Bugün, şair Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın 100. doğum günü. Türk şiirinin büyük ustası, Çocuk ve Allah'ın yazarı Fazıl Hüsnü Dağlarca, 2008'de 94 yaşındahayatını kaybetti. Dağlarca 130'dan fazla şiir kitabı bıraktı geride. Nurullah Ataç, Cemal Süreya'nın 1960'ta çıkardığı Papirüs dergisinde "Dağlarca'yı iyi tanımayarak kendimize haksızlık ettiğimizi" söylemişti.
Zehra Onat’ın Zaman’da yer alan haberine göre, 100’üncü yaşında Dağlarca’yı anarken, onu ve şiirlerini dostları böyle anlattı.
Ataol Behramoğlu: Eşine az rastlanır bir şair
Dağlarca, lise yıllarımdan başlayarak izlediğim, çok şey öğrendiğim, çok sevdiğim büyük bir şairimizdir. Denebilir ki bütün yaşamını şiire adamış, her nefes alıp verişini şiirde yoğunlaştırmış, eşine az rastlanır bir şairdir. Öncelikle dilimizin büyük ustasıdır. Deney yapma, araştırma, yeni ufuklara açılma konusundaki tutkusu ve cesareti, bir başka alanın büyük sanatçısı Picasso'nun araştırmacı yaratıcılığıyla karşılaştırılabilir. Onunla 1970'lerden başlayarak yakın bir dostu olma mutluluğunu da yaşadım. Her görüşmemizde ondan şiire ilişkin bir şeyler öğrendim. Dağlarca çağdaş şiirimizde başlı başına bir okul, yapıtları geniş ve ayrıntılı çalışmalara bitmez tükenmez konular sağlayacak büyük bir yaratıcıdır.
Ebubekir Eroğlu: Şiirinde metafizik duruş var
Çocuk ve Allah'ta çocuk algısının temel alındığı şiirler de var. Tabii ki dünyanın tamı tamına kavranmış olmasını beklemiyoruz; ama bir bütün olarak orada duran dünya, çocuğun arzusuna kendiliğinden bir cevap oluşturuyor. Çocuğun arzusunda ise dünyayı bütünüyle algılama hedefi yatmaktadır. Bir çocuğu, varlığa ve dünyaya anne imgesi bağlar. Şiirdeki çocuk annesine hitap ettiğinde, kendisini dünyanın gizemiyle dolduran, “soru dolu bir duruş”un sahibidir. Metafizik sorgulama yok, metafizik duruş var. Çocuk, felsefenin dünyasıyla değil, şiirin dünyasıyla yüz yüze olabilir. Bu nedenle sorgulama yok. 1960'lı yılların sonlarında Çocuk ve Allah, Âsu ve Daha kitapları vardı. Metafizik yük bulduğumuz bu kitaplarıyla, o zamanlar ilgilenen pek yoktu. Hatta şairin kendisi de ilgilenmiyor, bu da bize tuhaf geliyordu. Şairane bir aldırmazlık da olabilirdi. O sıralarda Dağlarca genel olarak kuşak birlikteliklerinin dışında, tarihî konulara, siyasî ve toplumsal hareketlere, evrensel ve bölgesel politik sancılara bakmasına imkân veren bir yol izlemekteydi. Bu yolda yazmanın yaygın (ve rakip tanımaz) bir tutum olduğu 1960'lı yıllarda işlettiği kitap mağazası camlarına asarak sergilediği Karşı-Duvar dergileri, yazılı basında ses getiriyordu. Hâlbuki onu okur nezdinde güçlü gösteren metafizik alakaları olmuştu ve vardı. Ağır Hasta şiirindeki soru dolu çocuk bakışında ve yaşlılık döneminin verimi olan Uzakları Giyinmek‘teki şiirlerde görüldüğü şekilde onun şiirinde metafizik bir boyut her zaman bulundu.
Dağlarca, şiire başladığı 1930'lu yıllarda gerçekçi ifadenin yanında en az onun kadar etkili olan bu yönü ile kendi kuşağıyla (Necip Fazıl'ınkiler başta) temaları üzerinden birleşmekte idi. Bu birleşme ve bir araya gelmeye yol açan temaların geriye çekildiği bir dönem yaşanmaktaydı. Bu dönem boyunca, orta yaştaki eğilimlerine bakarak ilk zamanlardaki kuşak birlikteliğinin dışında bulduk onu. Güçlü olduğu yönlerini konuşmak için şiir okuruna cesaret veren, Cemal Süreya'nın şair hakkındaki yazısı oldu. Bu yazı dolayısıyla Çocuk ve Allah'tan ve Âsu'dan söz edilebildiğini hatırlıyorum. Neden sonra, Ahmet Soysal, Dağlarca'nın eserini, şiir üzerine düşünüşünün konusu olarak ele aldı. Özenle seçtiği birkaç şiir üzerinden giderek yaptığı çözümlemede Dağlarca'nın şiirini bir düşünce şiiri olarak niteledi. Ona göre şairin “arzu”yu merkeze almasının nedeni de çocuk algısının ondaki sürekli varlığıdır. Dağlarca, ömrünün son yıllarında çocuk şiirleri ile daha fazla göründü. Yeniden çocuk şiiri üzerinde yoğunlaşması, kendi şiirinin kökleriyle kurduğu bağlantıyı canlandırmak amacına hizmet edebilir. Zira onun şiirinde sürekli çığırlardan birinin kaynağı olan çocuk algısı “Havaya Çizilen Dünya”dan başlayarak hep yürürlükte olmuştur.
Ahmet Soysal: Dağlarca üstüne dört cümle
1. Dağlarca bir modern'di: Dağlarca'nın yapıtı, hem biçimsel hem de içeriksel olarak modern Türk şiirinin benzersiz bir an'ıdır.
2. Dağlarca'nın şiiri soru soran bir şiirdir: Dağlarca'nın şiirinin temel özelliği, şiir dili yoluyla varlık, evren, doğa, yaşam (“hayat”, “hayvan”), arzu, vücut, dil gibi soruları sormasıdır.
3. Dağlarca'nın her bir şiiri, anlam-imge-ritm-ses ögelerinin dengelendiği bir nesnel yetkinliğe sahiptir: bu özellik, onu üstün bir sanat nesnesi yapar.
4. Dağlarca eksik ve yanlış anlaşılmıştır: Dağlarca'yı anlamak, yalnızca Türk şiirinde değil ama dünya şiirinde de onu en ön sıralara koymaktır.
Necmiye Alpay: Şiirinde masumiyeti okuruz
Şiir için verilebilecek en iyi tanımlardan biri onun bir tür masumiyet olduğudur. Fazıl Hüsnü Dağlarca bende böyle bir tanıma temel olan ender şairlerden biri. Onun şiirlerinde konuşan kişi bir çocuğun duygudaşı olabildiği ve dili de çocuğun ilksel gözüyle görerek kullanabildiği için çocuk masumiyetini taşır. Kötülüğü kendi ruhunun derinliklerinde arayabildiği için melek masumiyetindedir. Ve belki en önemlisi, insanların en masum hallerinin değerini verdiği için masumiyet okuruz o şiirlerden. Her büyük şair gibi Fazıl Hüsnü Dağlarca da kendine özgü bir söz evreninde biçimlendirmiştir bunu.
Haydar Ergülen: Bu büyük şiiri var eden düşüncedir
Dağlarca bir ‘düşünce'dir. Dağ-larca'nın şiirini düşününce, böyle çok, kapsamlı, yoğun, yüksek, derin, bir yandan da diyalektik ve zaman zaman tekrarlama riskini ve cüretini göze almanın, düşüncede ve felsefede mümkün olabileceğini görürüz. Bu onun büyük bir şiir yazdığı gerçeğine karşı söylenmiş bir şey değildir, aksine, bu büyük şiiri var eden şeylerden birinin de ‘düşünce' olduğunu söylemektir. Felsefeyi, diyalektiği, metafiziği ve şiiri de içine alan daha büyük ve görkemli bir şey, Dağlarca Düşüncesi.
Ömer Erdem: Dağlarca, Türkçenin şiir hayvanı
Türkçenin şiir hayvanıdır Dağlarca. Kavram olarak budur ve sanki bütün hayvanlar, etleri, tırnak ve pençeleri, sesleri, kemikleri yanında yaşları ile bir olup toplanmış gibidirler onda. Toplama varmak, kült olmak ve ilkel bir mamut gibi türevi olmadan yaşamak da diyebiliriz buna. Çocuk ve Allah'tan geçip Asu'dan sıyrılmayan bir şair her zaman eksik kalacaktır şiirde. Bu hâlâ böyledir ve bir şair için değil bir büyük şiir birikimi için de az şey değildir.
Can Bahadır Yüce: Edebiyatımızda benzersizdir
Dağlarca'yı bir ırmak gibi düşünüyorum: Büyüklü küçüklü suların onun rengini, kokusunu aldığı, içinde kaybolup gittiği koca bir ırmak. Cemal Süreya, Dağlarca'nın etkisine giren bütün şairlerin şiiri bıraktığını söyler, gerçekten öyledir. Onun şiiri başka denizlere açılmanıza izin vermez, sizi kendi içinde eritir. Bu yönüyle Dağlarca edebiyatımızda benzersizdir. Özellikle ‘Çocuk ve Allah' (1940) Türkçe var oldukça yaşayacak. Yine de onun yapıtını 2000'li yıllara kadar uzanan bütünlüğü içinde düşünmek gerekir. Geçenlerde Aydın Afacan, Dağlarca'nın belli bir döneminden sonra kendini çocuk şiirlerinin içine sakladığını söyledi ki düşünmeye değer. Sanırım Ömer Erdem'in fikriydi, 100. yaşında 100 şairle beraber Dağlarca'yı ziyaret edecektik. Dağlarca'nın 100 yaşında hayatta olacağına, bir çınar gibi hep orada duracağına inanıyorduk nedense. Bugün aramızda olmasa da şairlerin öncülüğünde anısı yaşatılmalı.
Gonca Özmen: Kızım için de şiirler yazdı
Yalnızca çocuklar için 25'e yakın şiir kitabı yayımlamış başka bir şair yoktur edebiyatımızda. Çocukları ve çocukluğu derinden seven bir şair olan Dağlarca, duyarlılığıyla, merakıyla, gözlem ve düşlem gücüyle, coşku ve içtenliğiyle ölünceye kadar çocuksu yanını koruyabilen bir şairdir. Ona göre, insanın asıl ölümü, gövdesinin değil, çocukluğunun ölümüdür. Dağlarca'nın çocuklara olan ilgi ve sevgisi, şiirimize bir anıt kitap kazandırır: Çocuk ve Allah. İkinci kitabı olan bu başyapıtla büyük bir başarı elde eder. Dağlarca, Çocuk ve Allah'tan sonra hep çocuk kalmıştır. Dağlarca, yalnızca bizim çocuklarımız için değil, Vietnamlılardan Hollandalı çocuklara dünya barışı ve insanların kardeşliği için, her ulustan, ırk ve dinden tüm dünya çocuklarına da yazan bir şair. Kendini “yeryüzü yurttaşı” olarak gören Dağlarca'nın şiir evreni; ulusçu, destansı şiirlerden, bireyci, toplumcu, mistik, insancıl, somut ve felsefî şiirlere gökler gibi sınırsızdır. Dağlarca, dünyanın tüm çocuklarına aynı sıcaklıkla seslenir. Doğaya, yaşama ve insanlara bir çocuğun gözleriyle, çocukça bir duyarlılıkla, çocuk hayreti ve şaşkınlığıyla bakar. Çünkü bir yazarın dediği gibi, “bir şiir çocuktur” Dağlarca. Kızım Ada da benim gibi onunla büyüyecek – iyi ki!