Fehmi Koru*
Dün ABD İstanbul Başkonsolosluğu’nda ‘Amerikan Milli Günü daveti’ vardı. İstanbul dışındayım, gidemedim; gidebilse ve görüşebilseydim, Büyükelçi John Bass’a, ”Fazla uzatmayın, hükümetin talebine uyup Fethullah Gülen’in Türk adaletine teslimini sağlayın” tavsiyesinde bulunacaktım.
Fethullah Gülen ABD’de, Pensilvanya eyaletinin New York’a yakın sayılabilecek Saylorsburg kasabasında bir çiftlikte yaşıyor. Ayağını bastığı yer bir yabancı toprak (Amerika), ancak o ve sürekli kendisiyle birlikte olanlar, sanki Türkiye’deymiş gibi davranıyor ve yaşıyor.
Türkiye’deyken de bulunduğu yerden fazla kımıldamaz, görüşmek isteyenleri kendi yanına çağırırdı Gülen; ABD’de de farklı davranmıyor: Sağlık sorunları gerektirmese, yerleşkesinde daha büyük konutlar da bulunmasına rağmen, çiftliğin içerisindeki küçük evde, odası ile yanındaki salondan dışarıya adımını atmıyor.
Sadece konukları değil, yiyeceği yemekler bile yanına getiriliyor.
Madem yabancı bir ülkede Türkiye’de imişcesine ve kendisini dar bir alana hapsederek günlerini geçiriyor, eminim, Gülen, Türkiye’ye gönderilirse kalacağı yeri de fazla yadırgamayacaktır.
Aslında Amerikalılar göndermeye hazırdılar
Amerikalılar Fethullah Gülen’in ülkelerinde ikametinden bir ara mutlu olmadıklarını fark ettiler ve geldiği yere dönmesi için onu sıkıştırmaya da başladılar.
2007-2008 yıllarında…
Bilenler biliyor: ABD, alabilecek durumda olanlara ‘vize’ konusunda cömert davranır, Avrupa ülkelerinden farklı olarak; vizeyi 10 yıllık verir…
Ancak ”10 yıllık vizem var, buraya yerleşeyim, iş kurayım, 10 yıl sonra yeniden vizemi uzatırım” demek mümkün değildir. Ülkeye girerken pasaport memuru süre kısıtlaması koyarsa o süre içerisinde ülke dışına çıkmanız gerekir; hiçbir kısıtlama konulmayanlar da üç aydan fazla ABD’de kalamaz.
Uzun süreli kalışlar için ya yeşil kartın olmalı, ya da buna müsait farklı bir vizen…
Fethullah Gülen ABD’ye ‘tedavi amaçlı ziyaret’ olduğunu söyleyerek ‘B-2’ vizesi alarak gitti.
Ancak sürekli kalmaya karar verince… İşler karıştı.
Kitabımda (‘Ben Böyle Gördüm: Cemaatin Siyasetle Sınavı’, Alfa Yayıncılık) o karışıklıkta yaşananları ve sorunun üstesinden gelebilmek için verilen çabayı uzun uzadıya anlattım.
Burada bir ‘teşekkür parantezi’ açsam iyi olacak.
Dün gece, kanallardan birinde, son gelişmeleri konuşmak için çağrılan katılımcılardan Kezban Hatemi, ‘ordu içine sızma’ konusunu anlatırken, kitabımdan bir alıntı yaptı.
Gülen’in çevresindekilerin ‘boykot kampanyası’na sebep olacak kadar bugünleri anlamaya yarayan sayısız bilgi ve anekdotla dolu kitap. Kezban Hanım’a kitabımı okuduğu için teşekkür ederim.
ABD o dönemde ‘vize’ konusunda anlayışsız davranarak Gülen’i ülkesine dönmeye zorlamakla yetinmedi, bu zorluğu aşmak için açılan davalar devam ederken bir şey daha yaptı: Düzenli periyotlarla Saylorsburg’a giden Türkiye’deki çekirdek kadrodan insanlar, New York’a ayak bastıklarında, birer birer aynı uçakla Türkiye’ye gönderildi.
Vizeleri de iptal edilerek…
Türkiye’deki önemli isimleri ABD’nin İstanbul Başkonsolosu Deborah Jones tarafından, kendi rezidansında bir yemek masasında ağırlandı Cemaat’in ve ”Hocanız neden ülkesine dönmüyor?” sorusu birkaç kez yüzlerine tekrarlandı.
Sonra ne olduysa oldu, formül bulundu ve çeşitli referans mektupları ile sözlü müdahaleler sonucu Fethullah Gülen’e özel bir vize verildi.
Ancak ‘vize’ hâlâ dava konusu ABD’de ve yönetim savunmaktan vazgeçerse mahkeme rahatlıkla ‘vizeyi iptal’kararı verebilir.
Darbenin arkasında ABD mi var?
Kanıt olmadan nereden bilebilirim bu sorunun cevabını…
Ancak, ”Darbe talimatı veren Gülen miydi, dava dosyasını gönderin, talimatı verenin o olduğuna inanırsak kendisini size iadeyi düşünelim” türü yanlış tavırlarla ABD’nin kendisini savunması bana çok yersiz geliyor.
Vize iptal edilir ve Gülen Türkiye’ye gönderilir…
Washington’dan Türkiye’ye bakanların göremediği, Fethullah Gülen’in iadesi konusunda bürokrasiyi öne sürerek takınılan olumsuz tavrın, burada farklı yorumlara yol açtığıdır…
Türkiye’de insanlar, hiç değilse önemli bir çoğunluk, 15 Temmuz başarısız darbe girişiminin arkasında Amerika’nın parmağı olduğuna inanıyor. Büyükelçi Bass’ı ikide bir açıklama yapmaya mecbur edecek haber ve yazılar da çıkıyor bu konuda.
İade konusu açıldığında ABD’nin isteksiz görünmesi, ”Hah, gördünüz mü, darbe bir ABD operasyonu”yorumlarına yol açıyor.
Tabii, bu arada, Amerikan medyasında darbe girişimi sonrasında çıkan haber ve yorumlar da, bütün olumsuzluklarıyla ABD yönetimine mal ediliyor.
Neden bu kadar tepkiyi üzerine çeksin ki ABD gibi bir ülke? Halen ‘IŞİD’e karşı savaş’ sürerken kendisiyle birlikte hareket etmesini bu denli canhıraş feryatlarla talep ettiği Türkiye’yi kızdırarak hem de…
Basit bir ‘vize iptali’ hamlesiyle iki ülke arasındaki bu dikenli konu çözülebilir ve Türkiye’de darbe-sonrası yanlışlıklar ypıldığında, ‘stratejik müttefiki’ne yönelik Washington’un eleştirilerine daha fazla kulak verilir.
Amerikalılar şunu anlamalı
Herkesin gördüğünü Amerikalılar da görmeli: 250 kadar insanımızın canına mal olan, yüzlerce kişinin yaralanmasına yol açan, ”Bir daha olmaz” rehavetine kapıldığımız darbe sürpriziyle yeniden karşılaştığımız için dengelerimizi bozan bir girişim yaşandı bu ülkede.
Ordu içinden birileri kendi halkına silâh açtı, hayatlarını onlara emanet etmiş komutanlarına ihanet etti.
Darbe yüzünden yüzbinlerce insan –devlet görevlisi– hakkında takibat açıldı, ülkede ‘olağanüstü hal’ ilân edildi. Demokratik hak ve özgürlükler tehlikeye girdi.
Girişimleri başarılı olsaydı nasıl bir Türkiye istediklerini bile bilmiyoruz bu darbecilerin…
Bilinen tek şey, darbeye teşebbüs edenlerin, bir süre önce açılmış bir davaya da konu edilen ‘Fethullahçı Terör Örgütü: FETÖ’ veya ‘Paralel Devlet Yapılanması: PDY’ ile irtibatlı ordu mensupları olduklarıdır.
Daha doğrusu iddia böyle.
Zihinlerimizin bu iddia hakkında berraklığa kavuşabilmesi için de, ABD’nin, ‘yapay gerekçeler’ arkasına sığınmaya kalkışmadan doğru bir davranış sergilemesidir.
Şu anda televizyon ekranları ve gazete sayfalarından kahvehanelere, oradan da evlere kadar uzanan en ciddi bahis konusu ”Amerika iade edecek mi, etmeyecek mi?” sorusuna aranan cevaptır.
Eğer bir parça ‘devlet aklı’ varsa Amerikalıların, –ki ben var olduğuna inananlardanım– bu bahsi fazla uzatmayacaklarını düşünüyorum.
Uzatmamalı da.
*Bu yazı Fehmikoru.com'da yayınlanmıştır