Gündem

Fatih Çekirge: Leyla Zana'ya sessiz kaldığım için acı çekiyorum

Fatih Çekirge, gazetecilik hayatı boyunca yaptığı ve çok pişman olduğunu söylediği hatası olarak "Leyla Zana'ya sessiz kaldığım için acı çekiyorum" de

07 Mart 2011 02:00

T24 - hürriyet.com.tr Yayın Yönetmeni Fatih Çekirge, gazetecilik hayatı boyunca yaptığı ve çok pişman olduğunu söylediği hatası olarak "Leyla Zana'ya sessiz kaldığım için acı çekiyorum" dedi.

Radikal gazetesinden Ezgi Başaran'ın "Leyla Zana'ya sessiz kaldığım için acı çekiyorum" başlığıyla yayımlanan (7 Mart 2011) yazısı şöyle:


Leyla Zana'ya sessiz kaldığım için acı çekiyorum

Hürriyet.com.tr'nin yayın yönetmeni Fatih Çekirge: Tiraj ve başarma hırsı bazen mantığın önüne geçiyor, insanı körleştiriyor. İçime oturan tek hatam var, Leyla Zana'ya yapılanlara ses çıkarmadık.

Fatih Çekirge’yi tanıyor musunuz? Evet diyenler vardır. Yıllarca Hürriyet’in Ankara temsilciliğini yaptı, oradan… Uzan’ların kurduğu Star gazetesinin genel yayın yönetmeniydi, hani şu 1 milyon satan gazete…Oradan. Şimdi Hürriyet.com.tr’nin yayın yönetmeni, oradan. Değil işte. Bunlardan ibaret değil birini tanımak. Çekirge, şiir merakı tüm dünyevi hırslarının üstünde olan, sanıldığının aksine kadın sorunlarına çok kafa patlatan bir gazeteci. Yeni çıkan şiir/anlatı kitabı Kuzey Yolculuğu vesilesiyle buluştuk, kadınları, iç hesaplaşmalarını ve ruhunu niçin Galata Kulesi’nin tepesinden aşağı bıraktığını konuştuk.


Centilmen erkek kimdir?

İçbükey bir aynaya bakabilen ve kendisine saygısı olan erkek centilmen olur. Kadını anlamak için önce kendisiyle yüzleşmeli bir erkek. Bundan sonrasını, hayat deneyimleri belirler. Hayattan kastım da kadındır. Benim için zaten hayat kadındır. Sen buna istersen, sevgili de, istersen anne de, istersen Kibele de…


Medyada üretilen malzemeleri centilmen buluyor musunuz?

Ne basında ne siyasette ne de sokakta kadına saygı filan yok. İki sebebi var: Feodalitenin artıkları ve yanlış yorumlanmış dini metinler. Ha bir de hak etmediği halde para ve mevki kazanmış lümpen erkek nüfusunun artması. Eskiden gazetelerde kaç kadın çalışır diye manasız bir soru sorulurdu. Kadınların sayısı değil, etkinliği önemli. Ayrıldığı adam tarafından öldürüleceğini söyleyen kadının ölüm haberini gazeteler hâlâ Başbakan’ın yahut herhangi bir bakanın demecinden daha önemsiz görüyor. Bu erkek bakışıdır.


Özeleştiri yapmanızı istesem?

Bu anlayışın kurbanı olmuşluğum, acısını çekmişliğim vardır. Hâlâ da mücadele veriyorum. Hürriyet.com.tr‘de bir yere kadar becerebildim. Kadının bir cinsel obje olarak kullanılmasının önüne geçmeye çalıştım.


Ama hâlâ var o tür fotoğraflar...

Anasayfada göremezsin. Ancak magazin, Kelebek ve resim galerisi kategorilerine girersen rastlarsın. Mantığım şuydu: Nasıl ki televizyon izlerken elimizde kumanda var, istediğimiz yere gidiyoruz. İnternette de magazin görmek isteyen o kategoriyi tıklasın diye düşündüm. O kategorilerdeki fotoğraflar da pornografik değildir.


Nedir?

Örneğin Jennifer Lopez’in son 6 Oscar töreninde giydikleri dizilmiştir. Merak eden gider o kategoriye tıklar. Ama ben kadının anasayfada bir figür olarak verilmesine karşıyım. Elimden geleni yapıyorum.


İnternet galerileri

Galerileri toptan kaldırsanız.

Öyleyse bir soru: Günün en önemli haberi olan gazetecilerin gözaltına alınması mı daha çok okunuyor, magazin bölümündeki bir haber mi? Tabii ki magazin. Günde 1-2 milyon sayfa görüntülemesi alıyor.


Niye sizce?

En önemli nedeni biz gazeteciler. Medya, magazini yıllar yılı çok iyi kullandı. Ama azalıyor. Bak eskiden Televole vardı, kalmadı. Yani yavaş yavaş safralardan arınıyoruz. İnternet siteleri birbirine bağlanmış küçük dünyalardır. Spor dünyası, siyaset dünyası, magazin dünyası. Galerileri sevmiyorsan girmezsin. Onun dışında da kimsenin elindeki kumandaya kırmızı nokta koymamı beklemeyin. Şunu da söyleyeyim; iddia ediyorum, o galerilere erkeklerden çok kadınlar bakıyor. Kıyafetleri, saçları, estetiği inceliyorlar.


Siz erkekler bir araya gelince kadınlarla ilgili kötü espriler yapmadığınız oluyor mu?

Abartma Ezgi! Tabii ki oluyor. O kötü esprilerin kökeninde “Hadi bakalım, aç pipini amcalara göster” kültürü var. Erkeklerin hayat genetiğinde bu var.


Erkeklerin kendisine helal gördüğü şeyleri kadınlara haram gördüğünü, daima çifte standart uyguladığını kabul eder misiniz?

Ederim ama çok önemli bir bilgi sana: Son dönemde erkekler de kendi içinde bunu tartışıyor, kavga ediyor, eğri oturup doğru konuşuyor. “Erkek yapınca kerata, kadın yapınca iffetsiz” söylemini sorguluyor.


Hıncal Uluç’un “Su testisi su yolunda kırılır” lafı genel erkek bakışını yansıtmıyor muydu?

Vardır öyle düşünen. Bu, 1960’lar Türk sinemasıyla zirveye ulaşan su testisi kültürünün ürünü bir zihniyet ama yeni jenerasyonda yok. Bak mesela “Solcu kızlar çirkindir” diye yazan biri hemen çıban başı gibi sivriliyor. Ne erkeklerin ne de medyanın içinde karşılığını buluyor. Eski arşivleri incele; 15 sene evvel bir kadın öldürüldüğünde polis muhabirleri otomatik olarak şöyle sorardı: “Abi kadın fuhuş mu yapıyordu, yoksa konsomatris miydi?” Şimdi kolay mı bir kadın cinayetine o gözle bakmak?


‘Dekolte-tecavüz’ denklemini kuran profesörün sözlerini duyunca ne hissettiniz?

Bir erkek olarak feci alındım. Alınmazsam bende bir salaklık var demektir zaten. Çünkü âşık olduğum bir kadın var, kız kardeşim var, sevdiğim bir kadın dostum var. Hem onlar için hem de erkekliği bu kadar ilkel gösterdiği için. Fakat bu ilkellik sadece medyadan beslenmiyor. Feodaliteyi, aşiret kültürünü oy pazarlığı için kullanan siyasilerin de kabahati büyük.


Feminizm size itici mi geliyor?

Evet çünkü beni karşısına alıyor. Erkek olarak bir torbanın içinde değerlendiriyor. Feminizmin kadınların tekelinde olması beni rahatsız eden.


E siz de feminist olun!

Öyleyim zaten. Kadınları ve kadınlarla ilgili her şeyi çok seviyorum ve her şeyin üstünde tutuyorum. Feminizm öyle bir şekilde sunuluyor ki erkeklerle buluşturulamıyor. Bu yüzden itici buluyorum.


‘Solcu kadın’ tartışması

Hakkını arayan kadından korkuluyor mu, bu yüzden de itici bulunuyor olabilir mi?

Bak şimdi yazmış bir köşe yazarı, solcu kadınlar çirkin olur diye. Bir solcu olarak söyleyebilirim ki solcu kadınlar çok güzel olur. Özellikle İGD’liler… O kızlar uğruna geceler boyu kapanıp Kapital’i hatmetmiş, ODTÜ’de onlar cop yemesin diye önlerine atlamışlığımız vardır. Ayrıca da o adamlara çirkin gelen bir kadının yalnızca gözleri için ölebilirim ben. Elleri için ölebilirim.


Kadınlarla ilgili en büyük yanlışınız nedir?

Biri; evliliği beceremem. İki, karıma da çok âşık oldum ama bir kurumsallık içinde ilişkiyi yürütemedim. Medyadaki hatalarıma gelince… Tiraj ve başarma hırsı bazen mantığın üstüne çıkıyor, insanı körleştiriyor, kırıp döküyor. İçime oturan tek bir hatam var: Leyla Zana’ya yapılanlara, Meclis kürsüsünden indirilmesine, apar topar bir arabaya tıkılmasına ses çıkarmadık o dönem. Hatta “Hak etti” filan bile demişizdir. Leyla Zana’yı, sırf bir kadına yapılan muameleden ötürü savunmalıydım, içimde bir acı hissetmeliydim. Ama yapmadım. Bu bende bir yaradır.


Her gün hem işimi yaptım hem dişimi çektim

Sizin, bırakın böyle bir kitap yazmak, şiirle ilgilenmeniz bile beni çok şaşırttı…

Biliyordum böyle diyeceğini. Çünkü benimle ilgili bir algı var. Hep Ankara’dan siyaset yazdığım, devlet adamlarıyla ilgili haberler yaptığım için sıkıcı, lacivert bir hayat sürdüğüm düşünüldü. Evet onlar sıkıcıydı ama benim başka bir hayatım daha vardı. Her gün bir yandan işimi yaptım, bir yandan dişimi çektim. Beni besleyen o kıvranmalardır, ruhumu diş hekimi koltuğuna oturttuğum, şiirlere boğulduğum hayattır. İlk yazım 1978’de Edebiyat Cephesi dergisinde çıktı. Yayımlandığında Kuğulu Park’ta nasıl yürüdüğümü hatırlamıyorum, kuğu olmuştum herhalde. Beni tanıyanlar, Attilâ İlhan, Ece Ayhan, Enis Batur, şiire olan merakımı bilirler.


Topluluk içinde şiir okumuşluğunuz filan var mıdır?

Ne diyorsun sen! Gecenin bir vakti eş dost, “Hadi Fatih” derler. Anlarım hemen, cebimden bir şiir çıkarırım. Benim cüzdanımda, kredi kartlarının durduğu yerde hep bir şiir olur, biliyor musun… Bütün o kartlardan da çok daha kıymetlidir, çünkü benim asıl hayat kredim o şiirdir. Hangisiyse artık o.


Kuzey Yolcuğu, nasıl bir kitap?

Bir insanın nefesini tutup kendi tarihine dalması diyebilirim. Ne kadar derine, ışığın kalmadığı yere dalarsan o kadar yalnızlaşırsın.


Kitaptan anladığım, siz kendinizi güvende hissetmiyorsunuz.

Hem de hiç. Güven duygusunu ben bir kümese benzetiyorum. Güvende olma arayışı insanı yaşlandırır, umutsuzluğa sevk eder.


O yüzden mi aile hayatı yaşayamıyorsunuz?

Olabilir. Benim için güvenlikte olmak dünyayla ve kendimle yaptığım tüm zihin açıcı tartışmaları azaltmak demek. İstemem ki. Bugüne kadar yaratılmış tüm güzel şeyler, insanların güvensizlik içerisinde yarattıklarıdır. Ben damarlarımdaki kanda rafting yapmak istiyorum. O yüzden de kendime güvensiz ortamlar yaratıyorum.


Şair küçük İskender’le de çok iyi dost olmuşsunuz.

Latife Tekin tanıştırdı bizi. Bir anda anlaştık. Çünkü ikimiz de güvensiziz. Çok sevdim onu. Bir gün uçakta gidiyoruz. İskender biraz yüksek sesle konuşuyordu. Hostes geldi, “Beyefendi herkes uyuyor” diye uyardı. İskender’in cevabı: “Bırak uyusunlar, ben onların hepsine rüya olurum…” Şimdi böyle bir adamı nasıl sevmezsin. Onun Underground Otopark kitabında ‘Naturel Enjeksiyon’ diye bir metin var. Ne zaman bir kadına âşık olacak olsam, önüne o metni koyacağım.


Kitabı okuyunca inançlarla ilgili bir probleminiz varmış hissine kapıldım.

Doğru. İnsanlar çağlar boyu inançları uğruna birbirlerini kestiler. İnanç dediğimde sadece dinden söz etmiyorum. Kalıplaşmış, kamplaşmış her türlü inançla hesaplaştım ben. 4-5 yıldır çok rahatım. Çünkü bütün kamplarımdan arındım.


Ne gibi kamplar?

Sabit fikirlerim, betonarme inançlarım vardı. Örneğin başörtüsü takan kızların kendisine kötülük yaptığını düşünürdüm. Yahut da ne manası var ülkeyi krize sürüklemenin derdim. Şu an dönüp bu hislerime bakıyorum, meğer beni ne kadar dibe itiyorlarmış. Bana benzemeyen, benim gibi düşünmeyenlerin taleplerine kör olmak beni bitiriyormuş aslında. Bir anda gözümdeki katarakt kalktı.


Nasıl oldu birdenbire?

Bilmiyorum. Ben çok iç hesaplaşma yapan bir insanım. Yıllar önce TİP’den de böyle kopmuştum. Bir baktım ki, marş söylemekten notaları duyamaz olmuşuz. Uzaklaştım. Bu sefer nasıl dersen… Hayalimde, çıktım Galata Kulesi’nin tepesine, bıraktım kendimi. Çakılmayayım diye açtığım paraşüt de ruhumdu. Ruhuma güvendim, uçtum.