Fehmi Koru*
Acaba bugünler ‘tarih’ olduğunda, şimdilerde tanığı olduğumuz gelişmeleri tarihçi serinkanlılığıyla kaleme alacaklar, yaşananlara nasıl bir teşhis koyarlar dersiniz?
Mesela şöyle: Türkiye’yi zaten aralarına almayı bir türlü içlerine sindirmeyen Avrupa ülkeleri, hükümet üyelerinin toplantı ve mitinglerine izin vermeyerek, kaotik bir hava oluşturdular ve onurlarını her şeyden daha üstün tuttuğu bilinen Türkler, “Bizden bu kadar” deyip başka istikametlere doğru yol almayı tercih ettiler…
Bir versiyon bu anlatım olabilir gibime geliyor…
Tek bir versiyon yok; bir de şunu okuyun: Türkiye bir süreden beri Avrupa’dan beklediği ilgiyi görmüyor, tam tersine ikili ve çoklu ilişkilerde sürekli sorunlar yaşıyor. Ülkeyi yöneten kadro, kendilerinin ön hazırlığını yaptıkları bir zemin üzerine, referanduma gidilirken toplantı ve mitinglerine izin verilmemesini bahane ederek, “Haydi bize eyvallah” dediler.
Türkiye’nin tercih/leri
İlk senaryoda aslında Türkiye ile yolunu ayırmak isteyen Batı, ama bunu sorun çıkartarak Türkiye’ye yaptırırken… ikinci senaryoda Batılı kurumlardan kopuş.. baştan sonra Ankara’nın kendi isteği ve tercihiyle yaşanıyor…
Umarım, iş her iki senaryonun arkaplanını teşkil eden kopuşa kadar varmaz.
İçinizden bazılarınız karşımızdaki tabloya bakıp “İnceldiği yerden kopsun” diyebilir; ama ben onlardan değilim.
Elbette Türkiye tek bir seçeneğe bağımlı bir ülke değil. NATO ile 1952’den ve Avrupa Birliği (AB) ile de 1963’ten beri ilişkisi bulunan ve 2004 yılı sonunda tam üyelik sözü almış bir ülkenin vatandaşlarıyız. Ekonomik ilişkilerinin büyük bölümü Avrupa ile.
Ancak aynı zamanda.. hiç değilse yakın zamanlara kadar.. Batı dışında da iyi ilişkiler kurup yürütebilmişti ülkemiz. İslam Dünyası ile.. Orta Asya’daki Türki cumhuriyetler ile.. Rusya ile.. Afrika ile..
Komşularıyla dost, uzak komşularıyla da iyi ilişkiler geliştiren bir ülkeydi.
Bunu yine gerçekleştirecek kapasitesi hala var.
İttifaklarından kopmadan geliştirdiği çok yönlü ilişkiler Batı’nın da ülkemize ilgisini uyandırmıştı.
Tarih ne diyor?
Gerçek bu olduğu halde.. neden mevcut ittifaklarından kopuşla ilgili senaryolar yazıyorum.
Şundan: Türkiye Cumhuriyeti’nin geçmişinde iki önemli dönemeç bulunuyor: İlki saltanattan cumhuriyete geçiş dönemeci.. diğeri de İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan kart karışmasında ‘Hür Dünya’ denilen blok içerisinde yer alması dönemeci…
Her ikisi de köklü değişimlerdir ve her ikisi de öncesinde öngörülmesi mümkün olmadan gerçekleşmiştir.
Dışımızdaki şartların etkisi içerideki beklentilerden daha önemlidir.
Birleşmiş Milletler’in kurucu kadrosuna katılmaktan başlayarak NATO üyeliğine kadar giden yolu hatırlayalım mı?
Türkiye’nin San Fransisco’da yapılan BM kuruluş toplantısına katılabilmesi için, telkinlerle, Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmesi gerekmişti.
NATO’ya giden yolu da bir kaynaktan aktarayım:
“19 Mart 1945 günü, Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper, bir danışma toplantısı amacıyla Ankara’ya çağırıldı. Aynı gün, Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov, Türkiye’ye dönmek üzere olan Selim Sarper’i bakanlığa davet etti. Selim Sarper’le görüşmesinde, Molotov, artık günün şartlarına uymadığı ve “esaslı deiğiklikler” gerektirdiği düşüncesiyle, Sovyet Hükümeti’nin, 17 Aralık 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Tarafsızlık (Saldırmazlık) Anlaşması’nı tek taraflı olarak feshettiğini Selim Sarper’e bildirdi. Böylece, Türkiye’nin savaş boyunca çekindiği, başına gelmişti.”
O dönemin karikatürlerinde Sovyetler Birliği kocaman bir ayı olarak tasvir edilir. Sebebi, o karışık dönemde, Moskova’nın Türkiye’den toprak talep etmesidir.
Aynı kaynaktan aktarmaya devam edelim:
“Molotov, 7 Haziran 1945 günü saat 18’de Sarper’i kabul etti. Görüşmede Molotov, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında yeni bir işbirliği anlaşmasının imzalanması için gerçekleştirilmesi gereken Sovyet taleplerini sıraladı: 1. 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması’nın çizdiği Türk-Sovyet sınırının, Sovyetler Birliği lehine değiştirilmesi. Kars ve Ardahan’ın Sovyetler Birliği’ne verilmesi; 2. Boğazların savunmasında Sovyetler Birliği’nin de ortak olması. Bunun için Boğazlarda Sovyetlere deniz ve kara üslerinin verilmesi; 3. Montreux Sözleşmesi’nin belirlemiş olduğu Boğazlar rejiminin değiştirilmesi.”
(Barış Ertem; Türkiye Üzerindeki Sovyet Talepleri ve Türk-Sovyet İlişkileri 1939-1947).
Sovyetler Birliği Türkiye’den toprak ve Boğazlar’da söz hakkı talep etmese.. acaba Türkiye kolayından şimdiki ittifak ilişkileri içerisine girer miydi?
Kimileri Sarper ile Molotof arasında yapılmış konuşmalara dayandığı ve yazılı bir belgesi bulunmadığı için Moskova’nın taleplerinin doğru olmadığını ileri sürse de gerçek aktardığım gibidir.
Bugünle ilgisi?
Hollanda.. Almanya.. Avusturya.. Belçika.. İtalya.. gibi ülkelerin durduk yere Türkiye karşıtı söylemlerle Ankara hükümetini sert tavır almaya yönlendirmesi.. Sovyetler’in toprak talebiyle Ankara’yı zorlamasını andırıyor.
Türkiye bugün de bir tercihle karşı karşıya bırakılıyor veya ortaya çıkan sorunu kendisinin belirlediği tercih istikametinde yönlendiriyor gibi…
Hesabımızı doğru yapalım da…