Gündem

Ferzan Özpetek: 43 yaşındaki Türkan Şoray'la Kıvanç Tatlıtuğ'un sevişme sahnesini izlemek gibi

"Çünkü erotik sahneleri çekerken zorlanıyorum, utanıyorum"

28 Ekim 2018 11:12

Ferzan Özpetek'in İtalya'da çektiği 'Napoli'nin Sırrı' 26 Ekim'de vizyona girdi. İtalyan oyuncular Giovanna Mezzogiorno, Alessandro Borghi, Maria Pia Calzone, Luisa Ranieri ve Isabella Ferrari'nin baş rollerini rollerini paylaştığı 'Napoli'nin Sırrı' filmi Türkiye'de +18 yaş sınırıyla  izleyici karşısına çıktı. Ferzan Özpetek'in yeni filminde çok konuşulacak sahneler yer alıyor. Bir erkeğin doğurmasıyla başlayan filmde dikkat çekici bir başka sahne de Giovanna Mezzogiorno'nun sevişme sahnesi. Özpetek, Aktris ki Giovanna'nın sahnesi için, " Tabii ki olay oldu. 43 yaşındaki Türkan Şoray’la Kıvanç Tatlıtuğ’un sevişme sahnesini izlemek gibi" diyor. 

Hürriyet'ten Ayşe Arman'a konuşan Ferzan Özpetek yeni filmi 'Napoli'nin Sırrı'nı anlattı. Ferzan Özpetek, hikayenin nasıl ortaya çıktığından, çekimlere, kurgudan, çocukluk travmalarına kadar bir çok ayrıntıyı tüm çıplaklığıyla şu kelimelerle ifade ediyor: 

"Napoli’nin Sırrı’ insanı çarpan, hüzünlendiren, düşündüren, erotik sahneleriyle şaşırtan, şok etkisi yaratan, yani bir sürü duyguyu aynı anda hissettiren bir film. Bir de meşhur bir sevişme sahnesi var. Film bu açıdan da çok tartışılacak...

Evet. İtalya’da ‘Paris’te Son Tango’dan bu yana bu kadar cesur bir sahne çekilmedi!” diye yazılar çıktı, eleştirmenler arasında böyle değerlendirenler oldu.

Zorlandın mı o sahneyi çekerken?

Zorlandım. Kadın başrolüm, ‘Karşı Pencere’de de oynayan Giovanna Mezzogiorno. İtalya’nın çok büyük bir starı. Bizim Türkan Şoray’ımız gibi. Onun 43 yaş versiyonu. Erkek başrolüm de Alessandro Borgi. O da yeni parlayan bir star, Netflix’te bir filmi var. Bunların ikisinin arasında çok ateşli bir şey yaşanıyor. Aralarında da 15-16 yaş var. Kadın bir adli tıp doktoru; o kadının bu adamla beraber olabilmesi için tamamıyla kafasının gitmesi lazım. Yani gerçekten adamı çok arzulaması lazım. O yüzden önemli bir sahne. İzleyiciye o tutkunun geçmesi gerekiyordu. Bir gece önce ikisini aradım. “Yarın böyle bir şey çekeceğiz. Biraz endişeliyim. Çünkü erotik sahneleri çekerken zorlanıyorum, utanıyorum ben. Diğer filmlerimdeki öpüşme sahnelerinde bile çekindim. O yüzden de ne halt edeceğiz açıkçası bilmiyorum, lütfen bana yardımcı olun!” dedim.

Aklıma ne gelirse söyledim: Öp, sarıl, tut...

Ne dediler?
Güldüler. İkisi de gayet tatlı, 'Sen merak etme!' deyip beni yatıştırdı. Ben yine de önlemimi aldım."

Eeee?
Ee’si biz başladık. 70 kişi filanız sette, çıt çıkmıyor. İtalyanlar 'Mezar sessizliği' der, aynen öyle. Ben monitörde oturuyorum. İki kamerayla çekiyoruz. 'Şöyle şöyle yapın!' diyorum, ne dersem yapıyorlar. Ama ben aklıma ne gelirse söylüyorum, “Öp, sarıl, tut, kucakla...” Mutlaka biri gülecek, olmadık bir laf edecek diye içimden geçiriyorum. Ama ı-ıh. Dediğim her şeyi yaptılar. Sabaha kadar da çektik. Setteki herkes yıllardır sinemada çalışan insanlar, hepsi gelip dedi ki, 'Ferzan teşekkürler. Hayat boyu unutamayacağımız kadar estetik bir sahne çektik!'

İtalyanların tepkisi ne oldu?
O kadar sevilen ve saygı duyulan bir aktris ki Giovanna, tabii ki olay oldu. Gözlerine inanamadılar, 43 yaşındaki Türkan Şoray’la Kıvanç Tatlıtuğ’un sevişme sahnesini izlemek gibi.
 

'Yarın sabah otopsi yapmam lazım' dedi

Bundan 12 yıl önce Serra’nın (Yılmaz) evindeki bir yemekte çok hoş bir kadınla tanıştım. Bir görüntü yönetmeninin karısıydı. Acayip güzel sohbet ettik. Güzel bir elektrik olur ya aranda... Ama sonra birden dedi ki, “Ferzan çok güzel bir akşam ama benim gitmem lazım!” “A neden?” dedim, “Yarın sabah otopsi yapmam gerekiyor!” dedi. Meğer o güzel kadın, adli tıp doktoruymuş. O giderken arkasından düşündüm, ertesi gün otopsi yaptığı kişi Allah korusun ben olsam ne şaşırırdı değil mi? Bu fikri kafamın bir kenarına yazdım ve filmi oradan başlattım. Bizim aramızda bir şey olmadı ama filmdeki adamla kadının oluyor.

Kadın erkekten üstün, yapacak bir şey yok

Bu bir kadın filmi mi?
‘Göz’ çok var filmde. Göz, hayatı görmek, hayatı okumak demek. Sinema bakışında da ‘rahim’, hayat demek. Bunların hepsi birbirine bağlı. Ve evet, bunların hepsi kadına geliyor. Kadınlara olan saldırının, şiddetin arkasında ne var? Erkeklerin korkusu var. Altlarına ediyorlar. Çünkü kadın üstün. Yapacak bir şey yok. Doğa, kadını daha üstün yapmış. Hayat böyle. Doğuran kadın, hayatı devam ettiren kadın. Erkek de bunu hiçbir zaman aşamıyor, çoğunlukla da kadının gücü altında eziliyor.

Film bir erkeğin doğurmasıyla başlıyor. Bu nasıl bir şey? Nedir?
Bu çok çok eski bir Napoli geleneği. Bu da sırlardan biri. Doğum sahnelenirken, doğuran kadını taklit eden bir adam oluyor. Belki de eskiden kadınlar sahneye çıkamıyorlardı, o zamandan kalma bir gelenek olabilir. Adam diyor ki, “Bir adamla kadın karşılaşıyorlar. Ve başlarına gelecek şey de sonunda böyle çok ağrıların da olduğu bir şey oluyor: Hayat doğuyor. Ama bu hayat, sonunda size uğur getirecek!” Doğuran bir erkeği görmek insanı şaşırtıyor. Ben de ilk seyrettiğim zaman garipsedim, hatta korktum.

Çocukluk travmaları hayatımızı belirliyor 

Esas olarak ne anlatmak istedin? ‘Çocukluk gökyüzü gibidir, nereye gidersen git peşini bırakmaz’ı mı? 
Evet. Çocukluk travmaları hayatımızı belirliyor. Sezen’in bir şarkısı var, 'Benim çocukluğum, dikenli yolum, hep araftayım' filan diye. O kadar doğru ki. Hayatımızı gerçekten çocukluğumuz belirliyor. O yüzden de çocukları el üstünde tutmamız gerekiyor.

Senin çocukluk travmaların var mı?
- Olmaz mı!

Peki onlar olmasaydı bu kadar iyi hikâyeler yakalayabilir, bu kadar iyi filmler çekebilir miydin?
- Ben bu yıllar boyu psikanalize gittim. Çünkü kendime güvensizliğim vardı, kendimi başkalarından değersiz görme alışkanlığım vardı. Sanki hep bir şeyler eksikti bende. Yıllarca terapiyle bu sorunlarımı çözmeye çalıştık. İtalya’da patlamıştım, herkesin bayıldığı yönetmen filandım ama evde tek başıma oturuyordum ve psikanaliste gidiyordum. Benim çocukluğum bir yandan çok güzel, bir yandan da çok zor geçti. Hep arafta kaldım. Kalamış gibi harika bir yerde büyüdüm, dünyanın en güzel mahallelerinden birinde. Ama bunun yanında çok acı çektiğim şeyler de oldu. Annemle, babamla ilişkilerimde çok zor şeyler yaşadım. Ama bunların yararı da oldu bana bir şekilde. Yani çektiğimiz bir acı, yaşadığımız bir terslik, tanık olduğumuz bir olay, bazen güzel bir şekilde geri dönebiliyor bize."


Ayşe Arman'ın "Paris’te Son Tango’dan bu yana en cesur sahne!" başlığıyla (28 Ekim 2018) yayımlanan röportajının tamamına buradan ulaşabilirsiniz