Kültür-Sanat

Feminizm kültürün bir parçası olabilir mi?

"Kültür insanları değil, insanlar kültürü oluşturur"

23 Şubat 2019 13:25

Likya Bademci

Son yıllarda Nijerya’nın en güçlü seslerinden birine dönüşen Chimamanda Ngozi Adichie 2003’te yayınlanan Mor Amber romanıyla -Türkiye’de Doğan Kitap yayınevi tarafından sunulmuştu- tüm dünyada 28 dile çevrilmişti. Yazarın 2012 senesinde Tedx’te yaptığı “Hepimiz Feminist Olmalıyız” konuşması yine çok ses getirmişti. Konuşmasında bugünün feminizme dair içselleştirilmiş ve savunulmakta olan kalıplarını tartışmaya açan Adichie, günümüz dünyasının yaşayan en saygın edebiyatçılardan ve feminist aktivistlerinden biri.

Okumakta olduğunuz yazıya vesile olan şey ise yazarın çok yakın bir arkadaşının dünyaya kız çocuğu getirmesiyle ortaya çıkmış. Bu yakın arkadaşı Adichie’ye “kızımı nasıl feminist yetiştirebilirim?” diye sorunca, o da almış kalemi kağıdı eline ve arkadaşına bir mektup yazmış. “Kadınların özgürlüğü için 15 madde”den oluşan bu mektup Feminist Manifesto ismiyle yine Doğan Kitap tarafından kitaplaştırıldı. Kitap içeriğine geçmeden evvel değinilmesi gereken iki nokta var. İlki, bu kitap kadınların çocukluklarından itibaren bazen sözlü bazen eyleme dayalı nasıl bir algısal çerçeve ile yetiştirildiklerini kişisel deneyim ve gözlemler üzerinden aktardığı için çok kıymetli. İkincisi de şu ki, aynı şey erkekler dünyası için de geçerli. Bu haliyle bazen bilinerek ve farkında olunarak, bazen de tamamen bir önceki nesilden görüp tekrar edilerek olsun, biyolojik farklılıklarımıza yaslanan ve bizden beklenen toplumsal dayatmalara bir meydan okuma bu.

Feminist dendiğinde kafanızda makyaj yapmayan, hep bol giyinen, “bakımsız” ve erkeklerden nefret eden biri mi canlanıyor? Öyleyse şunu bilin ki, yanılıyorsunuz. Zira feministler de kırmızı ruj sürer, feministler de topuklu ayakkabı giyer ve feministler de sever… Bunları ise karşı cinse kendini beğendirmek, toplum karşısında kabul görmek ya da takdir edilmek için değil, sadece istedikleri ve hoşlarına gittiği için yaparlar. Kadına yüklenen roller ve kadından beklenen şeyler, kadına ve “görevleri”ne dair tanımlamalarımız o kadar sakat ki -bunda popüler kültür ve reklamların da etkisi büyük elbette- bu feminizmin de yanlış anlaşılmasına sebep oluyor. Zira türlü beden ölçülerinin, güzellik standartlarının ve iyi yemek yapmak, evde oturup çocuklarına bakmak, uysal olmak gibi toplumsal rollerin dayatıldığı ve ancak bu kalıplara girdiğinde kendini iyi, güzel ve başarılı hisseden kadınların karşısına, bunu reddedenleri koyduğunuzda feminist kadınlardan bahsediyor oluyorsunuz. Burada atlanan şey ise bireylik kavramı oluyor. Adichie diyor ki “bana göre bir feminist ‘evet, günümüzde bir toplumsal cinsiyet sorunu var ve onu çözmeliyiz, daha iyisini yapmalıyız’ diyen kişidir. Kadın erkek, hepimiz daha iyisini yapmalıyız”.

Aidiche’nin arkadaşına ilk öğüdü “tam bir birey ol”. Ev işleri ve çocuk bakımı cinsiyet ayrımı gözetmeyen işler olmalı, tıpkı çalışmanın ve anneliğin birbirini dışlayan şeyler olmaması gibi. Çocukluktan itibaren “kız olduğun için” gerekçesi ile büyütülen çocuklar, yetişkin birer kadına dönüştüklerinde toplumsal cinsiyet rollerine koşullanmış oluyor. Arzularına, ihtiyaçlarına, mutluluklarına ters düşse bile. Oysa çocukluktan itibaren belli bir şekilde davranması gereken bir kız olarak değil de bir birey olarak görülerek yetiştirilse her şey bambaşka olabilir. Kadınları öfkeli olmamak konusunda ehlileştirip, öfkeli bir erkeğe sırf bu yüzden saygı duymak sizce de çok tezat değil mi? Öfke dediğimiz duygu erkekler için meşru iken kadınlar söz konusu olduğunda neden nahoş bir durum oluyor? Öfkelenmek sadece erkeklere yakıştığı için mi, hiç sanmıyorum. Toplumsal cinsiyet ve işleyiş bu denli adaletsizken, kimse kadınlardan öfkelenememesini beklemesin diyerek ileri de gidebilirim. Önemli not burada öfkeyi yücelttiğim düşünülmesin lütfen. Bu bir adalet çağrısıdır.

Aidiche’nin bir diğer kıymetli öğüdü ise “ona farkı öğret”. Fakat bunu sıradan bir şeye dönüştürerek yapmaktan bahsediyor burada. Çünkü farka önem vermemeyi, farkı normalleştirmeyi başaranlar bunun adil veya nazik davranmakla değil, insan olmakla ve pratik olmakla ilgili olduğunu da anlayacaktır. Böylesi çeşitlilik dolu bir dünyada farklarımız bizi birbirimizden daha üstün ya da aşağı yapmaz, bizi biz yapar, hepsi bu. Kitap sadece bir kız çocuğu yetiştirmek üzerine düşüncelerden ibaret sanılmasın kesinlikle. Çünkü erkekleri yetiştirme tarzımızla onlara da büyük zarar veriyor, onların da insani duygularını törpülüyoruz. Feminist Manifesto çocuklarını toplumsal cinsiyet tuzaklarından, ayrımcılıktan ve önyargılardan arındırılmış bir dünyada büyütmek isteyen ebeveynler için bir rehber niteliğinde. Çünkü kültür insanları değil, insanlar kültürü oluşturur. Ve eğer kadınların varlığı kültürümüzün bir parçası değilse, onu kültürümüzün bir parçası haline getirebiliriz ve yapmamız gereken de bu.