Gündem

Gaby Levy: Erdoğan, İsrail'den nefret ediyor

Taraf gazetesi, ABD’nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey tarafından 27 Ekim 2009’da Washington’a gönderilen “KİŞİYE ÖZEL” ibareli ve “İSRAİL BÜYÜKEL&Cce

05 Eylül 2011 03:00

T24 - Wikileaks sızıntılarını aktaran Taraf gazetesi, ABD’nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey tarafından 27 Ekim 2009’da Washington’a gönderilen “KİŞİYE ÖZEL” ibareli ve “İSRAİL BÜYÜKELÇİSİ PROBLEMLERİNİN İZİNİ ERDOĞAN’A KADAR SÜRÜYOR” başlıklı kısa kriptoyu yayımladı. Kriptoda, İsrail'in Ankara Büyükelçisi Gabi Levi'nin Başbakan Tayyip Erdoğan'ın İsrail'e yönelik "sertliğini", "'O bir köktendinci. Bizden dinî açıdan nefret ediyor' ve bu nefreti de çevresine yayılıyordu" şeklinde açıkladığı yer aldı.





Taraf gazetesinde "Erdoğan İsrail'den nefret ediyor" başlığıyla yayımlanan (5 Eylül 2011) Wikileaks kriptosu şöyle:



Erdoğan, İsrail'den nefret ediyor


Birleşmiş Milletler’in Mavi Marmara Raporu’na tepki duyan Ankara’nın İsrail’le ilişkileri neredeyse tümüyle askıya alan ve Doğu Akdeniz’de seyrüsefer serbestisi konusunda “sıcak çatışma” ihtimalini de ima eden yaptırım kararları, öyle görünüyor ki, Kudüs kadar Washington’ı da şaşırttı. Türkiye ve İsrail’de görevli Amerikalı diplomatların, son günlerde harıl harıl bu krizle ilgili kriptolar yazdıklarından şüpheniz olmasın. Bu kriptoların, krizin varacağı seviyeyi öngörememiş bir başkente, tamirat konusunda yol göstermeye çalıştığını tahmin edebiliriz. Esasen, İstanbul doğumlu ABD’li uluslararası ilişkiler profesörü Henri Barkey’nin, Türkiye-İsrail ilişkilerindeki krizi, “Obama yönetiminin de başarısızlığı” olarak nitelendirmesi boşuna değil. Washington’ın Ortadoğu politikasının değişmez bileşenlerinden biri, Türkiye ile İsrail’in diyalog ve işbirliğinin aksamamasına çalışmak, iki ülkenin birbirine karşı hasmane bir tutum içine girmesini her koşulda engellemektir. Taraf‘ın elindeki WikiLeaks Türkiye Belgeleri arasında, ABD’nin bu amacını açıkça teyit eden yüzlerce gizli yazışma var. Türkiye-İsrail ilişkileri sadece ikili bazda değil, İran, Suriye, Filistin ve Irak’taki dinamikleri etkileme potansiyeli açısından da bu yazışmalarda çok ayrıntılı biçimde ele alınıyor. Ancak biz bugün ve yarın, bölgesel dinamikleri arka planda tutarak, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin öncelikle ikili düzeydeki seyrinin, özellikle de 2007’den bu yana yaşadığı iniş çıkışların, Amerikan diplomatik kriptolarına nasıl yansıdığına bakacağız. Bunlar, Mavi Marmara krizi yaşanmadan önce yazılmış kriptolar; dolayısıyla da, dokuz Türkiye vatandaşının ölümüyle sonuçlanan gemi baskınının yarattığı duygusal ve siyasi tepkilerden bağımsız bir perspektifle, ikili ilişkilerdeki zorlukları değerlendiriyor ve aslında biraz da bu sayede, bugün vardığımız noktayı anlamamız açısından farklı bir araç oluşturuyorlar.


Tarih 2 Şubat 2007. ABD’nin Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı Janice Weiner’ın kaleme aldığı ve Büyükelçi Ross Wilson’ın onayıyla Washington’a gönderilen “KİŞİYE ÖZEL” telgrafın başlığı “Türk-İsrail İlişkileri: İstikrarsız ama Dayanıklı.” İkili ilişkilerin altmış yıllık tarihine analitik bir bakış içeren telgrafın tam metnini yayımlıyoruz:


(1) ÖZET: Türkiye-İsrail ilişkileri özellikle de bu ilişkilerin son on beş yılı belki de bir akademisyene ait olan şu sözlerle tarif edilebilir: “... Bunu hayatın ileri bir evresinde yaşanan bir aşk ilişkisine benzetebiliriz. Birbirlerini yıllardır tanıyan iki kişi birdenbire, arkadaşlarını ve hasımlarını hayrete düşüren bir şekilde, neredeyse tutkulu bir ilişki yaşamaya başlıyorlar. Ancak, bir süre sonra, tutku soğuyor ve taraflardan biri başka ilişkilere girmeye başlıyor.” Bu hikâyenin son bölümü henüz yazılmadı. İkinci İntifada ve İslamcı eğilimli Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) 2002’de iktidara gelişi son yıllarda ilişkilerde yaşanan soğukluğun arkasındaki başlıca etkenlerdi. Son elli yıldaki iniş çıkışlara rağmen, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişki halen sağlamdır ve karşılıklı çıkarlara uygun olduğu iki ülke tarafından da kabul edilmektedir. Bölgede gerçekten işleyen iki demokrasinin bu ikisi olmaya devam etmesi de kuşkusuz bunda bir rol oynuyor. 1990’larda geliştirilen sıcak ikili bağların lokomotifliğini büyük ölçüde savunma işbirliği yapmış olsa da, bugün arada sırada yaşanan siyasi ağız dalaşlarına rağmen, ilişkinin omurgasını dik tutmakta en önemli rolü iş ilişkileri ve iktisadî kalkınma oynuyor.



Türkiye ve İsrail'in bir flört geçmişi var


(2) Türkiye ve İsrail’in, İsrail devletinin başlangıcına kadar uzanan uzun bir ilişki tarihi var. Türkiye Mart 1949’da, İsrail’in kuruluşunu ilan etmesinden on ay kadar sonra, İsrail’i resmen tanıyan ilk devletlerden biri ve nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ilk ülke olmuştu. Birçok akademisyen Türkiye’nin o zamanki kararının, büyük ölçüde Türk-Arap ilişkilerinin zayıf durumunun bir yansıması olduğunu savunuyor. Türkiye’nin Arap komşuları, eski Osmanlı’daki kolonyal efendilerine karşı hâlâ güvensizdiler ve Türklerle Araplar, Soğuk Savaş boyunca kendilerini rakip kamplarda buldular. Buna rağmen, İsrail’in Arap olmayan en yakın komşusuyla daha yakın bağlar kurmak için duyduğu hararetli istek, karşılıksız kaldı. İsrail’in ilk başbakanı David Ben Gurion’ın şu serzenişi kayıtlardadır: “Türkler bize, herkesin önünde nikâh kıydıkları eşleri gibi davranmak yerine, hep bir metrese davranır gibi davrandılar.”


(3) Türkiye’nin siyasi liderleri, yıllarca, çeşitli nedenlerle kendilerini İsrail’e tamamen adayamadılar. Avrupa’da zulümden kaçan Yahudilere, Osmanlı İmparatorluğu’nun kapılarını açma yönündeki uzun bir geçmişi olan tarihî geleneğine rağmen, Türklerin büyük çoğunluğu, İsrail’in Filistinlilere karşı, özellikle de 1967 sonrasındaki eylemlerini hâlâ olumsuz karşılıyorlardı. Türklerin Arap petrolüne bağımlılığı da İsrail’in tam olarak kucaklanmasına karşı bir argüman oluşturdu. Yine de, İsrail açısından yarı-gönüllü bir sarılmanın bile hiç yoktan iyi olduğu görülüyor.


(4) İkili ilişkiler 1990’larda dramatik biçimde iyileşme gösterdi. Soğuk Savaş’ın sonu ve Ortadoğu Barış Süreci’nde Madrid ve Oslo’da sağlanan ilerleme, Türkiye ile İsrail arasında daha yakın bağlar kurulmasına karşı hem iç muhalefeti hem de bunun bir Arap misillemesine yol açması tehdidini hafifletti. İkili iktisadî ilişki hızla gelişmeye başladı; ikili ticaret 1991 ile 1995 arasında dört katına çıktı.



Askerden askere bağlar ilişkiyi yeni seviyelere çıkardı


(5) Belki bu dönem için daha da dikkat çekici olan şey, ikili savunma işbirliğinin bu derece gelişip serpilmesiydi. 1990’larda, iki ülke ikili savunma işbirliğinin geniş içeriğini kapsayacak şekilde, askeriyeyle ilgili yirmiden fazla anlaşma imzaladı. En önemlileri arasında şunlar var: İki ülke 1995’te birbirlerinin hava kuvvetlerine mensup pilotların karşılıklı hava sahalarında eğitim uçuşu yapmasına izin vermekte anlaştılar; 1996’da İsrail Savunma Kuvvetleri, İran, Irak ve Suriye sınırlarındaki Türk güvenlik güçlerine danışmanlık yaptı ve malzeme sağladı; 1996-97 döneminde iki ülke, ortaklaşa havadan yere füze üretmek için anlaştılar; ve İsrail 54 adet Türk F-4 Phantom jetinin iyileştirilmesini(upgrade) üstlenmeyi kabul etti. 1998’de İsrail’in 48 adet Türk F-5’ini, 2002’de ise 170 Türk M-60A1 tankını iyileştirmesi için benzer anlaşmalar yapıldı. Türk savunma kuvvetleri, Ocak 1998’de, üçlü (Türkiye/İsrail/ABD) bir askerî Arama Kurtarma tatbikatına (Güvenilir Denizkızı) katılmaya başladılar. Bunun takipçi tatbikatları da o zamandan beri genel olarak her yıl yapıldı. (NOT: Güvenilir Denizkızı 2005’te takvim belirleme sıkıntısı ve kaynak yetersizliği gerekçesiyle ertelendi; 2006’da ise Lübnan krizi nedeniyle bir kez daha ertelendi.)



Ancak balayı intifada ile sona erdi


(6) Ankara merkezli düşünce kuruluşu Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nden (ASAM) Serhat Erkmen, Gazze ve Batı Şeria’daki ikinci intifadanın Türk-İsrail ilişkilerinin son döneminde bir dönüm noktası oluşturduğuna işaret ediyor. Şiddetin medyada yer almasının Türk kamuoyu ve Türk hükümeti üzerindeki etkisi dikkat çekiciydi. O zamanki başbakan, Bülent Ecevit, Ankara’da Kasım 2001’deki bir basın toplantısında Yaser Arafat’ın “terörü desteklediği” iddialarını reddederek, İsrail Başbakanı Ariel Şaron’u herkesin önünde azarlamıştı. Ecevit, Nisan 2002’de, Şaron’un Filistinlilere karşı politikasının “soykırıma” eşdeğer olduğunu söyleyerek gerginliği daha da ateşlendirdi.



...Ve AKP yeni ilişkilere girmeye başladı


(7) Recep Tayyip Erdoğan’ın İslamcı eğilimli Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) Kasım 2002’de seçimleri kazanmasının da, Türkiye-İsrail ilişkisinde etkisi oldu. İktidara geldikten sonra, AKP Türkiye’nin dış politikasının yönünü yavaş yavaş hem Arap devletleri hem de İran dahil olmak üzere Ortadoğu’daki komşuları üzerinde daha fazla odaklanacak şekilde değiştirmeye başladı. AKP, elli yılı aşkın bir süredir NATO üyesi olan ve Avrupa Birliği’ne katılmak için uzun bir zamandır heves taşıyan Türkiye’nin güneyindeki ve doğusundaki komşularını haddinden fazla bir süre için gözardı ettiğini düşünüyor. Başbakan Erdoğan’ın dış politika danışmanı Ahmet Davutoğlu’nun 2000’de yayımladığı Stratejik Derinlik kitabında ortaya koyduğu vizyon çizgisinde, Türk hükümeti ikili bağları sağlamlaştırmak ve bölgedeki Türk nüfuzunu arttırmak için İran, Suriye ve diğerleriyle düzenli biçimde ilişki kurmaya başladı. ASAM’dan Erkmen’e göre, AKP içinde İsrail’e ideolojik olarak muhalefet eden ve özü itibariyle anti-Semitik olan bir cephe var. Erdoğan’ın bazen anti-Semitik açıklamalar yaptığı biliniyor. AKP milletvekili ve Türkiye-İsrail Parlamento Dostluk Grubu’nun Başkanı olan Vahit Kirişci bile, bazı AKP mensuplarının parlamentoya belli bir İsrail karşıtı önyargıyla geldiğini itiraf ediyor.


(8) Kirişci bize AKP’nin 2002 sonrasında, özellikle Türk ekonomisinin yararı için, bütün komşularıyla ilişkilerini güçlendirmeye verdiği önemi vurguladı. AKP’nin bölgede sadece siyasi değil, aynı zamanda ticarî ve kültürel bağları da geliştirme ihtiyacı duyduğunu söyledi. Bu gayret, Ankara’da önceki hükümetlerin izlediğinden daha “dinamik” bir dış politika gerektiriyordu. Sonuçta, Kirişci’ye göre, Türkiye komşularıyla ikili ilişkilerindeki en zor meselelerle bile ilgilenmek için daha iyi bir platforma sahip olmuştu. Türkler, İslam âlemi ile İsrail dahil Batı dünyası arasında köprü kurmaya yardımcı olabileceklerinin delili olarak, Eylül 2005’te İsrail ve Pakistan yetkilileri arasında, kamuoyu önünde yapılan ilk resmî görüşmeyi organize etmekte oynadıkları kolaylaştırıcı role işaret ettiler.



Ama ilişki devam ediyor


(9) Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Dairesi Başkanı Sedat Önal ve Kirişci, her ikisi de, Türk-İsrail ilişkilerinin en zor sınavları bile atlatabilecek kadar derin olduğunu savunuyorlar. Yakın tarih bu çıkarımı destekliyor. 2004’te Erdoğan, o zamanki Hamas lideri Ahmed Yasin’in mart ayında öldürülmesini “terörist bir eylem” diye niteleyip İsrail’e lânet ettiğinde ilişkiler bir sınavdan geçmişti. Bir ay sonra, Erdoğan İsrail’in Gazze’deki politikasını “devlet destekli terörizm” olarak tarif etti. Ancak 2004 yazına gelindiğinde, İsrail’in o dönemdeki Sanayi ve Ticaret Bakanı Ehud Olmert, Türkiye-İsrail Karma Ekonomik Konseyi’nin toplantısı için Türkiye’yi ziyaret ediyordu ve Türkiye’nin Zorlu Grubu’nun İsrail’de üç enerji santralı kurup işletmesi için 800 bin dolarlık bir sözleşme imzalandı. Başbakan Erdoğan Mayıs 2005’te İsrail’i ziyaret etti; 17 adet yeni ortak Türk-İsrail askerî projesini açıkladı. Hamas’ın Ocak 2006’da Filistin’deki seçimleri kazanması sonrasında, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül dahil AKP yetkilileri “siyasi parti temsilcisi sıfatıyla” (görüşmenin, Türkiye Cumhuriyeti devletini temsilen yapılmadığı ima ediliyor) Şam’da mûkim Hamas lideri Halid Meşal’le şubatta Ankara’da görüştüler. Bu görüşme, hem İsrail’den hem ABD’den gelen sert eleştirilere yol açtı. Ancak mayıs ayı geldiğinde, yeni İsrail Dışişleri Bakanı (Tzipi) Livni, ilk resmî yurtdışı gezisinde Türkiye’yi ziyaret ediyor ve “Türk-İsrail ilişkileri açısından, Hamas ziyareti meselesi kapanmıştır” diyordu.


(10) İsrail sık sık Türkiye’nin taşkınlıklarını ya da siyaseten utandırıcı olan hakaretlerini görmezden gelmek durumunda kalıyor. Buradaki İsrail Başmüsteşarı (İsrail’in Ankara Büyükelçiliği’nin iki numarası kastediliyor) bize, İsrail’in, ilişkinin bu yönünü kabullendiğini ve bunun ne anlama geldiğini gördüğünü söyledi: Türk siyasetçileri içerideki izleyicilere oynuyorlar. (İsrailli diplomat) şunu da ekledi: “Onlar bağırıp çağırıyorlar ve biz de onları affetmeyi tercih edip yaptıklarını görmezden geliyoruz. Önemli olan, bu ilişkiyi elimizden geldiğince iyi bir şekilde sürdürebilmek.” (Sedat) Önal, İsrail’le ilişkiyi, Türkiye’nin Ortadoğu politikasının “iki temel direğinden biri” olarak tanımladı. Ortadoğu’daki olaylar “ilişkilerimizin ilerleme hızını etkilese bile, temelini etkileyemez.” Önal, İsrail’de ve Filistin topraklarında yaşanan olaylara tepki olarak ateşli bir söylem kullanıldığında sürekli “hasar kontrolü” yapmak zorunda kaldıklarını bize özel olarak itiraf etti ama Ankara’daki hiçbir hükümetin Türkiye ile İsrail’i birbirine bağlayan ikili bağları tek taraflı olarak tersine çeviremeyeceğini vurguladı.



İkili iş ilişkileri anahtar rol oynuyor


(11) 1990’lardan itibaren savunma alanındaki ticarette yaşanan keskin artış, ikili iktisadî ilişkinin yeni işbirliği seviyelerine taşınmasında büyük rol oynadı. İlişkilerin ısınmaya başlamasından önce, ikili ticaret genelde Türkiye’ye teknoloji ve sanayi ürünleri ihraç ederken, tarımsal ürünler ve hammadde ithal eden İsrail lehine olacak şekilde dengesizdi. Ancak iki ülkenin iş sektörleri arasında kurulan güçlü bağların kendi kendini ayakta tutabilen tabiatı, Türkiye ile İsrail arasındaki ticaret hacminin savunma alanı dışında da artmasına yol açtı. Ve son yıllarda, ticaret dengesi dramatik biçimde Türkiye lehine değişti. İkili ticaret hem 2005’te hem 2006’da, 1990’dan bu yana yirmi katlık bir artışla, iki milyar doların üstüne çıktı; Türk ihraç ürünleri İsrail’den yapılan ithalatı neredeyse ikiye bir oranında katladı. İsrail’den ithal edilen malların Türkiye’nin İsrail’e ihraç ettiklerinden üçte bir oranında daha fazla olduğu 1990 rakamlarıyla kıyaslandığında, dramatik bir dönüşüm gerçekleşti.


(12) İktisadî ilişkinin gelişmeye devam etmesi bekleniyor. 2006’da 400 bin civarında İsrailli turist (rekor bir sayı) Türkiye’yi ziyaret ederken, Türk iş dünyasının İsrail’e (potansiyel olarak da Gazze’ye) olan ilgisi artmaya devam etti. Aralık 2006’da, iki ülke Türkiye’den İsrail’e Akdeniz’in altından petrol, doğal gaz, su ve elektrik taşıyacak boru hatları inşa edilmesi konusunda hırslı bir mutabakat zaptı imzaladılar. (Bu proje ilk olarak, Başbakan Erdoğan’ın Mayıs 2005’teki İsrail ziyaretinde gündeme geldi ve “Ceyhan’la İsrail’in Aşkelon limanı arasında, petrol, doğal gaz, su, fiber optik kablo ve elektrik hattı taşıyacak bir borular demeti” olarak tarif edildi. Söz konusu mutabakat zaptını, dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler İsrail Altyapı Bakanı Binyamin Ben Eliezer’le imzaladı.) Bu projenin iktisadî ve teknolojik gerçekçiliği net olmamakla birlikte, Türkler, Asya’ya ve küresel piyasalara petrol ve doğal gaz taşıyabilecek bu potansiyel kuzey-güney hattına büyük önem veriyorlar. Türk hükümeti yetkilileri, İsrail’le bu hattı sadece iktisadî bir bağ olarak görmediklerini, aynı zamanda, bölgesel kalkınmaya ve Ürdün ile Filistin topraklarını da su ve elektrik alacak şekilde işin içine katmak suretiyle barışa da katkı yapmaya yardımcı olması niyetini taşıdıklarını da dile getirdiler. Nisan 2006’da, Dışişleri Bakanı (Abdullah) Gül, Filistin yetkilileriyle, Gazze Şeridi’ndeki Erez’de sanayi bölgesinin yeniden açılması hedefiyle bir mutabakat zaptı imzaladı. Filistin Yönetimi’nin istikbâli konusunda hâlihazırdaki siyasi belirsizliğe rağmen, Türk yetkililer projeye ve sanayi parkının yeniden düzenlenmesine yardımcı olmak için sözünü verdikleri beş milyon dolarlık bağış taahhüdüne sadıklar.



Kuralına uygun: Fırtına, geçici bir sükûnet, sonra hafif rüzgar


(13) 2006 yazında Lübnan’da yaşanan olaylar ikili ilişkilerde zor bir dönem başlattı. (Amerikalı diplomatın “olaylar” diye azımsadığı hadisenin, Arapça Harb-i Temmuz olarak tarihe geçen 2006 İsrail-Hizbullah Savaşı olduğunu hatırlatalım. Otuz dört gün süren bu savaş, esas olarak Hizbullah güçleriyle İsrail ordusu arasında, 12 Temmuz 2006’da başlayan ve 8 Eylül 2006’da İsrail’in Lübnan’ı denizden ablukaya almaya son vermesiyle biten bir çatışmalar dizisiydi. Hizbullah’ın İsrail sınırından içeri roket saldırısıyla başlayan savaşta, çoğu Lübnanlı sivil olmak üzere 1200 kişi öldü, bir milyon Lübnanlı ile beş yüz bine yakın İsrailli de yerlerinden edildi.) İsrail’in Lübnan’a yönelik hava saldırıları ardından, Türk kamuoyunun hissiyatı keskin biçimde İsrail karşıtı bir hal aldı. AKP yetkilileri de, beklenene uygun olarak, İsrail’in eylemlerini kınadılar. Özellikle parlamenterler, eleştirel bir tutum izledi. Yazdan önce ikili parlamento dostluk grubuna üye olan 293 parlamenterden 256’sı, eylül geldiğinde, istifa etmişti. Vahit Kirişci grubun başkanlığını sürdürmeye karar vermesi sonrasındaki beş ayın kendisi için kolay olmadığını, seçim bölgesindeki birçok seçmenin (hatta arkadaşlarının) onun bu kararıyla ilgili memnuniyetsizliklerini bildirdiklerini söyledi; isimsiz tehditler aldığını da ilave etti. Yerinde kalmıştı çünkü, kendi deyişiyle, “Biz (AKP) bir ülkeyi yönetiyoruz. Bu bizim sorumluluğumuz. Olup biteni görmezden gelemeyiz ama dış politikada gerçekçi olmak zorundayız. Ve önemli bir bölgesel aktör olarak, ilişkiyi sürdürmemiz gerekir.”


(14) İzleyen beş ay ise, büyük ölçüde eski dalaşmalardan sonra olduğu gibi gelişti. Başbakan 
(Ehud) Olmert’in 2006 sonbaharında Türkiye’ye yapması beklenen ziyaret(Erdoğan’ın 2005’teki İsrail gezisinin iade-i ziyareti), İsraillilerin kesin tarih talep etmesine rağmen, Türkler tarafından sürekli olarak ertelendi. Türk Genelkurmayı Ağustos 2006’da Güvenilir Denizkızı Tatbikatı’nı “bölgedeki güncel gelişmeleri ve Doğu Akdeniz’deki tahliyeleri” gerekçe göstererek 2007’ye ertelemeye karar verdi. Yine de, Aralık 2006’da Genekurmay İkinci Başkanı (Ergin) Saygun, İsrail’de oradaki muadiliyle birlikte üst düzey savunma görüşmeleri yapıyordu. Başbakan Olmert’in Ankara ziyareti için de 15 Şubat tarih verildi. (Bu ziyaret planlandığı şekilde gerçekleşti, Olmert, Ankara’da soğuk ama diplomatik nezakete uygun şekilde ağırlandı; dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın “programı uymadığı için” Olmert’le görüşmemesi ise bir protesto biçimi olarak siyasi hafızamıza yerleşti.)Dışişleri müsteşarları yıllık siyasi istişareler için 7 şubatta buluşacaklar ve Ticaret Bakanı (Kürşad) Tüzmen, mart başında ikili karma ekonomik konseyin yıllık toplantısına katılacak heyete başkanlık edecek. Son olarak, Türk hükümeti yetkilileri bize Erdoğan’ın da bu baharda, mayıstaki cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde, Gazze ve Batı Şeria’yla birlikte İsrail’i ziyaret edebileceğini söylüyorlar. Ve Referans A’da (Bu belge telgraf metninde yer almıyor) bildirildiği üzere, Türk hükümeti Olmert ile Filistin Yönetimi Başkanı (Mahmud) Abbas ve Dışişleri Bakanı (Condoleezza) Rice arasında muhtemel bir görüşmeyi kolaylaştırmak üzere yardımda bulunmayı teklif etti. Kısacası, pragmatik ilişki rayına girdi.


(15) YORUM: Türk-İsrail bağları, bütün ilişkiler gibi, hem her iki taraf arasında hem de bazen her bir tarafın kendi öncelikleri arasında bir ölçüde taviz vermesini gerektiriyor. Kabul etmek gerekir ki, İsrail çoğu zaman Türklerin taşkınlığı karşısında, yutkunmak ve cesur bir çehreyle karşılık vermek zorunda kalıyor. Ve yanlış bir adımın bütün bir ilişkiyi geriye götürme olasılığı konusundaki hata marjı çok dar olabiliyor. Mesela, İsrail Başmüsteşarı bir süre önce El-Al’ın (İsrail Hava Yolları) Tel Aviv-İstanbul seferlerini kaldırmasının ilişkiye yapacağı etki ve Türk yetkililerin tamamen ticarî olan bu karardan başka sonuçlar çıkarması olasılığı konusunda endişeleniyordu. 30 ocakta, El Al’ın marttan itibaren İstanbul’daki faaliyetine son vereceği açıklandıktan sonra, Türk hükümeti bu kararla ilgili kaygılarını bildirdi ama bunun ilişkiler üzerinde uzun dönemli bir etkisi olup olmayacağını zaman gösterecek. Ancak, eğer geçmişteki tecrübeler bize rehberlik edecekse, siyasetçiler ne yaparlarsa yapsınlar ya da ne söylerlerse söylesinler, sonuçta ilişki iki ülkenin de yararına olacak şekilde derinleşmeye devam edecektir.


WILSON.



‘Sorunlar Erdoğan’dan kaynaklanıyor’


Türkiye-İsrail ilişkilerinin iniş çıkışlarını inceleyen yukarıdaki telgraf, son cümlesinde de görüldüğü üzere, “Ne olursa olsun ilişkiler ayakta durur” tezini işliyor. Ancak bu tezi, bugünlerde savunmak hayli zor. Öte yandan, ilişkilerin “karamsar” bir havaya girmesi, sadece Ocak 2009’daki Davos krizi ya da 2010 yazından beri devam eden Mavi Marmara krizi gibi somut olayların değil, bazen Türkiye ile İsrail arasında karşılıklı güvensizliği besleyen önyargıların da sonucu olabiliyor. Yukarıdaki telgraftan iki buçuk yıl sonra, ABD’nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey tarafından 27 Ekim 2009’da Washington’a gönderilen “KİŞİYE ÖZEL” ibareli ve “İSRAİL BÜYÜKELÇİSİ PROBLEMLERİNİN İZİNİ ERDOĞAN’A KADAR SÜRÜYOR” başlıklı kısa kriptoyu, bu hissiyata yaptığı vurgu nedeniyle aynen yayımlıyoruz:


(1) 26 ekimde İsrail Büyükelçisi Gabi Levi, Büyükelçi’ye (Jeffrey kendini kastediyor) yaptığı ziyarette, ülkesinin Türkiye’yle ikili ilişkilerinde son dönemde yaşanan kötüleşmeyle ilgili kaygılarını ve bu kötüleşmenin münhasıran Başbakan (Recep Tayyip) Erdoğan’a bağlanabileceği konusundaki kesin kanaatini iletti. Levi, Dışişleri Bakanı (Ahmet)Davutoğlu’nun kendisine Türkiye’yi ziyaret eden Çek Dışişleri Bakanı aracılığıyla “durumlar daha iyi olacak” diye bir mesaj ilettiğini söyledi. Levi ayrıca, Dışişleri Müsteşarı (Feridun) Sinirlioğlu, Türk Parlamentosu Dışişleri Komisyonu Başkanı Murat Mercan gibi üst düzey kamu görevlilerinden de Erdoğan’ın İsrail’e yönelik sert eleştirilerine sessizce dayanmasını tavsiye eden mesajlar aldığını belirtti. Mercan, Erdoğan’ın defaatle Gazze’deki insanî duruma ilişkin öfkeli sözler söylemesinin sadece “iç siyasi tüketim için” olduğunu öne sürmüş.


(2) Levi, Erdoğan’ın husumetinde siyasi hesapların motive edici olduğu fikrine itibar etmedi ve Başbakan’ın İsrail’e yönelik sert çıkışlarının seçimlerde partisine bir puan bile kazandırmadığını öne sürdü. Levi, Erdoğan’ın sertliğini, daha ziyade, çok derine nüfuz etmiş bir hissiyata bağlıyordu: “O bir köktendinci. Bizden dinî açıdan nefret ediyor” ve bu nefreti de çevresine yayılıyordu. Levi, Türk dış politikasında İsrail-karşıtı bir kayma algısı olduğuna işaret etti; Türk hükümetinin bir süre önce Suriye’yle ilişkilerin düzeyini yükseltmesi ve Arap Birliği’nde gözlemci statüsü almak istemesi de bunun bir parçasıydı.


(3) YORUM: Türk hükümetinin hem içinden hem dışından irtibatta olduğumuz kişilerle, Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinin kötüleşmesi konusunda yaptığımız konuşmalar, Levi’nin “Erdoğan İsrail’den basbayağı nefret ediyor” tezini doğrulama eğilimindedir. Ayrı bir telgrafta, Erdoğan’ın İran/Ortadoğu meselelerindeki eğilimine katkı yapan unsurları ele alıyor, ancak İsrail’e duyduğu antipati de bir unsurdur. 

JEFFREY