T24 - Ünlü piyanist Fazıl Say'ın babası Ahmet Say, 'Beethoven Napolyon'a, Mozart başpiskoposa karşı durdu. Bu anlamda Fazıl'ın sanatçılığı kadar duruşunu da beğeniyorum' diyor.
Akşam gazetesine yeni çıkan 'Ağaçlar Çiçekteydi' adlı anı-biyografi kitabında hem anılarını hem de oğlu ünlü piyanist Fazıl Say'ı anlatan baba Ahmet Say, sanatın ve sanatçının bir görevinin de haksızlıklara karşı durma mesajı vermesi olduğunu savundu. Ahmet Say, kitabında oğlu Fazıl Say'ın sanatsal duruşunu irdelerken, Orhan Kemal, Deniz Gezmiş, Mihri Belli, Fikret Otyam gibi birçok ünlü simaya ilişkin anılara da yer vermiş. Say'ın 'Ağaçlar Çiçekteydi' isimli kitabı aynı zamanda yakın tarihle ilgili önemli bilgiler de içeriyor. İşte Say'ın 76 yıllık hayatından öne çıkan bazı kesitler:
Ahmet Say, İstanbullu bir öğretmen ailesinin çocuğu. 1935'te doğdu, 7 yaşında piyano derslerine başladı. Önce o yıllarda İstanbul'da 'matmazel' denilen Yahudi kızlardan piyano dersleri aldı. Sonra Hitler'den kaçarak Türkiye'ye gelen Viyanalı piyanist ve orkestra şefi Ferdinand Statzer'in önerisiyle konservatuvara girdi. Okulla konservatuvarı bir arada götüremeyince, konservatuvarı bıraktı. İstanbul Erkek Lisesi'ni bitirdi, 'dövizli öğrenci' olarak Almanya'ya gitti. Gazetecilik okurken ünlü bir piyanistin evinde pansiyoner olarak kaldı. Say, 'Etnomüzikoloji tutkusu ve derlemecilik hastalığının' da bu dönemde başladığını söylüyor. Türkiye'ye dönüşünde akademisyen olmak istedi ancak Almanya'daki okulunun denkliği kabul edilmeyince Bingöl'e Almanca öğretmeni oldu.
Say, Bingöl'deki öğretmenliğinin ardından Erzincan'da halk eğitim uzmanı olarak çalıştı. Ahmet Say, Erzincan'dan ayrılma hikayesini de şöyle anlatıyor: 'Orada köylerde olağanüstü otantik motifler varken Isparta halılarını taklit ediyorlardı. Toptancılar da o halıları Isparta halısı diye satıyordu. Valiye, 'buraya bir halı atölyesi kuralım' dedim. Toptancılar düşman oldu. Halk eğitim merkezini kurşunladılar. Erzincan'dan ayrılmak zorunda kaldım. O gün bugündür devletle memuriyet gibi bir bağım olmadı.'
Fazıl'ın ilk piyanosu
Ankara'ya dönen Ahmet Say, bir süre sonra Türk Solu dergisinin yazı işleri müdürlüğünü, ardından Türkiye Solu dergisinin sahipliğini üstlendi. Ahmet Say, ayrıca 1977-1983 arasında Cemal Süreyya ile birlikte 'Türkiye Yazıları' adlı aylık dergiyi çıkardı. 12 Mart darbesinde 4 kez gözaltına alınan ve toplam 17 ay hapis yatan Ahmet Say, oğlu Fazıl'a aldığı ilk piyanonun parasını da hapisteyken yazmaya başladığı 'Kocakurt' adlı romanıyla kazandı. 'Cezaevinde kalmak beni eğitti' diyen Say, o günlerle ilgili şunları anlattı: 'Davalarda hüküm almadığım halde bir dava sarktığı için beni Ulucanlar Merkez Cezaevi'ne attılar. Gorki'nin bir kitabının adı, 'Benim Üniversitelerim'dir. Cezaevi de gerçekten benim için üniversite oldu. Orada 5-6 ay kaldım. Mahkumların 'Kocakurt' diye seslendikleri bir dolandırıcının anlattığı hikayelerden hareketle bir roman yazdım. Milliyet'in roman yarışmasına gönderdim, oradan ödül aldım ve kitap basıldı. Kazandığım parayla Fazıl'ın ilk piyanosunu aldım.'
Daha çok küçük, seneye getir
Türkiye'nin çalkantılı günler yaşadığı 1970'lerin hemen başında Fazıl doğdu. Ahmet Say'ın obua sanatçısı arkadaşı Ali Kemal Kaya, henüz 2,5 yaşındaki Fazıl'ın armonika çaldığını görünce Mithat Fenmen'e haber verdi. Fenmen, 'Bu çocuk daha çok küçük, seneye getir' dedi. Fenmen'le Fazıl'ın derslerini Ahmet Say şöyle anlatıyor: 'Mithat Fenmen, Fazıl'ın boyu yetişsin diye piyanonun koltuğuna 2 minder koyardı. Ben her gün Fazıl'ı götürüyordum. Başlarda ancak 5 dakikalık ders yapabiliyorlardı. İğneyle kuyu kazmak gibi. 1.5 yıl sonra 10 dakikaya çıktı. O zamanlar ben de bildiğim kadarıyla müzikten bahsediyordum. Fazıl 10 yaşını geçip de Beethoven'in eserlerini yorumlamaya başlayınca benim bilgim de yetersiz kalmaya başladı.'
Toprağa çıplak ayakla bastı
'Üstün yetenekli çocuklar' yasası kapsamında Ankara Konservatuvarı'nda eğitimine başlayan Fazıl Say, Almanya'dan kazandığı bursla Düsseldorf Müzik Yüksek Okulu'nu bitirdi. Baba Say, aynı şekilde yurtdışına giden sanatçılarla Fazıl Say arasındaki farkı şöyle anlatıyor: 'Harika Çocuklar Yasası'yla yurtdışına gidenler de başarılı oldu. Ama aileleriyle beraber gitmişlerdi. Örneğin Paris'e gidenler; hayatı ve müziği Paris'teki gibi sandılar. İnsanı, doğayı hep farklı algıladılar. Fanus içinde yetişen çiçekler gibiydiler. Fazıl öyle olmadı. Eğer karşılaştırmak gerekirse Fazıl bu toprağa çıplak ayakla bastı. Gecekondu tarafının çocuklarıyla kavga eder, bilye oynar, çamur içinde gelir, küfürler öğrenirdi. Hayatı tanıdı. Fazıl'ı yetiştiren Elif Bacı çok açık görüşlü bir Alevi'ydi. O da Fazıl'ın yetişmesinde etkili oldu.'
Çok doğrucu
Atatürk'ün 'Sanatçı alnında ışığı ilk hisseden kişidir' sözünü hatırlatan Ahmet Say, sanatçının sanatıyla verdiği soyut mesajların öneminin altını çizdi. Say, 'Beethoven, Napolyon'a inandığı dönemde bestelediği senfonisinin ithaf kısmını kalemle öyle bir çizdi ki, kağıdı yırttı. Dönemin başpiskoposuyla ters düşen Mozart sonra yoksulluk içinde öldü. Haksızlıklara baş kaldırmak sanatçının görevidir. Bu anlamda Fazıl'ın duruşunu doğru buluyorum. Yanlış yapmıyor ama bazen uçuk tepkileri olabiliyor. Onlar daha durulabilir' diye konuştu. Ahmet Say kitabının Fazıl Sayla ilgili bölümünde de, 'Fazıl'ın Türkiye'deki 'muhalif ve müdahaleci' tutumu yurdumuzun emperyalizm ve yobazlık kıskacından kurtuluşu yolunda verilen mücadeleye katkıdır' ifadelerine yer veriyor.
Altıok Orotoryosu'nu çok seviyorum
İstanbul Senfonisi'ni, İstanbul Avrupa kültür başkentiyken burada seslendiremediler, gidip Dortmund'da seslendirdiler. Ben eseri çok beğendim. Nazım Orotoryosu gençlik dönemi işi olmakla beraber müzikle şiiri çok iyi yoğurmuş bir eser. Fakat bence müzik açısından Metin Altıok Orotoryosu daha değerlidir. Besteciliği giderek gelişiyor.'