*Fehmi Koru
Hâinleri deftere kaydetmek var, bir de kendine dönecek yanlışlara katık etmek… Hangisi?
Öğrendiğimde gülmüştüm, şimdi yazarken de dudaklarımda tebessüm olduğunun farkındayım.
Son zamanlarda bizde de ismi fazlasıyla telâffuz edilen Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’in ‘Le Petit Maurice’ (küçük Maurice) adını verdiği bir defteri varmış… Daha önce tam 18 yıl boyunca Luxemburg’un başbakanıyken, muhaliflerini şöyle uyarırmış Juncker: “Dikkatli ol. Küçük Maurice seni bekliyor…”
Tabii, muhatabı önce şöyle bir duraklar, sonra gülerek yoluna devam edermiş…
Meğer, ‘küçük Maurice’ adını verdiği deftere, siyasi hayatın içinde yer aldığı son 30 yılda kendisine ihanet edenlerin isimlerini yazarmış Juncker…
Bizde de hâinler az değildir
Bizim siyasi hayatımızın en renkli politikacısı Osman Bölükbaşı (1913-2002) “Sinem, bana ihanet edenler yüzünden, Karacaahmet mezarlığı gibi” derdi.
İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş 15 Temmuz darbe girişimine yurtdışında yakalandı; döndüğünde gördüğü manzara kendisini çok rahatsız etmiş olmalı ki, bir gazeteye, “Belediyedeki iki hâin beni sırtımdan bıçakladı” açıklamasını yaptı… O hırsla, nereden aklına geldiyse, sonradan pişman olup vazgeçtiği hiç olmayacak bir projeye imza attı: ‘Hâinler mezarlığı’…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın gününün programını ve o program içerisinde yaşadıklarını not ettiği bir defteri bulunduğunu biliyoruz; ona bir isim verip vermediğini bilmesek de… Acaba notları arasında kendisine ihanet edenlerin isimleri de var mıdır?
Cemaat istedi… Verildi…
“Ne istediler de vermedik?” sözünü kamuoyu önünde sarf etti Tayyip Erdoğan. O zaman başbakandı. Kızgınlık ânında söylenmiş bir not olarak kayıtlardadır.
Benzer bir cümleyi, ağır bir ameliyatın ardından dinlenmeye çekildiği Kısıklı’daki evinde, kendisine ‘Geçmiş Olsun’ ziyaretine gittiğimizde, 22 Şubat 2012 günü, bizlere de söylemişti.
‘Ben Böyle Gördüm’den (s. 25) okuyalım: “Biraz önce kapı önünde yakınları tarafından kulağımıza fısıldanan, ‘Aman, ne yapıp edin, sinirlendirmeyin’ tembihinin fazla işe yaramayacağı ortaya çıktı. Sinirliydi Tayyip Bey. ‘Biz bunlara ne kötülük yaptık’ dedi ve ekledi: ‘Tam 17 üniversiteleri var ve hepsinin açılış kararının altında imzam bulunuyor.”
MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile kurumdan üç kişinin ifade vermek üzere savcılığa çağrıldığı Şubat 2012 tarihi, Tayyip Erdoğan’ın “Bunlar bana/bize ihanet etti” noktasına geldiği tarihtir.
Tayyip Erdoğan önce başbakan şimdilerde cumhurbaşkanı olarak 15 yıldır ülkeyi yönetiyor; bu süre içerisinde ‘ihanet’ sözcüğüyle ifade edilebilecek tavırlarla herhalde çok karşılaşmıştır. Ancak en büyük ‘hâinliği’, aynı süre içerisinde partisi tarafından kol-kanat gerildiği için ülke içerisinde ve dışarısında olağanüstü palazlanmış Cemaat yapısından gördüğüne inandığı belli.
Nereden belli?
Hem her halinden, hem de konuşmalarına yansıyan rahatsızlığından…
Dönüm tarihi 2012, hesap sormanın başlangıç tarihi olmalı
Dün, katıldığı ‘Olağanüstü Din Şurası’nda yaptığı konuşma söz gelimi; baştan aşağı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın rahatsızlığını yansıtıyor…
Şunları söyledi Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Biz de bu yapıya iyi niyetle destek olduk. Şahsen ben de katılmadığım pek çok yönleri olmasına rağmen asgari müştereklerde buluştuğumuz zannıyla her kesim gibi bunlara yardımcı oldum. (…) Yurt içi ve yurt dışındaki eğitim ve yardım faaliyetleri çerçevesinde ve hatta hatta ‘Allah’ dedikleri için müsamaha gösterdik. Dedik ki, bir ortak yanımız var. Aynı menzile giden farklı yollardan biri olarak gördüğümüz bu yapının, bambaşka niyetlerin, sinsi planların örtüsü olduğunu uzun süre görmedik, göremedik. (..) 2012 yılından itibaren bu yapıyla ilgili rezervlerimizi çok açık koyduk.”
Şubat 2012 tarihi Tayyip Erdoğan’ın “Bunlar bana/bize ihanet etti” noktasına geldiği tarihtir. İktidar-Cemaat ilişkilerinde bir dönüm noktasıdır.
O tarih aynı zamanda şimdilerde ‘FETÖ ile mücadele’ bayrağı altında yürütülen suçlamalar için bir başlangıç noktası olarak kabul edilmeli.
Her şeyden önce, o tarihe kadar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyanet Şurası konuşmasına da yansıdığı üzere, bir ‘birliktelik’ görüntüsü vardı. İktidar onlardan gelen telkinlere kulak veriyor, iktidar kadroları, hem yerelde hem de ülke çapında, Cemaat’in faaliyetlerine ilgi gösteriyordu.
‘Birliktelik’ görüntüsü ve gösterilen ilgi pek çok ilgisiz insanı Cemaat’le ilgilenmeye, destek vermeye, faaliyetlerine katılmaya itti.
Mücadele içerisinde, şimdi, insanlardan 2012 öncesinin hesabını sormak hem anlamsız kaçıyor, hem de yanlış. Baştan aşağıya herkes ilgi gösterirken, iktidara yakın gazetelerin bildik kalemleri övgüler yağdırırken, onlara bakıp iyi bir şeymiş gibi algılayıp Cemaat’e ilgi göstermiş olanlara, bugün, o günlerdeki ilgileri sebebiyle hesap sormak doğru olmaz.
Yanlış olur. Kendi kendini yaralamayla sonuçlanabilir.
O günler farklı günlerdi
Bir gazetede okudum. Bir ilimizde yasal hakkı bulunmadığı halde bir kadın hemşire ‘başhemşire’ olarak atanmış; başarıyla o görevi sürdüren kıdemli başhemşire yerinden edilerek hem de… ‘Peruklu başhemşire’ olmuş… Sonraları, ildeki iki hastane birleştirilmiş ve aynı kıdemsiz başhemşire ikisine birden başhemşire yapılmak istenmiş, buna karşı çıkan başhekim görevden alınmış…
Size tekil, sadece o ile özel bir olay olarak geldi mi? Bana gelmedi… AK Parti iktidarının ilk on yılında, Türkiye’nin pek çok ilinde, buna benzer olaylar yaşandı. Mensuplarına böyle kıyaklar yapılarak Cemaat’in gönlü kazanılmak istendiği için…
Cumhurbaşkanı, boşuna “Rabbim de milletim de bizi affetsin” demiyor…
İçinden geçtiğimiz şimdiki gibi olağanüstü dönemlerde ortalığı daha da karıştırmak için kolları sıvayanlar çok çıkar. Biz bunu ‘Türkiye’nin bağırsaklarını temizlemesi’ olarak görülen ve vesayeti sona erdireceği beklentisiyle geniş kesimlerin desteğine sahip ‘Ergenekon süreci’ sırasında yaşadık.
Destek iyiydi, ama Cemaat’in kendisine kötülük yapmış veya yapabileceğine inandığı herkesle hesap görme kampanyasına dönüştürüldüğünde de devam edince, sonradan mahçup olmayı getiren yanlışlıklar da görüldü.
Mahçup olmayanlarda kösele gibi deri olmalı.
Yakınlarının “Aman suçlananlara yasal olmayan müdahaleler yapılmasın” tavsiyesinde bulunduğu binbaşı Ali Tatar’ı intihara sürükleyen günlerdi o günler…
Açın o günlerin gazetelerini, manşetlerine göz atın, köşelerde yazılanları okuyun…
Bir de şu günlerde gazete manşetlerine göz atmanızı, köşelerde çıkan yazıları okumanızı tavsiye ederim.
Mukayeseli olarak yapın bunu. İki dönemin medyaya yansımasının tam tamına benzediğini göreceksiniz.
“Vurun abalıya” yapılıyordu o günlerde, şimdi de yapılan o…
Normalleşelim artık
Darbe girişimi üzerinden üç hafta geçti. Artık normalleşme zamanı geldi, geçiyor bile.
Hâinler her devirde olabiliyor; her ülkeden, her eğilimden çıkabiliyor.
Kendime yapılan hâinlikleri, ben de Avrupa Konseyi Başkanı Juncker gibi, bir deftere yazmakla yetiniyorum.
Bu yazı ilk olarak fehmikoru.com'da yayımlanmıştır