Gazeteci Nihal Bengisu Karaca, son dönemde tartışmaya açılan ve hedef alınan İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik "Yüz yıl önce nasıl ise kadına, annelerimize verdiğimiz yer hala öyle devam etsin diyen bir grup var. Biz bu grupla anlaşamayacağız. Ama bazı endişelerini anlıyorum da bu insanların çünkü benim ailemde de bu endişeleri dile getirenler var. Kendisine dindar diyen kesim, aile hukuku ile ilgili konularda kadınla ilgili bölümde anlaşamıyor. Bu tartışmalarda bu çok fazla ortaya çıktı" yorumunu yaptı.
Gazeteci Karaca, RS FM’de Atilla Güner’le Akşam Postası’na değerlendirdi.
Karaca, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Dindar kesim, kadın konusunda anlaşamıyor"
“Akit'te bulunan çoğu kişinin kafasındaki aile ya da kadın tasavvuru farklı... Ben de dindarım onlar da dindar ama gerçekten fazla ayrışan kutupları oluşturuyoruz. Kendisine dindar diyen kesim, aile hukuku ile ilgili konularda kadınla ilgili kısımda anlaşamıyor; ki bu konuda bu çok fazla ortaya çıktı. Yargıdaki sıkıntılar, yolsuzluklarla ilgili söylentilerin artmasının çok rahatsız edici olmaya başladığını düşünüyorum ama bunu çok net ve sağlam bir biçimde ortaya koyamayan kesimler İstanbul sözleşmesi hikayesini Erdoğan'a ya da partiye muhalefet yapabilmenin de yolu olarak görüp de iştahlandılar biraz.
"AK Partili görünerek muhalefet edebilme aracı oldu"
Erdoğan'da yılların siyasetçisi bunu görmemesi mümkün mü? Papatya benzetmesi de sadece meselenin ‘kadın ailede nerede duracak’, ‘kadın meselesi ne olacak’ meselesi olmadığını gösteren bir detay. Örgütlü dindarların kendi mahallerinde ‘Siz de Davutoğlu ya da Babacan gibi yoksa kirişi kırmaya mı kalkıyorsunuz?’ gibi eleştiriye maruz kalmadan hala çok yerli ve milli AKPli görünerek muhalefet edebilmelerini sağlayan bir kulvar oldu İstanbul sözleşmesine karşı olmak. ‘Muhalefet de etmiyor değilim bakın’ psikolojisinin gereksinimini doyuran bir arter oldu. Erdoğan'da bunun farkında ve ona dair de cevap veriyor.
"Emine Erdoğan ve Sümeyye Hanım çok etkili oldu"
Emine Hanım ve Sümeyye Hanım'ın ben bu konuda etkisinin çok olduğunu düşünüyorum. İstanbul sözleşmesini benim de eleştirdiğim zamanlar oldu. İstanbul sözleşmesi yerlidir ama kavramları dışarlıklıdır diye yazdığım zaman oldu. Bir konuda anlaşamıyoruz bu kitleyle. ’Yüz yıl önce nasıl ise kadına, annelerimize verdiğimiz yer hala öyle devam etsin’ diyorlar. Biz bu grupla anlaşamayacağız. Ama bazı endişelerini anlıyorum da bu insanların çünkü benim ailemde de bu endişeleri dile getirenler var. Fakat bunların nedeni İstanbul sözleşmesi değildi. Sizin LGTB görünürlüğünden kaygılanmanız normal olabilir ama LGTB görünürlülüğü dediğimiz şeyin artmasının nedeni İstanbul sözleşmesi değil. ‘Bir dakika’ dedik biz dindar kadınlar olarak. Bunların nedeni bambaşka şeyler. Çağın değişiyor olması, ABD'de de gay evliliklerinin onaylanması, moda, sinema, giyimin tamamen bu eğilimleri öne çıkarmaktan yana bir tutum alması. AKP'nin yüksek profilini teşkil eden kişilere bu sesi ulaştırabilmek çok kıymetliydi. Bu konuda Sümeyye Erdoğan'ın da çok katkısı var.
"Dilipak'ın sözlerinden benim de canım yandı ama..."
Her şeye rağmen köşe yazarlarını, gazetecileri kınayabilirsiniz ki Erdoğan'ın hakkı var kınamakta... Çünkü kendisine yakın kendi mahallesine yakın bir gazete olduğu için o yakınlıktan dolayı fikir, görüş yakınlığından dolayı belki daha rahat nazının geçebileceğini düşünüp geçmediğini görünce tepki vermesi gayet normal. Genel olarak gazetelere, gazetecilere had bildirme tutumundan da vazgeçmeliyiz. Hangi görüşte hangi tarafta olursa olsun. Bu süreci erken görenlerden biri olarak, bu iyiye gitmiyor diyorum. Gazetecilere yazdığı bir yazı üzerinden milli değilsin, yerli değilsin, satılmışsın, hainsin, maşasın şeklindeki bu tür ithamlar ve suçlamalar ve bunların bir de sonuç doğurmaya başlaması. Ben buna dair yazabildiğim, yapabildiğim kadar uyarıyı yapmış olduğumu düşündüğüm için söyleyebiliyorum. Dilipak'ın yazdığı şeylerden, canı yanmış bir kadın olarak söylüyorum bunları.”