Fehmi Koru*
Yeni bir yıl girdik, fakat daha ilk gününden başlayarak girmemiş gibi olduk.
Siyasiler yeni yılın ilk gününü “Nerede kalmıştık” aculluğuyla değerlendirdiler de ondan…
Yeni yılın ilk siyasi tartışması ‘konu mankeni’ oldu.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir ziyareti sırasında yanında başörtülü bir partili kadın varmış; AK Parti genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ziyaret fotoğrafına bakıp “Bay Kemal” diye başlayan cümlesini “Yanında konu mankeni olarak başörtülüleri taşıyor” gibi bir cümleyle bitirmiş…
Hem o fotoğraftaki kadın partiliden hem de başka kadınlardan tepkiler yağıyor…
Tabii Kemal Kılıçdaroğlu’nun da ağzı boş durmuyor…
Oysa ‘konu mankeni’ kavramı siyasetçiler için hiç de yabancı bir kavram değildir. Sağ-sol fark etmez, siyasi partiler, gerekli gördükleri her dönemde birilerini ‘konu mankeni’ olarak kullanmışlardır.
Adalet Partisi’ni 27 Mayıs darbecileri (1960) tarafından kapatılmış Demokrat Parti’nin yerini almak üzere kuran kadro, bunu, Yassıada’da yargılananların soyadını taşıyan birilerini yanlarına alarak sağlama yoluna gitmişlerdi.
Genellikle de eşlerini veya oğullarını…
Adnan Menderes’in üç oğlu da sağ partilerde yer aldılar…
12 Eylül darbecileri (1980) tarafından kapatılan CHP’nin yerine kurulan SHP’nin başına lider aranırken de İsmet İnönü’nün oğlu akla gelmişti.
‘Konu mankeni’ olarak partilerde kendilerine yer açılmış insanlara haksızlık etmek istemem; onların bazıları değerlerini ispatlayarak ayakları üzerinde durabildiler…
Dini hassasiyeti bilinen partiler için de kadın bir dönem ‘konu mankeni’ olarak görev yapmadı mı? Refah Partisi saflarında çok sayıda kadın geceli gündüzlü çalışmadı mı, hem de başörtülü oldukları için milletvekili yapılmadıkları halde? Onları Meclis’te uzun süre başı örtülü olmayan kadınlar temsil etti.
CHP değişiyor ve bu iyi bir şey
Sözü uzatmayayım: ’Konu mankenliği’ siyasi hayatımızın bildiği ve gerektiğinde kullandığı bir görev yeridir.
Kadınlar sonunda kendi ayakları üzerinde durabileceklerini göstererek onlara uygun görülmüş bu görev yerini terk ettiler ve bugün partilerde var olan değerleriyle yer alıyorlar.
Başörtülüsü de başı örtülü olmayanı da…
CHP’nin hukuk eğitimi almış, mesleği avukatlık olan başörtülü bir kadını Parti Meclisi üyesi olarak yönetimine alması ayıplanacak, kınanacak, eleştirilecek bir durum değil, tam tersine alkışlanacak bir gelişmedir.
Vaktiyle başını örten kadınların hayatını cehenneme çeviren icraatlar karşısında sessiz kalmış, hatta zaman zaman o icraatlara yol açmış bir partidir CHP. Üniversite ve yüksek okullarda başörtüsü yasağı, yasağın uygulandığı dönemin CHP yöneticilerinin yakın takibi yüzünden uygulanabildi.
YÖK’ün yasağı kaldırma, hafifletme girişimlerine, her defasında, Anayasa Mahkemesi ile işbirliği yapan CHP set çekti.
Geriye gitmeye gerek yok: 2007 yılında AK Parti yeni cumhurbaşkanı adayını kendi içinden çıkarmak istediğinde, Abdullah Gül’ün adaylığına yine CHP-Anayasa Mahkemesi cephesi engel olmaya kalkmıştı…
Adayın eşinin başörtülü olmasını bir nakise sayarak…
Bugün CHP farklı bir yerde.
AK Parti üniversitelerde başörtüsü yasağını bütünüyle sona erdirmeyi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına geçmesi sonrasında, onun da destek vermesiyle, başardı.
Toplumsal alana başörtülülerin girebilmesinde az da olsa CHP’nin de katkısı var bugün.
Kemal Kılıçdaroğlu bunu partisi içerisinden gelen dozu hiç de küçümsenmeyecek tepkileri göğüsleyerek sağladı.
Son kurultayında da, CHP, bir başörtülüyü parti yönetimine seçebildi.
Kendi açtığı yolun CHP’yi bu noktaya getirmesinden AK Parti’nin hiç rahatsız olmaması, hatta memnuniyet duyması ve bunu her fırsatta ifade etmesi gerekmez mi?
Ve Fikri Sağlar olayı
Peki durum buysa, başörtülü bir yargıç tarafından muhakeme edilmeyi rahatsızlık kaynağı sayan Fikri Sağlar gibi CHP’lileri nasıl değerlendireceğiz?
Ön yargılılık? Cahillik? Körlük?
Hepsi muhtemel. Ancak ben konuyu başka bir yönüyle değerlendirmekten yanayım.
Kadınların varlıklarını toplumsal alanda kabul ettirmeleri hemen her ülkede ciddi ve çok yönlü çabaların sonunda gerçekleşebilmiştir. İsviçre gibi bir ülke kadınların federal seçimlerde oy kullanabilmesini 1971 yılında yapılan bir referandumla kabul edebildi. [1959 yılında yapılmış bir önceki referandumda kadınlara oy kullanma hakkı İsviçre’de yüzde 67 oyla red edilmişti.]
İsviçre ve benzeri ülkelerde sürekli tartışılarak doğru sonuç bulunmuştur.
Başörtülü kadınların toplumsal hayat içerisinde görevler üstlenebilmeleri, bizde, kısa sürede sayılabilecek bir zaman diliminde, oldukça yeni gerçekleşti. Pek çok Batı ülkesi hala aynı hakkı kendi ülkeleri vatandaşı olan başörtülü kadınlara tanımakta zorlanıyor; hatta kılık-kıyafet yasaklarıyla bunun önünü almaya çalışan ülkeler bile var.
Fikri Sağlar ve benzerleri de ülkemiz kadınlarının bu çok yeni kazanılmış haklarını özümseyememişler arasında.
Muhtemelen çevrelerinde artık sayıları yüz binlerle ifade edilebilen iyi eğitimli başörtülü genç kadın bulunmadığı için…
Zaten onun gibiler siyasi hayatımızda azınlıkta kalıyor.
Yine de onun ve onun gibilerin de başörtüsünün sandıkları türden siyasi birer simge olmadığını uygulamalarla görmeye ihtiyaçları var.
Kadınlar siyasetin her eğiliminde yer alarak ‘konu mankeni’ olmadıklarını duruşlarıyla ispat ettiler; şimdi sıra Fikri Sağlar’ın da içinde yer aldığı bir ‘mutlu azınlığın’ kendilerine biçtiği rolü oynamayarak, eylem ve uygulamalarıyla onları mahçup etmelerinde…
Yeni bir yıla girerken çoktan geride kalmış bir konuyu yeniden tartışma gündemine taşımayı bildik ya, bize helal olsun.
Ne diyeyim.
Bu yazı fehmikoru.com'dan alınmıştır.