Fehmi Koru*
“Bu defa da ekonomiden vurmak istiyorlar; bütün dertleri Türkiye’nin önünü kesmek çünkü…”
Son zamanlarda TV ekranlarından en fazla işittiğiniz cümle bu olmalı; bazı sütunlara da yansıyan yaygın görüş bu. Kendi haline bırakılsa, siyasilerimiz istediklerini yapabilseler, kanatlanıp uçacak Türkiye; ama işte birileri bunu istemediği için…
Ekonomi yalpalamaya yüz tuttuğunda, geçmişte de, buna benzer yakıştırmalar işittiğimi hatırlıyorum.
Küreselleşme ile hemen bütün ülkeler ekonomik açıdan birbirlerine bağlandığı için bütünüyle yabana atılmayacak bir görüştür bu.
Malınızı üretecek hammadde alamaz.. veya hammadde temininde zorluk çekmezsiniz, ama ürettiğiniz malı satacak yer bulamaz hale gelirseniz..
Ne yapacaksınız?
Dışarıdan mal alabilmek için bedelini yabancı para cinsinden ödemeniz gerektiğini de unutmayın…
Ekonomimizin gerçekleri
Türkiye, ekonomisi en düzgün çalıştığında, her yıl 200 milyar dolar kadar bir dış para girdisine ihtiyaç duyuyor. İhracattan, dolaylı-dolaysız yabancı yatırımlardan, turizm gelirlerinden, yurtdışı müteahhitlik hizmetlerinden gelenlere rağmen, yine de belli bir açığı oluyor ülkemizin…
‘Câri açık’ diyor geçiyoruz, ancak o açık karşılanabilir olmaktan çıktığında…
Geçmişte IMF’nin kapısına düşüyorduk…
İhracat rakamımız şimdilerde yerinde, ama diğer bütün girdilerde önemli düşüşler var:
Bir ara doğrudan yabancı sermaye girdisi yıllık 20 milyar doların üzerine çıkmıştı; son birkaç yıl azala azala bu yıl galiba 1 milyar doların altında kalacak..
Turizm gelirlerimiz geçmiş yakın yıllarla mukayese edilemeyecek derecede düştü…
Yurtdışı müteahhitlik hizmetleri deseniz, dışarıda iş almakta zorlanmaya başladı müteahhitlerimiz.. ve evet o girdi de sözü edilemeyecek durumda bugün…
Doların değeri ABD başkanlık seçiminden sonra pek çok ülkede yükseldi, bizde hepsinden fazla yükselmesinin sebebi daha çok bu tablo yüzünden…
Tabloya bakıldığında, “Yabancılar müdahale ettiği için…” diyenlere hak vermemek elde değil…
Daha önce Türkiye’yi yılda 20 milyar dolarlık yatırım yapılabilecek bir ülke olarak görenler kimlerdi? Ya şimdi yeni yatırımlar yapmak yerine eski yatırımlarını elden çıkarma çabasına girenler?
İkisi de yabancılar…
Ülkemizden uzak duran turistler?
Onlar da yabancı…
Müteahhitlerimize iş vermekte nazlananlar da öyle…
Hepsi el ele vermiş ekonomimizi durgunluğa itiyorlar…
Görüyorsunuz, basit bir akıl yürütmeyle bile, ülkemize karşı, ekonomik açıdan dize getirme amaçlı bir komplo olduğuna varılabiliyor.
Varılıyor, ama kendi hesabıma ben o noktada zihnime üşüşen soruları cevaplamakta zorluk çekmeye başlıyorum.
Kendimizin kendimize yaptığı…
Hepimizin en kolay cevaplayacağı turizm konusundaki sorudan başlayalım: Tamam, ülkemizi en çok seven ve her yıl tatilini güney sahillerimizde geçiren yabancılar bile bu yıl başka ülkelere gitmeyi yeğlediler; ancak bunun sebebi turizm yoluyla ekonomimizi çökertme niyeti midir, yoksa?
Rusya ile jet krizini yabancılar çıkarmadı ki… Aylar sonra yakınlaşabilmek için sarf ettiğimiz çabaların yarısını uçak düşer düşmez yapsaydık, Rus turisti bu yaz da ağırlardık, sebze ve meyve ihtiyacını Rusya bizden almaya devam ederdi…
Atatürk Havalimanı’ndaki, ülkemizin en büyük iki ili İstanbul ve Ankara’daki patlamaların fâillerinin ülkemizde neşv-ü nema bulmalarında yabancıların kabahati yok ki…
Yabancı ülkelerden iş alan müteahhitler daha büyük kâr kapısını kamu garantili Türkiye’deki inşaatlarda gördüyse ve dışarıya ilgilerini yitirdilerse, kim müteahhitleri suçlayabilir ki…
Doğrudan yabancı sermaye, evet ülkede demokratik standartlar yerinde midir, insanlar özgür müdür diye dertlenmeden sadece kâra gelir; öyledir ama.. önünü göremiyorsa.. yarın kârını dışarıya çıkarabileceğinden, hatta malına mülküne el konulabileceğinden endişe ediyorsa.. yargı sisteminize bakıp hakkaniyet ve adalet duygusu konusunda eksikliklerin varlığını fark ediyorsa..
Bu durumdaki yabancıya ne tavsiye edersiniz?
Küreselleşme çağında, eğer ülkeniz onun bir parçası halindeyse, global dengede nerede durulduğu da önemlidir.
Şaşılacak bir şey, ama gerçek:
Türkiye global dengede kendisinden vazgeçilecek ülkeler arasında bulunmuyor.
Şaşırtıcı mı geldi; ama üzerinde biraz düşünürseniz siz de aynı sonuca vardığınızı göreceksiniz…
Ülkemiz 1950’li yıllardan beri, çeşitli ittifaklar yoluyla, ABD ile ve Almanya, Fransa, İngiltere yanında diğer Avrupa ülkeleriyle aynı ligde yer alıyor. NATO’da üye.. Sonunda aynı çatı altında buluşmayacak olsa bile, Avrupa Birliği’nin ‘üye olabilir’ damgasını üzerinde taşıyan bir ülke..
Bunu bir çok sorunu birlikte daha kolay çözebileceklerini düşünerek ve bölgedeki diğer ülkelerden farklı muameleye tutarak Türkiye’ye sağladı Batılı ülkeler…
İstediğimiz zaman o ittifaklardan çıkabiliriz elbette; ortak politikalara, hatta ortak değerlere boş verip kendi yolumuzu kendimiz de seçebiliriz.
Hiç kuşkunuz olmasın bunu yapabiliriz.
Tek bir şartla: O durumda da ekonomik açıdan ayakta kalabileceğimiz farklı tercihlerimiz olabilirse…
Avrupa’nın ekonomimiz içerisindeki ağırlığı yüzde 50’yi aşıyor; o ağırlığı taşıyabilecek bir alternatif bulabilirsek..
O durumda olur, neden olmasın?
Soru şu: Bugün böyle bir alternatif var mı?
Yoksa, o halde neden varmış gibi davranılıyor?
Demokrasi tek alternatif, hukuk devleti olmak da…
Türkiye’nin AB perspektifi içerisinde kalması, daha demokratik ve insan haklarına saygılı gerçek anlamda bir hukuk devleti halini alması, yediğimizin içtiğimizin Alman, İngiliz ve Fransız’ın yediği-içtiğiyle aynı kalitede olması demek..
Hayır, “Biz farklıyız, bize daha değişik ölçüler uygulanmalı.. gazetecilerimizi, aydınlarımızı daha kolay hapse atabilmeli.. akademisyenlerimizi gözlerinin yaşına bakmadan görevlerinden uzaklaştırabilmeli.. bizim de kendilerine hoş gözlerle baktığımız dönemlerde örgüte arka çıktıkları için işadamlarımızın mal ve mülklerine el koyabilmeli.. örgüt elemanlarını yakalayamadığımızda genç-yaşlı bakmadan bir-iki yakınını cezaevlerine tıkabilmeliyiz” derseniz..
Kusura bakılmasın, ama…
Yabancılar, karşılarında, standardı yüksek bir Türkiye istiyor ve bunu gördüğünde bizimle iş tutuyor, bu görüntüden uzaklaşıldığında araya mesafe koyuyorsa…
Acaba buna “Bizi sevmiyorlar.. büyümemizi istemiyorlar.. önümüzü kesmek için ekonomimizi baltalıyorlar.. o yüzden” diyebilir miyiz?
Diyen çıkabilir elbette, ama başta beni ikna etmekte zorlanır.
Filmi başa sarmamız gerekiyor; fabrika ayarlarına dönmek güç olsa bile, değerler açısından 2011 öncesine dönmekte fazla zorlanmayız herhalde.
O zaman 15 Temmuz ihanetiyle de daha iyi hesaplaşırız; hiç kuşkunuz olmasın.
ΩΩΩΩ
NOT: Bu yazıyı yazabilme cesaretini, bana, Hürriyet‘te Akif Beki‘nin sütununda bugün karşılaştığım, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez‘in şu sözleri verdi:
“Bu yapıyla bir şekilde yolu kesiştiğinde cahil ve masum adımlarla hareket ederek iyi işler yaptığını zannedenler, örgütün akıl hocalarından, proje mimarlarından, kasa ve cüzdanlarından, elebaşlarından ayrı değerlendirilmelidir…
“Bu kişilerin topluma yeniden kazandırılması, karşılarında devletin hakkaniyeti ve mutedil duruşunu bulması son derece önemlidir…
“Bir kimsenin işlediği suçtan dolayı başkaca bir yakınının mağdur edilmesi düşünülemez. Suçlu da olsa hiç kimse açlığa ve yokluğa mahkûm edilemez, rızıkları kesilemez…
“Bu ilkeler hakkın ve hukukun gereği olup, FETÖ’yle mücadelede bu ilkelere riayet edilmesi adaletin yanı sıra toplumsal huzurun tesisi için de elzemdir…”
Kendisine teşekkür borçluyum. FK.
* Bu yazı Fehmikoru.com'da yayınlanmıştır