Yaşam

Evli kadının kendi soyadını kullanmasına izin yok

Evli kadının kendi soyadını kullanma talebi için Sırma Oya Tekvar'ın Ankara 2. Aile Mahkemesi'nde açtığı dava ilk duruşmada reddedildi. Tekvar "mücadelemi sürdürece

17 Aralık 2010 02:00

T24- Medeni Kanun’daki “Kadın evlenmesiyle kocasının soyadını alır” hükmüne karşı çıkan Sırma Oya Tekvar’ın kadının evlendikten sonra da yalnızca kendi soyadını taşıyabilmesi amacıyla İçişleri Bakanlığı aleyhine Ankara 2. Aile Mahkemesi’nde açtığı dava ilk oturumda reddedildi.  Mahkemenin davayı ilk duruşmada ve birkaç dakika içinde karara bağlamasını eleştiren Sırma Tekvar, “Tarafların delil sunmalarına ve kendilerini ifade etmelerine imkan tanımaksızın karar verilmesi esasen usul hukukuna da aykırıdır” dedi. Tekvar, devrim niteliği taşıyan bu davanın sonuna kadar takipçisi olacağını belirterek, tüm iç hukuk yollarının tükenmesi halinde hak arayışını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde arayacağını bildirdi.

  

Sırma Oya Tekvar’ın  İçişleri Bakanlığı aleyhine açtığı dava dün Ankara 2. Aile Mahkemesi’nde başladığı gibi bitti. Birkaç dakika süren duruşmada İçişleri Bakanlığı davanın reddini istedi. Bakanlık yazılı savunmasında, kadının kocasının soyadını kullanmasını hem bir yükümlülük hem bir hak olarak niteledi. Savunmada şu bilgilere yer verildi:

 " Medeni Kanunun 187. maddesi uyarınca evli kadınların kocalarının soyadını taşıması bir yükümlülük olduğu gibi aynı zamanda onlara kanunun tanıdığı bir hak olarak nitelendirilmelidir. Nitekim, hak olduğu içindir ki, kimse evli bir kadının kocasının soyadını taşımasına itiraz edemez. Evlilik devam ettiği sürece, ev kadın, kocasının soyadını taşımakla yükümlü olup, evliliği sona ermedikçe soyadını değiştiremez. "

 

Mahkemenin Tekvar’ın talebini hızla reddetmesi, dava tutanağına da yansıdı.

 

 

Ankara 2. Aile Mahkemesi’nce reddedilen davası sonrasında Sırma Oya Tekvar’ın yaptığı açıklamanın tam metni şöyle:

 

Bugün hukuk sistemimizde sıkça rastlanmayan ve türünün nadir örneklerinden olan bir davanın duruşması tam da beklendiği şekilde sonuçlanmıştır. Davanın niteliği, bir kadından öte bir insanın en doğal hakkı, belki hatta yaşama hakkının arkasından gelen kişilik hakkının parçası olan ismini taşıma hakkının, hukuk sistemince de kabul görmesini sağlayacak olan “soyadını koruma davası”dır.

 

Bilindiği üzere, Türk hukukunda evlilik, evlenen kadının kendisiyle eşit olan eşinin soyadını alma dayatmasıyla başlamaktadır. Evliliğin ilerleyen safhalarında kadının ezilmesi ve birel bir kimlik olarak kendini ortaya koyamaması bambaşka bir ikilem olsa da başlangıç bu şekilde olmaktadır. Doğal olarak kadın, -bilincinde olsa da olmasa da- ezilmişliğinin başlangıcını evliliğinin başlangıcında yaşamaktadır.

 

Tarihsel gelişim sürecinde kadın, yukarıda bahsedilen ismini kullanabilme hakkını Türk/İslam hukukunun hiçbir döneminde tam olarak değerlendirememiştir. Bu süreçte kadın hakları sadece erkeğin bağışladığı kısıtlı haklardan ibarettir.

 

İşte davamız tam da bu noktada, Türk –hatta belki de İslam coğrafyası içerisindeki- hukuk sistemi içerisinde devrim niteliği taşıyan, kadının ismini; dolayısıyla kimliğini koruma hakkını arayan bir davadır.

 

Süregelen zihniyet beklendiği gibi davamızda da kendisini göstermiştir.  Burada mahkeme hakimini yargılamak ya da ortaya koyduğu karakteri sorgulamak amacımız değildir. Mahkeme kendisinden beklenen hükmü tesis etmiştir. Ancak beklenmeyen durum, yargıcın davanın ilk oturumunda davayı reddetmesidir. Tarafların delil sunmalarına ve kendilerini ifade etmelerine imkan tanımaksızın karar verilmesi esasen usul hukukuna da aykırıdır.

 

Salt bu durum bile kadının kimlik hakkını korumasında toplumun nasıl bir önyargıyla konuya eğildiğini göstermeye yetmemekte midir?

 

Ancak, sanılmasın ki RED HÜKMÜ, inandığımız ve haklılığına kanaat getirdiğimiz davamızın bitiş noktasıdır.  Tam aksine sayın mahkeme –beklendiği gibi- kadının kişilik hakkını kurumaya yönelik bu davanın ilk adımını atmamızda tarafımıza yardımcı olmuştur.

 

Hukuksal süreç, yüksek Yargıtay’ın konuya ilişkin görüşünü ortaya koymasıyla devam edecektir. Gerçekten de yüksek mahkeme yerleşik bir içtihat oluşturmuş değildir. İşbu davanın temyizi sonucunda Yargıtay, kendi görüşünü de ortaya koyacaktır.

 

Oysa Türkiye Cumhuriyeti devletinin imza koyduğu birçok uluslararası anlaşma metinlerinde kadının kimliğinin korunması detaylarıyla işlenmiş olup anayasanın 90. Maddesi gereği bu anlaşmalar Türk kanunlarının üzerindedir. Dolayısıyla Türk yargı sisteminin, kendi devletinin imzasını taşıyan anlaşmalara sadık olması gerektiği su götürmez bir gerçekliktir.

 

Açıklandığı üzere devrim niteliği taşıyan bu davanın sonuna kadar takipçisi olacağımızı, iç hukuk yolları tükenene kadar mücadelemize devam edeceğimizi bu yollar tükense dahi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne konuyu taşıyacağımızı saygıdeğer Türk basınına bildiririz.

 

Saygılarımızla,

 

Sırma Oya TEKVAR

 

Vekilleri Av. Alev YILDIZ ve Av. Fatih ZENGİN