Fehmi Koru*
Ülkemiz insanının bir bölümünün gündemini belirleyen Sedat Peker artık sesini videolarla duyuramıyor. “Önüm bütünüyle kesilse ben dumanla derdimi anlatırım” anlamına gelen bir sözü var; durmayacağa benziyor. Buna karşılık, mahkemeler kararıyla videolarına erişim engeli getirildi; sosyal medya şirketleri üzerinde de sesini kesmeleri yönünde baskılar var.
Yakında dumanla derdini anlatmak zorunda kalabilir.
[‘Dumanla haberleşmek’ eski kovboy filmlerinden hatırlanacak bir yöntem. Birbirinden uzak kabileler tepe noktalarda ateş yakıp mesajlarını dumana verdikleri biçimle karşı tarafa iletirlerdi. Karadeniz’de bir köyde de aynı işin ıslıkla yapıldığını haberlerden hatırlıyor olmalısınız. İletişim için en ilkel yöntemler bunlar.]
Devletin ‘suç örgütü lideri’ sıfatıyla andığı kişiyi görmezden ve duymazdan gelen ülkemizin öteki bölümünün beklediği de bu. İddia ve ithamlarda sona gelinmesi veya iddia sahibinin derdini anlatacak imkandan mahrum olması…
Daha da önemli beklenti de şu: Sedat Peker’in mesajlarında vahim bir yanlış yapması…
İlk mesajından itibaren birkaç önemsiz yanlışı olmuştu, ancak önceki gün ‘vahim’ sayılabilecek ilk yanlışıyla karşılaşıldı.
İstanbul adliyesinde görevli bir savcının, ismini de vererek, dosya kapatmak için yüklü bir para (3 milyon dolar) aldığını, savcının yeğenine de 1,5 milyar TL’lik ballı bir ihaleyle para kazandırıldığını duyurdu Sedat Peker.
Meğer ismini verdiği savcının andığı işle bir ilgisi yokmuş.
Özür diledi, itham ettiği işi yapanlar olarak başka savcı isimleri verdi.
Söylediğine göre elinde çok sayıda dosya varmış, o yüzden bu karışıklık olmuş.
‘Dosya’ dediği ne olabilir, dosyalar -ya da iddialarına temel oluşturan bilgiler- kendisine nereden gelebilir?
İddialar ciddileşir ciddileşmez “Kendisine dosya ve bilgi yağıyor” diyenler vardı; haklı oldukları anlaşılıyor. Ellerinde bilgi ve o bilgiyi destekleyecek dosya olanların konuyu gündeme getirmesi için başvurdukları adrese dönüşmüş olabilir Sedat Peker…
Öyleyse bundan sonra da başka ‘vahim yanlışlar’ bekleyebiliriz.
Nedeni açık. Sedat Peker ne kadar yetenekli olursa olsun, önüne gelen bilgi ve dosyaların gerçeklerle irtibatını kurabilecek, doğru ile yanlışı ayırt edip yanlışları ayıklayabilecek bir altyapıya sahip değildir.
Tanımı gereği, o iş gazetecilerin görevi.
[Ayrıca savcıların -daha doğrusu yargının- da görevi, ama onların çalışma tarzları farklı. Sessiz durmalarına aldanılmasın, bir yerlerde birden fazla savcı işin kendilerine bakan yönlerini araştırmaya başlamıştır.]
Biz olayın gazetecileri ilgilendiren yönüne bakalım.
Zaten yukarıda belirttiğim sebepledir ki, geçmişte ve yakın tarihte ülkeleri -bazısı dünyayı- sarsan ifşaatlar, elinde bilgi ve belge olanların onları gazetecilerle paylaşması sonucu gerçekleşebilmiştir.
New York Times’ın 1970’lerde ABD’yi sarsan ‘Vietnam dosyası’ yayınları, bir savunma bakanlığı çalışanı olan Daniel Ellsberg tarafından gazeteye ulaştırılmış belgelerden oluşmaktaydı.
En son büyük olay, Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) çalışanı Edward Snowden’in ülkesinin İngiltere ile işbirliği halinde bütün dünyayı gizlice izlediğine dair belgeleri gazeteci Glenn Greenwald‘a sunmasıyla yaşanmıştı. Greenwald da, tek başına altından kalkamayacağı görevi, İngiliz Guardian ile Washington Post’taki meslektaşlarıyla paylaştı.
‘Vietnam Papers’ üzerinde de geniş bir gazeteci grubu çalışmış ve yayına öyle başlamıştı New York Times.
Snowden’in sağladığı belgeler ve anlamları, Londra ve Washington’da titiz bir ayıklama çalışması sonucu okurlara ulaştırıldı.
Elindeki belgeleri doğrudan kamuoyuyla paylaşan -öylelerine uluslararası jargonda ‘whisleblower’ deniliyor- kişiler de çıktı; ancak hem seslerini duyurmada zorlandılar, hem de bir çoğunun yaptıkları yanlışlar yüzünden başları derde girdi.
Sedat Peker 40 yaş altındaki muhataplarına “Namuslu gazeteciler üzerinde baskı uygulayın” tavsiyesinde bulunuyor.
Gazetecilerin konuya bütün gücüyle girebilmesi için Peker’in açıklamaları yeterli değildir; onun söylediklerini aktarmakla yetinebilirler yalnızca. Yanlışlarıyla birlikte. Yanlışlar Peker’in yanlışı olacaktır.
Yanlışlar çoğalıp vahim hale geldikçe söylediklerinin etkisi de azalacaktır.
Haklarında iddialar ortaya sürülen kişiler ve ilgili çevrelerin beklediği de bu olmalı.
Oysa bugüne kadar paylaşılan iddia ve ithamlar üzerlerinde durulmayı hak ediyorlar.
Uyuşturucu kaçakçılığının boyutları bile tek başına ciddi bir konu. Nitekim, ifşaat üzerine, o arada verilen ayrıntılar sayesinde olduğunu düşünebileceğimiz operasyonlarla bayağı bir kokain ele geçirildi.
Bu gerçek diğer iddialar üzerinde durulmayı da gerektiriyor.
Paramount Otel ve Sezgin Baran Korkmaz (SBK) irtibatları da yenilir yutulur türden değildi. Siyaset, iş dünyası, medya iç içeliği yanında konunun ABD’ye uzanan boyutu da var; adı geçen kişi Viyana’da gözaltında ve ABD’ye teslim edilmeyi bekliyor.
İddialar, ithamlara olan şu: Ülkenin bir bölümü onları ciddiye alıyor, böyle bir ülkede yaşamanın anlamsızlığı üzerinde kara kara düşünenler çok; buna karşılık diğer bölüm ya iddiaları işitmedi ya da umursamıyor.
Eskilerin “Sükut ikrardan gelir” formulü günü belirliyor.
Ne olacak şimdi?
Böyle durumlarda ithamların muhataplarının sorumluluklarını kabule zorlanması beklenir; bizde öyle olmadı.
Muhalefet ise erken seçimi zorlayamıyor.
Fiili olarak gazetecilik yapanlar görevlerini hatırlayıp mesleğin kendilerinden istediği merak ve beceriyle kendi araştırmalarını yapıp konuların üzerine gitmedikçe fazla bir şey olacağını sanmıyorum.
[Kimsenin hakkını yemek istemem; şimdilerde iddiaları titizlikle araştırıp onlara yeni boyutlar kazandırmaya çalışan meslektaşlar var. Hemen hepsi internet medyasındalar.]
Şu soru üzerinde düşünülmeli: Sedat Peker kendisine özel sebeplerle konuşmaya ve mesaj yayınına başlamasaydı veya ifşaatlarını yeterli sayıp sussa, bugüne kadar ortaya dökülen iddialar sahipsiz mi kalacak?
*Bu yazı fehmikoru.com adresinden alınmıştır.