Güvenlik uzmanı Abdullah Ağar, Fırat Kalkanı harekâtının Özel Kuvvetler’den bir yarbayın, patlayıcı imha keşif timinden (Pimkici) bir başçavuşun ve onun uzmanının, IŞİD’in el yapımı patlayıcılarla (EYP) beslediği bir mayın tarlasına girmesiyle başladığını öne sürdü.
Abdullah Ağar'ın Hürriyet gazetesinin bugünkü (31 Mart 2017) nüshasında yayımlanan 'El Bab Kahramanları' isimli yazı dizisinin 'Mayın tarlasında kritik anlar' başlıklı birinci yazısı şöyle:
Fırat Kalkanı’nda askerler mayınlarla, tuzaklarla, bombalı araçlarla, canlı bombalarla, roketlerle karşılaşacaklardı. Ölüm tarlalarına gireceklerdi... Buna hazırlıklıydılar. Mayınlı sahalarda geçit açmaya yarayan roketi mayın tarlasına fırlattılar. Ama patlamadı... Roketi orada öylece bırakamazlardı. İmha edilmeliydi. Yeniden atış için zaman yoktu. Üç kahraman asker birden mayın tarlasına daldılar. Burası, sınırın ilk geçildiği yerdi...
Fırat Kalkanı, Özel Kuvvetler’den bir yarbayın, patlayıcı imha keşif timinden (Pimkici) bir başçavuşun ve onun uzmanının, IŞİD’in el yapımı patlayıcılarla (EYP) beslediği bir mayın tarlasına girmesiyle başladı.
Şamil Yarbay, 21-22-23 Ağustos günlerini hummalı bir hazırlıkla geçirmişti. O, bu harekâtı başlatacak öncü birliklerinin komutanıydı. Şamil Yarbay Şah-Fırat operasyonunda tank ve zırhlı muharebe araçlarla (ZMA) yaşadığı sıkıntıları unutmamıştı. Sırf bu nedenle Fırat Kalkanı’na katılacak bütün zırhlı unsurların muharip imkân ve kabiliyetleri istediği seviyeye çıkartmak için üç gün üç gece boyunca uyumadan, dinlenmeden uğraşıp durdu. Yanında da artık alaylı diye tarif edilen iki uzman çavuş vardı. Hasan ve Feyzullah uzmanlar. Son teknik bakımlar, ikmaller, silah atışları, sıfırlamalar, ayarlar, günler geceler boyu sürdü.
Ölümüne hazırlık
Onlar ölümüne bir hazırlık yapıyorlardı. Ölüm makineleriyle ölüm tarlalarına dalacaklardı. Mayınlarla, bubilerle, tuzaklarla, bombalı araçlarla, canlı bombalarla, güdümlü tanksavar roketleriyle karşılaşacaklardı.
Mayınlı sahalarda 8 metrelik geçit açma sistemi kabiliyeti olan Tamkar’ın 400 kiloluk C4 patlayıcı düzeneği taşıyan roketini mayın tarlasının içine fırlattılar. Patlamadı iyi mi! Roketi orada öylece bırakamazlardı. İmha edilmeliydi.
Tamkar’ın yeniden atışa hazır olması için uzunca bir süreye ihtiyaç vardı. Onlarınsa o kadar zamanı yoktu.
Bütün malzemelerini sırtlandıkları gibi, üçü birden mayın tarlasına daldılar. Fırat Kalkanı’nda işte sınırı, ilk böyle geçtiler.
Ziya Başçavuş, bütün yaşına ve yüküne rağmen ve aslında “arkadan gelenler şehit olmasın, ülkenin onuru için” dağlarda, dağların arasındaki yollarda, meskun mahallerde biriktirdiği tecrübeyi kullanarak mayın tarlasında yürüyüp gidiyordu.
Suat Uzman, var mısın?
İlk IŞİD mevziisini bu anlarda gördüler. Kısa bir çatışma oldu. Hiç durmadılar. Patlayıcı düzeneğinin yanına ulaşıp, bir başka patlayıcıyı yerleştirdiler ve emniyetli bir mesafeye geçip büyük bir gürültüyle patlattılar. Üstlerine toz toprak yağdı.
Geride bıraktıkları ayak izlerine basa basa döndüler. Bütün bunları da 15-20 dakika gibi bir süreye sığdırdılar.
“Suat Uzman!”
“Emredin komutanım.”
“Var mısın?”
Suat anladı hemen. “Olmam mı komutanım.”
Suat Uzman, öncü kolunun içindeki zırhlı dozerin operatörüydü. Bu zırhlı dozer, meskun mahal çatışmaları sırasında, kıta usulü geliştirilmişti.
“Bir buçuk saat bekleyemeyiz. Suat! Ben göstereceğim, sen kürüyeceksin.”
Suat Uzman dozerin üstüne tırmanmaya başlamıştı. Gaz pedalına basmadan önce göğsünde taşıdığı eşinin ve kızının fotoğrafını çıkardı, öptü, özenle yerine koydu. Aklında DEAŞ yüzünden ölen çocuklar, kadınlar, masumlar vardı. Bir de Aylan bebek! Unutmamıştı. O bebeği bir fotoğraf karesinde gördüğü an kalbi ağrımıştı. DEAŞ’ın masum insanlara çektirdiği zulüm son bulmalıydı. Gaza yüklendi.
Yolu böyle açtılar
Suriye sınırını oluşturan demiryolunun üzerinden geçtiler. Suat Uzman içeride, Şamil Yarbay dozerin üstünde kazıya kazıya ilerlediler.
İşte içinde zırhlı, mekanize, ÖSO savaşçısı ve Özel Kuvvetçi olan koskoca bir öncü kolun geçeceği şeridi mayın tarlasında böyle açtılar. Ya patlayacaklardı ya da yolu açacaklardı. Açmak zorundaydılar. Başarmışlardı. Geldikleri yoldan geri döndüler.
“Suat arkama geç aslanım.”
Bağırdı Şamil Yarbay; “At binnn!”
Onlar orada bir Özel Kuvvet taburu, 300 ÖSO savaşçısı, 9 tank, 5 ZMA, 1 ekskavatör ve 1 kıta mamulü zırhlı dozerdi.
Ve artık başlıyorlardı.
Önce gazi oldu, 1 ay sonra şehit
Şamil Yarbay anlatıyor:
“29 sabahı Yusufbayk’tan çıktık. Ez-Zahiriyah’ta temas olmadı. Bundan sonrası dümdüz bir alandı.
Tanklarla çepeçevre emniyete aldık ve keşif yapmaya başladık.
Es Subiniyah köyünü görebiliyordum. Yusufbayk’ın doğusu ve güneyi YPG-PKK, batısı ve batının altı DEAŞ’tı.
DEAŞ’ın ilk ZSU 23-2’leriyle burada tanıştık. Bu savaşın bir ZSU ve dört çeker pick-up savaşı olduğunu görecektik. DEAŞ, PKK, ÖSO... Hepsi aynı araç ve silahı kullanıyordu.
Gittiğimiz hemen her bölgede köylülerden bilgi alıyor, bu bilgileri kullanıyorduk. Ancak burası için özel bir durum vardı. Buradan hiç haber alamamıştık. Sonradan öğrendik ki DEAŞ köylülerin bütün cep telefonlarını toplamış. Keşfin ardından DEAŞ teröristlerini çembere alıyorduk.
Kıvanç'a sarıldı
İlk haber burada geldi. Kıvanç Astsubayımız yaralanmış, gazi olmuştu. İki ay sonra şehit düşecek, hem gaziliğin hem de şehitliğin şerefini taşıyacaktı. Merminin bir parçası sol elmacık kemiğinin altından girmiş sol kulağının arkasına kadar yürümüş, oraya saplanıp kalmıştı. Bu, Kıvanç’ı durdurabilecek bir yara değildi.
Kıvanç gazi olduğunda Tabur Komutanı Şamil Yarbay yanındaki bir diğer silah arkadaşına; “Ben hayatımda bir insanı, hiç bu kadar kıskanmadım. Nefsime yenilmeyim dedim, ama içim yandı” dedi.
Yanına gelince Kıvanç’a sarıldı, tatlı tatlı kızdı:
“Neden ayrılıyorsun yanımdan, neden bana haber vermeden gazi oluyorsun?”
Gülüştüler.
Namlularından vuruyorduk
PKK’lıları vuran tankçı Ömür Uzman’a hedefleri birer birer tarif ettim. Bu adamlar bu binalarda olmaz. Deliklerden, mazgallardan atarlar. Göremediğimiz ama olabilecekleri yerlere atmaya başladık. Mermilerin geliş açılarını hesaplayıp olası yerlere atış yapıyorduk. DEAŞ’ı namlularından vuruyorduk. İşte bu kadar ince, ölümüne bir savaş yapıyorduk. 2003 Irak işgalinden beri akıl, tecrübe, kurnazlık ve pratik biriktiren bir örgütle savaşıyorduk.
Bir keresinde tam namludan vurduğumuzu, parçalanan namlunun da DEAŞ’lıya saplandığını gördük. Bu savaş kısa namluların savaşı değildi. En aşağısı 12,7’lik uçaksavar olan ağır silahların savaşıydı. Ve DEAŞ’ın elinde bunlardan bolca vardı. Tankımız 120’lik mermiyi bir attı teröristler vuruldu. Tam bir koordinat atışı, nokta atışı gibiydi. ÖSO savaşçılarının hayret ve tekbir sesleri içinde ortalık ayağa kalktı.
Bu manzarayı gören ÖSO savaşçıları, galeyana gelip Hafirah köyüne taarruza geçtiler. 15-20 dakika sonra köy alınmıştı.
Buna da ben şaşırdım.
Burada kontrol noktaları oluşturduk ve gece tertiplenmesine geçtik. Geceleri DEAŞ’la mücadele çok daha kolaydı. Çünkü DEAŞ’ın gece görüş imkânı bizimkinin yanında çok zayıf kalıyordu. (29 Ağustos)
Bir varoluş hamlesi
Ağustos 2016’da başlayan Fırat Kalkanı, sadece askeri bir harekât değildir. Her yönüyle millete ait bir varoluş hamlesidir.
Coğrafyanın dizayn edilmeye çalışıldığı, Türkiye’nin de bu dizayna dahil edildiği süreçte, Türk milletine özgü tam gayret atılımıdır.
Mehmetçik Fırat Kalkanı’nda sadece DEAŞ’ın ya da YPG-PKK’nın konvansiyonel güce ulaşmış teröristleriyle mücadele etmedi. Orada her türlü doğrusal-asimetrik-provokatif, tahrik ve tuzak boyutlu askeri-istihbari-siyasi ve demografik saldırıyla karşılaştı.
Türk milleti ‘iç ve dış saha’da sadece terör örgütleriyle değil, istihbarat servisleriyle, psikolojik savaşla ve çok eksenli paralel yapılanmaların ürettiği etkiyle mücadele etmek zorunda kaldı. Harekâtın etkinliği de etkisi de başarısı da muazzamdır.
Mehmetçik Bab önlerine dayandığında Bab’da sadece 80 DEAŞ’lı vardı. Ama Aralık 15’ten Ocak sonuna kadar sadece 1200 DEAŞ’lı imha edildi. Nereden geldi bunlar? Sadece bir seferde Bab’a 800 DEAŞ’lı girdi. Musul çuvalının Suriye ağzı açık bırakılarak, Rakka operasyonu durdurularak, Tedmur-Palmira’da 48 tank ve BTR (zırhlı araç), 450 güdümlü tanksavar füzesi, yüzlerce ağır, binlerce hafif silah, milyonlarca mühimmat DEAŞ’a terk edilerek, DEAŞ’a muazzam bir yol açıldı. Bununla da kalmadı. Bu süreçte DEAŞ, PKK-YPG’ye, rejim güçleri YPG-PKK’ya, YPG-PKK rejim güçlerine toprak bıraktı.
Mehmetçik ise bu zamanda sadece terör örgütleriyle uğraşmadı. Hava taarruzlarına, topçu havan güdümlü füze atışlarına, kimyasal saldırılara maruz kaldı. Azez’de, Cerablus’ta bombalar, canlı bombalar, bombalı araçlar patladı. Tüm bunlara rağmen Mehmetçik, 19 Şubat 2017 tarihine gelindiğinde, yani Fırat Kalkanı’nın 180. gününde ‘bilinen’ 2 bin 469’u ölü, 310’u yaralı olmak üzere 2 bin 786 DEAŞ’lı teröristi etkisiz hale getirmişti. Mart ayı başlarında Bab’ın tamamen DEAŞ’tan temizlenmesiyle bu rakamlar 3 bin 60’a ulaştı.
Bununla birlikte Musul, Başika, Gedu üs bölgesinde ortaya konulan etkiyle 700 civarında DEAŞ’lı terörist etkisiz hale getirildi.
Aynı dönemde Fırat Kalkanı bölgesinde 425’i ölü toplam 462 PYD/YPG/PKK mensubu terörist etkisiz hale getirildi.
Fırat Kalkanı sonunda Türk Ordusu, 243 yerleşim birimini DEAŞ ve PKK-YPG’den kurtardı, 2 bin 15 kilometrekareyi temizledi.
Kaba hesapla bir patlayıcının 10 kişiyi öldürdüğü, 30 kişiyi yaraladığı düşünülürse, karşı tahrip timlerimiz 45 bin kişinin ölmesine, 135 bin kişinin yaralanmasına neden olacak bir tuzak ve patlayıcı etkisini ortadan kaldırmış durumda.