Yargıtay eski Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrası AKP hükümeti tarafından yapılan görevden almalar ve HSYK değişikliğine ilişkin, "Kişilere göre ve kişileri kurtarma amacıyla, var olan yasalar değiştiriliyor, ‘yok yasa, yap yasa’ ilkel anlayışıyla hukukî düzenlemeler yapılıyor" dedi. "Devlet hukuku dışladı" diyen Selçuk, "yaşananlar Türkiye’nin 'devlet insan içindir' ilkesinin kale alınmadığını, 'insan devlet içindir' ve hikmet-i hükümet anlayışlarının egemen olduğunu gösteriyor" ifadesini kullandı.
Sami Selçuk'un Yeni Asya gazetesine verdiği söyleşi şöyle:
Öncelikle, Türkiye’nin 17 Aralık ve ardından engellenen 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sürecinde -başta emniyet olmak üzere- kamu kurumlarındaki tasfiye furyasında, yargıda yüzlerce savcı ve hâkimin görevden alınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Atamaları yargı bağımsızlığı ve bunun güvencesi olan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) açılarından üzüntü ve kaygıyla karşılıyorum. Özellikle soruşturmada bulunanların karakışta atanmaları insanı mutlu yaşatmakla yükümlü devletin hâlâ kendine tanınan meşrû gücü insanları rahatsız edecek ve incitecek biçimde kullanması Türkiye’nin “devlet insan içindir” ilkesinin kale alınmadığını, “insan devlet içindir” ve hikmet-i hükümet anlayışlarının egemen olduğunu gösteriyor. Üzücü olan bu. Çünkü bu anlayışın her an hukuk dışı baskılara yönelmesi muhtemeldir.
İçte-dışta hukukçuların AB üyelik sürecinin temelini oluşturan Kopenhag kriterlerinin açık ihlâli anlamına geldiği ve hiçbir demokratik toplumda uygulanmasının tasavvur dahi edilemeyeceği uyarılarına rağmen, hükûmetçe bu kez yasa değiştirilerek adlî kolluk yasası değiştirilerek doğrudan mülkî – idârî amirlere bağlanmasını hukukun üstünlüğü açısından yorumlar mısınız?
Kopenhag ölçütleri hoyratça çiğnenmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çiğnenmiştir. Anayasa çiğnenmiştir. Kısaca hukuk çiğnenmektedir ve hükümet ne yazık ki, yenilerine hazırlanmaktadır. Hukukun üstünlüğü ilkesi gereğince hukuk içinde olması gereken devlet hukuku dışlamış, bu dışlama girişimine hukuksal bir kılıf aramış ve aramaktadır. Çoğunluk iktidarı, önce elbette otoriter devlete, daha sonra da faşist devlete her an evrilme riski taşır. Duyarlılık gerekiyor. Bundan herkes gibi ben de tedirginim. Hükümete akıl veren Sümbül Ağalar’ın çok olduğu bu ülkede çıkış yolu da gittikçe daralmaktadır. Kişilere göre ve kişileri kurtarma amacıyla var olan yasalar değiştirilmekte, “yok yasa, yap yasa” ilkel anlayışıyla hukukî düzenlemeler yapılmaktadır.
Bilindiği gibi, HSYK için Başbakan “AB’nin haddi değil” dedi. Hükûmet sözcüsü “AB karışmasın” diye çıkıştı. Bu ifâdelerden hareketle, AB’nin ilerleme raporlarıyla ilettiği yargı reformunda ve Ankara’nın taahhüd ettiği bütün belgelerde Adalet Bakanı ve müsteşarının kuruldan alınması gerekirken, hükûmetin Meclis’ten apar topar geçirdiği yeni “HSYK yasası”nı nasıl değerlendiriyorsunuz? Yargıtay eski Başkanı olarak, AB müktesebatı doğrultusunda tesbitleriniz nelerdir?
AB’nin işe karışması olağan. Bireysel başvuruyu benimseyen ve AB hukukuyla bütünleşme iddiasıyla yola çıkan bir ülkenin yönetenleri çelişmeye düşme hakkına sahip değildir.
Türk hukuku Kara Avrupa’sından alınmıştır ve bu hukukla bütünleşmek zorundadır. Konulara bilimsel yaklaşalım. Oylarda artış sağlıyor diye efelik taslamak Türkiye’nin yararına değildir. Devlet adamı ülkenin geleceğini düşünür; seçimde alacağı oyu değil.
HSYK düzenlemelerinde ülkenin insan yapısını gözetmek gerekir. Türkiye’de bir ölçüde “yurttaş” olundu. Ama henüz “birey” olunmadı. Türkiye’de her tür etkiye karşı bağımsız olan yargıçlar, sadece Yargıtay ve Danıştay üyeleridir. Nitekim son dönemde bir HSYK üyesi yargıç tek başına bir bildiri yayımladı. Öbürleri sustu. Neden? Çünkü o yargıç, Danıştay üyesiydi; bağımsız ve dolayısıyla özgürdü.
Müsteşar kesinlikle Kurulda olmamalı. Bakan ise Kuruldan ya çekilmeli ya da katılırsa oy hakkı olmamalı. Üyeler de bağımsız ve özgür yargıçlardan, yani Yargıtay ve Danıştay üyelerinden oluşmalı. Ancak sayı on beşten aşağı olmamalı. Kimse kaygılanmasın. Bu üyeler, taşranın da temsilcisidirler. Taşranın çilelerini çekmişlerdir.
Yukarıda temel ögeleri dile getirdim. Bundan başka HSYK toplantıları, İtalya’da olduğu gibi, kural olarak herkese açık olmalı. Bu bir güvencedir ve ciddî olmayı da sağlar.
Bu arada özel yetkili mahkemelerin (ÖYM) kaldırılması ve dosyaların ağır cezâ mahkemelerine devredilmesi hakkında neler söylersiniz? Özellikle kamuoyuna mal olmuş yolsuzluk dâvâlarıyla “darbe dâvâları”nın toptan boşluğa düşme ihtimali açısından…
Türkiye, Fransa’dan esinlenerek devlet güvenlik mahkemelerini kurdu. Ama bu mahkemeler Fransa’daki örneğe adı dışında hiç benzemiyordu. Kaldırdı, özel yetkili mahkemeleri kurdu. Hiç kimseyi ve Batı’yı aldatamazsınız. Bu mahkemeler tez elden kalkmalı. Ama yargıladıkları dâvâları bitirmek zorunda bu mahkemeler. Eğer dâvâlar, olağan mahkemelere aktarılırsa kaldıkları aşamadan değil, A’dan Z’ye yeni baştan yapılmak zorunda. Çünkü duruşma yargıçları Türkiye dışında dünyanın hiçbir ülkesinde değiştirilemez.
Ayrıca Yeni Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) yasasıyla, hükûmetçe atanan TİB Başkanı’nın istediği siteyi kapatması, internete eşimi yasaklaması ve –yargı kararı olmadan- “yargı görevini yapacak” hale getirilmesi hususunda görüşünüz nedir?
Bu düzenleme yürütmeye bağlı birine verilemez. Mutlaka bir savcıya verilmeli ve savcı bir yasak kararı alınca bunu sulh ceza yargıcının onayına sunmalı. Tersi düzenlemeler, Anayasa Mahkemesinden döner ve AİHM’in Türkiye’yi mahkûm etme kararları ile sonuçlanır.
Bütün bunlar muvacehesinde, evrensel hukuk değerlerini benimsemiş “hukuk devleti”ne ulaşılması; âdil yargılama ve adâlet hizmetlerinin çağın gereklerine uygun yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığıyla işlevi ve verimliliği hakkında tesbit ve tavsiyelerinizi özetler misiniz?
Türkiye’de yönetenlerde ve yönetilenlerde hukuk bilinci çok zayıf. Kamuoyu demokrasisi yok. Olsa bu tür düzenlemelere kimse cesaret edemez. Hukuk toplumunu meydana getiremedik. Meclislerde yasalar yapmak bu bilincin bulunduğunun kanıtı değildir