinde istihdam edilmesi de Türkiye toplumuna iktidarın iradesi doğrultusunda bir ‘’genetiği değiştirilmiş medya’’ yapısının dayatılmaktka olduğunu yeterince anlatıyor.
Bu kıyımı dramatik hale getiren gelişme, son bir yıl içinde iktidarın tek tek veya gruplar halinde gazetecileri hedef almanın da ötesine geçip, doğrudan doğruya ve hukuken son derece tartışmalı bir şekilde medya şirket ve kuruluşlarına ‘’terör örgütleriyle bağlantı’’ bahaneleriyle polis operasyonları düzenlemesi ve el koyması. Bu şekilde, maalesef rakip medyanın pasif bakışları altında, geçen sonbaharda Koza-İpek Medya Grubu, ardından geçen Mart ayında Zaman gazetesinin de içinde yer aldığı Feza Gazetecilik Grubu, salt eleştirel habercilikte ısrarlı olduğu için iktidarın atadığı kayyumların eline geçti ve kısmen faaliyetleri durduruldu. Aynı akıbet, seçimlerde oy sayımı süreçlerinin bağımsız gözlemcisi olan, Türkiye'nin en geniş muhabir ağına sahip Cihan Haber Ajansı'nın da başına geldi.
Bu gruplara ait TV kanallarının bazı Kürt kanallarıyla beraber dijital platformlardan ve uydudan çıkartılmaları ardından düpedüz yok edilmeleriyle birlikte, Türkiye'de medyanın yaklaşık yüzde 90'lık bir kesiminde editoryal kontrol doğrudan ve dolaylı olarak Saray ve onun güdümündeki AKP hükümetinin eline geçmiş oldu.
Şu anda Fox hariç üç cılız TV kanalı; çoğu sol renkli, düşük tirajlı, iyi kötü haber kovalayan dört-beş gazete ve daha çok kentli kesimin eriştiği beş-altı internet haber sitesi ile Türkiye'de özgür- bağımsız gazeteciliğin ne etkili bir işlev görmesi mümkün, ne de ayakta kalabilmesi.
Kısacası durum hiç parlak görünmüyor.
Tek çıkış yolu, gazetecilerin siyasi misyon saplantısından ve ideolojik husumetten vazgeçerek iç kutuplaşmayı kırmaları ve güçlü bir yapıyla halka haber taşımanın yollarını birlikte aramaları.
* Bu yazı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayınlanmıştır