PKK, bak bu ETA!
Şifreyi Şahin çözdü. Boykot kampanyası yürüten BDP’nin, Anayasa paketinin içeriğiyle ilgilenmediğini, Türkiye’nin bu paketle, daha demokratik, daha az vesayetçi kılınması çabasına burun kıvırdığını çoğu kişi gibi ben de görüyor ve BDP’lilerin bu sorumsuz tavırlarını, bebekleri bile güldürecek sığlıktaki “İçinde Kürtler için bir şey yok” açıklamasıyla meşru göstermeye çalışmalarına anlam veremiyordum. Bu saçmalığın ardındaki hesabı Şahin’in yazdıkları sayesinde kavradım. Diyarbakır’da AKP ve BDP mitinglerini izleyip, nabız tuttuktan sonra İstanbul’a dönen yazıişleri müdürümüz Şahin Bayar’ın izlenimi, BDP’nin 12 eylülü bir tür “özerklik referandumu” olarak algıladığı yönünde. “BDP, boykot kampanyasını, Anayasa paketinden çok ‘demokratik özerkliğin inşası’ için yürütüyor” diyor Şahin, partinin kullanılmayan her oyu kendi hanesine yazıp, bu “oy tabanı” üzerinden demokratik özerklik pazarlığı yapmak istediğini anlatıyor. Şifrenin böyle çözülmesi, BDP’lilerin salt AKP düşmanlığıyla değil, aynı zamanda somut bir siyasi hesapla hareket ettiklerini gösteriyor.
Peki, bu hesap tutar mı? Sanmıyorum. Gerek Türkiye’deki ortam, gerekse uluslararası iklim, BDP’nin (ve PKK’nın) bu aşamada, boykotçu seçmenlerin kelle hesabı üzerinden, bir “demokratik özerklik” gündemi oluşturup, bunun pazarlığı için muhatap bulmasını olanaksız kılıyor. “Demokratik özerklik” niçin bu zamanda yanlış bir talep?
Bu soruya, Türkiye’deki koşullar açısından, en dürüst cevabı, Orhan Miroğlu 16 ağustosta bizim gazetede şu cümlelerle verdi: “Eruh ve Şemdinli’den bu yana geçen zamanda, çok farklılaşmış, sosyal ve siyasal dönüşümler geçirmiş, sosyolojisi değişmiş, sisteme entegre olmuş, ve doğrusu korkuları, endişeleri de bir hayli artmış bir toplumu, dağlardan yönetmeye devam etmek, ve bu toplum adına, ‘demokratik özerklik’ denen modeli bir pazarlık meselesi gibi öne sürmek Kürt’üyle, Türk’üyle bu ülke halkının anlayabileceği bir şey değildir. ‘Yanlış zamanda haklı talepler’ ileri sürmek, muhtemel bir müzakere ve diyalog sürecini imkânsız hale getirebilir. Bugünün meselesi silahların susmasıdır, ve her ne konuşulacaksa ancak silahlar süresiz olarak sustuktan sonra konuşulmasıdır.”
Ne bir eksik ne bir fazla; Miroğlu’ya aynen katılıyorum. Hayatını demokrasi mücadelesine adamış aklıselim sahibi Kürtlerin önemli bölümünün de bu gerçeği kavradığını sanıyorum. Türkiye’yi tanıyan, bu toplumu biraz olsun hissedebilen herkesin, Miroğlu’nun “demokratik özerklik” talebinin şimdi gündeme getirilmesini eleştirmekte haklı olduğunu göreceğine inanıyorum.
Tabii, bu talep için seçilen zeminin ve zamanın yanlış olduğunu anlamak için, kafamızı kaldırıp dışarıya da bakabiliriz. BDP (ve PKK) dünyadan biraz haberdar olsa, Avrupa’yı biraz okuyabilse daha akılcı davranabilirdi belki. Türkiye’deki Kürt siyasetçiler, demokratik hukukun ve siyasetin evrensel nabzını ölçebilseler, 12 eylülde Anayasa paketine “hayır” diyerek, vesayetçi rejimden yana saf tutanlarla bir olmalarının saçmalığını anlayabilirlerdi belki.
Acaba BDP (ve PKK) İspanya’da olup biteni hiç izliyor mu, kavrıyor mu?
Bask’ın İspanya’dan bağımsızlığı için silahlı mücadele veren ETA malum, haftasonunda koşulsuz ateşkes ilan etti. Kararın arka planında, ETA lideri Arronategi’nin geçen şubatta yakalanması ve örgütün Portekiz’deki bomba üretim merkezine el konması var. Ama ateşkesin ardındaki esas neden, ETA ile organik bağı nedeniyle kapatılan Herri Batasuna’nın 2011 yerel seçimlerine girmek istemesi... Yani ETA, “siyaset yapabilmek” için ateşkes ilan ediyor bu kez. Zaten, resmî açıklamalarında da, “yeni bir demokratik süreç” başlatmak istediklerini duyurdular.
ETA’nın silahlı eylemleri, 42 yılda 850 kişinin ölümüne yol açtı. Avrupa Birliği’nin “terörist” saydığı örgüt, bu zaman zarfında pek çok kez ateşkes ilan etti. Son olarak 2006’da “kalıcı ateşkes” ilanını, ETA ile Sosyalist Zapatero hükümeti arasında, örgütü silahsızlandırma amaçlı görüşmeler izlemişti. Ama ETA, Madrid Havaalanı’ndaki bombalama eylemiyle, ateşkesi ve müzakere sürecini fiilen bitirdi.
Batasuna’nın kapatılması ise, “ETA’nın şiddet eylemlerini benimsediği” gerekçesiyle, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce geçen yıl onaylandı.
Ve şimdi, Batasuna “yeniden doğmak” istiyor; ETA da, tarihinde ilk kez, İspanya hükümetiyle ön pazarlık yapmadan “ateşkes” ilan ediyor.
Sonuç ne?
Dün İspanya İçişleri Bakanı Rubalcaba “ateşkese güvenmediklerini, ETA ile diyaloga asla girmeyeceklerini” açıkladı. “Batasuna’nın üyeleri yeniden yasal hayata dönmek istiyorlarsa” dedi Rubalcaba, “ya ETA ile bütün ilişkilerini kesecekler ya da ETA’yı silah bırakmak konusunda ikna edecekler.”
Madrid’den gelen açıklama, sadece İspanyol demokrasisinin değil, genel olarak Avrupa’nın nabzına uygun. Tabii, Rubalcaba’nın bu kadar kesin konuşabilmesinde, İspanya’da ayrılıkçılığın, bağımsızlıkçılığın serbest olması, siyasi talepler üzerinde hiçbir yasak bulunmaması da etkili. Siyaseti özgür bırakan bir demokrasi, şiddetle herhangi bir bağı olduğunu saptadığı siyasileri yasaklama hakkını kendinde görüyor.
Bence, Türkiye’de olması gereken de bu. Özerklik, federasyon, bağımsızlık gibi taleplerin propagandası burada da tamamen serbest kalmalı. Türkiye, “vesayetçi rejimini” 12 eylül referandumundaki gibi fırsatlarla yavaş yavaş yıktıkça ulaşacağımız nokta da esasen orası...
Tabii, bunun gerçekleşmesi, bu talepleri öne sürenlerin “evrensel” şartlarda yasal siyaset yapmalarını da gerektiriyor. O şartlar, şiddetin reddi, şiddetle organik bağın kesilmesidir.
BDP için de “akılcı” seçenek, öncelikle, Türkiye’yi İspanya gibi ülkelerin demokratik standartlarına yaklaştıracağı için, 12 eylülde sandıkta “evet” demek; bir yandan da, ezan vakti sokakta imam vuran PKK karşısında suspus olmak yerine, örgütün silahları susturması için çalışmak ve ancak ondan sonra, “demokratik özerklik”ten bahsetmek olurdu. BDP’de biraz daha kuvvetli bir Türkiye duygusu, biraz daha geniş bir dünya bilgisi olsa, belki bu da olurdu.
(Yasemin Çongar/Taraf 07.09.2010)
(*) Başlık Yıldıray Oğur’undur. Sağol Yıldıray.