Bir okuyucusundan gelen mektubu köşesinden paylaşan Star yazarı Ahmet Taşgetiren, 'FETÖ' soruşturmasında yaşanan mağduriyetlerden bazılarını aktardı. Taşgetiren mektuptaki şu ifadelere yer verdi:
- Hamile bir hakim sorguya alınır “su alabilir miyim?” deyince “köpüklü kahve de ister misin?” cevabıyla karşılaşır.
- Kırklı bir bebeğin annesine gözaltında iken emzirme izni vermezler.
- Yargı mensubu karı-koca sorguya alınır, tutuklanmazlar. Tekrar alınınca ikisi de tutuklanır. Tutuklama kararını veren hakime hanım bayan meslektaşının boynuna sarılarak güvenlik kameraları karşısında hıçkıra hıçkıra aglar, “ne olur beni affet bunu yapmaya mecburum kurban sen misin ben miyim hakkını helal et” der. Gözü nasıl korkutulduysa 1.5 aydır 3 küçük çocuk annesi meslektaşını tahliye kararı verememektedir.
Ahmet Taşgetiren'in Star'daki yazısı şöyle:
İyi ki sayın Cumhurbaşkanı “At izi it izi” metaforu ile, ve sayın Başbakan “Kılı kırk yarın” çağrısı ile “mağduriyetler oluşabileceği” ihtimalini önemsediklerini ifade ettiler. Bu, medyadaki birçok arkadaşın adeta özgürce yazı yazmasının yolunu açtı, birçok Ak Partili milletvekilini özgürleştirdi. Hoş, bir kısım arkadaşımız, Cumhurbaşkanı’nın sözünü bile birkaç gün sansürlemeyi tercih edebildi, ki bunun adı kraldan fazla kralcılık olmalıdır.
Belli ki mağduriyetler var.
Belli ki bu mağduriyetler Ak Parti’nin tabanıdır veya akraba ya da geçişli alanlardır.
Sayın Cumhurbaşkanı deyim yerinde ise can yangını ile başından beri “FETÖ yapılanması” ile etkin bir mücadeleyi sürdürmekte, devleti de bu mücadeleye yönlendirmektedir.
Bu yapının en sonunda darbe gibi bir cinayete kalkışması, devlet bünyesindeki “Paralel yapılanma”ya karşı her türlü mücadeleyi haklı kılmaktadır.
Sorun ya da mağduriyetler, paralel alanının belirlenmesinde ortaya çıkmaktadır.
Sayın Cumhurbaşkanı 17-25 Aralık’ı milad olarak görmekte, ondan sonraki dönemde 15-16 kriter içine giren herkesin mücadele hedefi olarak görülmesini istemektedir.
Burada sorun, bir, 17-25 Aralık’ın tanımlanmasında, iki, bundan sonraki iltisakların FETÖ’ye dahil olma anlamına gelip gelmediğini tayinde yatmaktadır.
Şunu biliyoruz:
17-25 Aralık’ın “yolsuzluk operasyonu” değil de bir “darbe girişimi” olduğu kanaati, çok uzun süre, Ak Parti bünyesinde bile netleşmiş bir kanaat değildir. Özellikle dört bakanla ilgili kanaatler netleşmemiştir.
İkinci olarak;
Bu tarihten sonraki “İltisaklar”ın hangisi Terör Örgütü anlamına (FETÖ) ile bağlantıyı ortaya koymaktadır? Bu yapının silaha başvurabileceği konusunda insanların bir çoğunun gözünün 15 Temmuz’da açıldığını düşünüyorum.
Bana göre şu konu net:
O yapı içinde birileri silah kullanmayı bile öngördüler. Tayyip Erdoğan düşmanlığı böylesine gözlerini karartmıştı. Onlara sık sık “Kadınlara gençlere bu savaş yükünü taşıtmayın” diye çağrıda bulundum. Savaş dili vardı. Öfke kusuluyordu ve diyalog vs gibi zaman zaman “ılımlı islam” diye tanımlanan çizgiye rağmen, amansız bir öfke dili seslendiriliyordu. “Firavn, yezid...” söylemleri, içinde her türlü şiddeti barındırıyordu.
Şimdi onlar kaçtılar, çünkü kaçacak yerleri var, hatta o kaçacak yerleri önceden ayarladılar. Şimdi de “hicret”i deforme ederek kaçmanın dini gerekçesini üretmeye çalışıyorlar.
Ama geride Türkiye’den başka gideceği yer bulunmayan onbinlerce insan kaldı. Ve onlar devlette ise tasfiye ediliyorlar, bir kısmı da cezaevine alınıyor.
Bir kısmının iltisakı olmuş mu, muhtemelen olmuş. Ama bir, iltisaklarını suç ortağı olmak gibi görmüyorlar, iki önemli bir kısmı pişman olmuş. Orada bulunuşlarını ister “hizmet” gibi meşru bir sebebe bağlıyorlar, ister dersane, okul taksidi, araba-ev kredisi gibi bir banka ilişkisine... Tivit mivit atılmış mı, muhtemelen, onlar da yoğun fiziki ve zihni ablukanın sonucu.
Bunları niye yazıyorum?
Kuru ne yaş ne, bunları belirleme kriteri ne, muhtemelen şu sıralar bunun üzerinde düşünüldüğü için...
Bir de tabii soruşturma, cezaevi sürecinde yaşananlar var. Sonuçta takibata uğrayan, belki cezaevine konan insanlar din dışına çıkmış değiller. Kadınsa başları örtülü, namaz vakti gelince namaz kılacak yer arayacak olan, cezaevinde ne bileyim ben, Kur’an okuyacak olan insanlar... Ayrıca kadınsa hamile olanlar var, emzikli olanlar var...
Acaba nasıl muamele ediliyor onlara?
Bir mail aldım, bir yığın acayip bilgi. Sonunda “Bunlardan sayın Cumhurbaşkanı’nın haberi var mıdır?” diye soruyor.
Okudum ve “Eminim yoktur” dedim.
Bakın işte birkaç not:
- Hamile bir hakim sorguya alınır “su alabilir miyim?” deyince “köpüklü kahve de ister misin?” cevabıyla karşılaşır.
- Kırklı bir bebeğin annesine gözaltında iken emzirme izni vermezler.
- Yargı mensubu karı-koca sorguya alınır, tutuklanmazlar. Tekrar alınınca ikisi de tutuklanır. Tutuklama kararını veren hakime hanım bayan meslektaşının boynuna sarılarak güvenlik kameraları karşısında hıçkıra hıçkıra aglar, “ne olur beni affet bunu yapmaya mecburum kurban sen misin ben miyim hakkını helal et” der. Gözü nasıl korkutulduysa 1.5 aydır 3 küçük çocuk annesi meslektaşını tahliye kararı verememektedir.
Nasıl? Bilmem kimin yüreği ne diyor bunlara?
Bayramınız mübarek olsun!