11 Eylül 2017 11:03
AYM’yi ve yargı bağımsızlığını 1996-2009 arasında Anayasa Mahkemesi’nde raportörlük yapan Hukukta Sol Tavır Derneği Başkanı Ali Rıza Aydın, “AYM’de politikanın belirleyiciliği artık tavana vurdu” dedi. “Yargı, OHAL düzeninin bir parçası oldu” diyen Aydın, “Anayasa değişikliği ile artık otoriter başkanlık sistemindeyiz” diye konuştu.
Cumhuriyet'ten Kemal Göktaş'ın sorularını yanıtlayan Ali Rıza Aydın'ın yanıtları şöyle:
- AYM’de uzun yıllar raportörlük yaptınız. Bu mahkemenin iç işleyişini, teammüllerini bilen bir hukukçu olarak Başkan Arslan’ın Cumhurbaşkanı’nın önünde eğildiğini gösteren fotoğrafı ve ardından başlayan tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
İşin püf noktası o fotoğraf değil, fotoğrafın bu kadar tepki çekmesi. Bu, bizi baştan klasik yargı bağımsızlığı tanımına götürüyor. Buna göre yargı en küçük baskı altında tutulmamalı ve toplum da yargı hakkında en küçük kuşku duymamalı. Toplum, yargı hakkında kuşku duymaya başladığı zaman fotoğrafların yorumu ve şekil öne çıkıyor. Oysa öz, yargı kararlarının içinde...
Zühtü Arslan kendisini ‘kadraj oyunları yapıldığı’ iddiasıyla savundu ama videodan izlendiğinde tokalaştıktan sonra bir selamlama eğilmesi yapmış gibi görünüyor.
Selamlama eğilmesi de olabilir. Hatta böyle bir fotoğraf hiç olmayabilirdi de. Meseleyi sadece fotoğraf üzerinden götürmek, kişiselleştirmek, tıpkı Danıştay Başkanı’nın cüppede ilik araması gibi ya da yüksek yargı başkanlarının çay toplama görüntüsü gibi, simgeler üzerinden tartışmak, meseleleri kişiselleştiriyor ve yargıdaki gerçek sorunları saklıyor. AYM’yi ve yargıyı temize çıkarıp AYM başkanını ya da kimi yargıçları sorgularsak yargı üzerindeki kuşku meselesini örtmüş oluruz. Bu, vitrine konulan eşyanın mağazanın içindeki üründen farklı olması gibidir. Vitrin yanıltıcıdır. Yargıyı sorgulamak için mağazaya girmeniz gerekir.
- Türkiye’de AYM’nin bağımsız ve tarafsız davrandığını, temel hakları koruma işlevini yerine getirdiğini söyleyebilir miyiz?
Anayasalar hukuk metinleri olduğu kadar siyasal metinlerdir. AYM gibi anayasaları yorumlama yetkisine sahip kurumlar açısından da bu böyledir. Kaldı ki bugün AYM, hak ihlali denetimi de yapıyor. Aynı anayasa hükümleri AYM tarafından dönemsel olarak farklı yorumlanabiliyor. Çünkü AYM’ler anayasayı siyasi metin olarak görürken, karar verdikleri dönemin siyasetini de anayasa ile özdeşleştiriyor. Altı çizilmesi gereken asıl yer de burası.
- Yani AYM, dönemin atmosferine göre mi karar veriyor?
Atmosfer, egemen siyaset etkiliyor. Örneğin, 1982 döneminde AYM çok uzun süre, AKP hükümetinin ilk 5 yılı da buna dahil, laiklik konusunda geleneksel laiklik tanımı üzerinden hareketle bir yorumlama geliştirmiş ve ilkeli duruş göstermişti. Ama aynı AYM, anayasa değişmediği halde laiklik tanımını değiştirdi. Bu, en çok 4+4+4 yasasındaki kimi hükümlerin iptali istemini reddederken verdiği kararda karşımıza çıktı. Laikliği dinsel özgürlük tanımına sıkıştırdı ve daha önce eğitim alanında laikliğe aykırı gördüğü şeyleri bu defa öyle görmedi. Bir başka örnek, OHAL kararnamelerinde yaşandı. AYM, 90’ların başında ‘tarihi’ olarak nitelenen bir karar vermişti. OHAL KHK’lerinin OHAL ile ilgili olup olmadığı konusunda bir denetim yapacağına hükmetmişti. 15 Temmuz’dan sonra ise anayasadaki hükümlerde değişiklik olmadığı halde “Ben OHAL KHK’lerini denetleyemem” diyebildi.
- O zaman AYM’lerin hiçbir işlevi yok mu?
AYM’nin evrensel hukukun kazanımlarını savunduğu dönemlerin, siyaseten de Türkiye’nin daha dengeli, daha demokratik bir siyaset izlediği, parlamentonun daha işlevli olduğu dönemlere denk geldiğini görüyoruz. Siyasette kırılmalar yaşanıp demokrasi kesintilere uğradığında AYM de klasik siyasi tavrını ortaya koyuyor. AYM’nin temel hak ve özgürlükler, genel haklar lehine verdiği kararlarda, dönemsel olarak AİHM’nin kararlarının etkisinin yüksekliğini görüyoruz. AYM’nin aynı konuda, aynı madde üzerinde farklı kararlar verdiği dönemlerde ise Avrupa devreden çıkıyor, ABD yüksek mahkemesinin serbest piyasacı –ki bu ABD mahkemesinin kendi sözcüğüdür– esnek, hareketli, oynak tavırlarını görüyoruz. Dolayısıyla etkilenme dereceleri uluslararası hukuk anlamında dönemlere göre değişiyor. Buna ‘politikanın belirleyeciliği’ deniliyor.
- CHP, anayasa değişikliğini AYM’ye götürmedi
Evet. Yargıçlar zaten baskı altında, yargı süreçlerinden kaçmaya başladı insanlar. Öte yanda yargıç da anayasaya aykırı gördüğü bir düzenlemeyi AYM’ye götürmeye korkuyor ya da ‘AYM kararı belli, neden götüreyim’ diyor. Dolayısıyla hak ihlallerini yargıya ve AYM’ye taşıması konusunda isteksizlik başlıyor. Bu tam da topluma ait olanı egemene teslim etme anlamına geliyor. Yargı da yerleşmiş içtihatlarını tersine çevirerek kararlar veriyor. Liberaller buna karar verme özgürlüğü der. Hatta bir gün içinde aynı yargıcın aynı konuda farklı karar vermesi bile yadırganmaz. Böyle olunca klasik burjuva yargısı içinde bile ortaya çıkan kazanımlar bir çırpıda tersine dönüyor. Kazanımlar, bir anda siyasi iktidara hizmet eden kurumlar ve kurallar zincirine dönüşüyor.
- Şu anda da bu ilke mi geçerli?
Şu anda politikanın belirleyiciliğinin artık tavana vurduğu bir dönemi yaşıyoruz. AYM, özellikle 2010 anayasa değişikliğinden sonra, önceki inişli çıkışlı kararların tam tersine, siyasi iktidarın işlemlerini, eylemlerini ve genel olarak siyasetini onaylayan kararlar veriyor. Arada birkaç hukuk tekniği açısından olumlu kararlar çıkmış olabilir, tutukluluk süreleri gibi. Ama bütünsel bakıldığında - ki OHAL dönemi bunun zirveye oturduğu dönemdirpolitikanın belirleyiciliğini tam anlamıyla benimsediğini söyleyebiliriz.
- Bu belirleme işi nasıl oluyor? Kendiliğinden mi ortaya çıkıyor?
Aslında AYM’ler, insanlığın evrensel ve tarihi mücadelelerinin kazanımları sonunda kuruldu. Buna rağmen özellikle neoliberal dönemle birlikte gelip dayandıkları bir nokta var. Bizde örneğin 2008’e kadar AYM laiklik konusundaki tavrını sürdürdü, bu evrensel bir tavırdı ve AİHM kararları ile özdeşti. 2008’den önceki türban kararı ve ardından AKP’nin demokratik, laik ilkelere aykırı davrandığına ilişkin karar gösterdi ki AKP siyaseti, bu AYM ile devam edemez. Nitekim bu arada AYM içinde de bu tespite paralel olarak 2007 başkan değişikliği olmuştu.
- Haşim Kılıç’ın seçilmesini mi kastediyorsunuz?
Evet. 2010 anayasa değişikliği, kontrol altında tutulması gereken bir AYM için yapılan anayasa değişikliğidir. Yargı kadrolaşma yoluyla siyasi iktidarın onay mercii haline gelmiyorsa, iktidarın kararlarını engelliyorsa, kadrolaşma yerine ‘hukuk’ devreye sokulur. AYM için de anayasa değişikliği devreye sokuldu. Kadrolaşma, atama zincirindeki halkalar değiştirilerek kolaylaşıyor. Birdenbire AYM’nin zaten siyasi olan niteliği bütünüyle siyasal iktidarın yörüngesine giriyor. Dolayısıyla buradaki sorunu tartışırken ne AYM’nin tek başına tanımı ve yorumlama tekniğini ne de Türkiye’de siyasi iktidarın anayasaya müdahalesini anlatmak yetmiyor.
- Haşim Kılıç’ın seçildiği dönem AYM heyetinin çoğunluğu siyaseten Kılıç’tan farklı düşünüyordu. Nasıl seçilebildi?
AYM’de seçimler öncelikle iç dengelerin ve iç duygusallıkların etkisi altında yapılır. Bu yüzden aynı siyasi görüşte olmasalar bile bu buluşma sağlanabilir. Ama gücü dışarıda etkin kullanan başkan arayışı bu duygusallığı biraz daha büyütür.
- AYM Başkanı’nın dışarıda etkin olması niye istenir ki? Daha iyi bir bina, daha iyi olanaklar vb. için mi?
Daha iyi bina, araba, olanaklar üzerinden başlar. Böyle böyle güç meselesi devreye girer. Bu AYM’nin siyasallığının doğal sonucu. Bunu asıl kullanan da dışardaki egemen güçtür ama bu çok hissedilmez. Günlük ihtiyacına göre bile devreye sokabilir bunu. Bu yargıç açısından savunulamaz ama yargıç da insandır. Siyaseten okunduğunda AYM başkanının gücü, AYM’nin gücü meselesi, başkanın egemen siyasete yakınlığı ile anlam kazanıyor. Kılıç seçilirken AKP iktidardaydı. Bu tür bir okuma yanlış olmuyor. İşte bugün. AYM varlığından somut olarak söz edebiliyoruz ama toplumsal haklar işlevinden söz edemeyiz.
- Haşim Kılıç’ın iktidarla bozuşması ve ayrılmasını nereye oturtacağız?
İç çelişkilerden kaynaklanabilir, bunun içini bir başlıkla doldurmak çok kolay değil. O çelişkiler nereden kaynaklanır onu bilemeyiz. Biri ‘cumhurbaşkanlığı istiyordu’ der, öbürü başka bir şey... Bir çelişki doğmuştur ama siyaseten karşı karşıya getirebilecek büyük bir çelişki, ana çelişki değildir bu. Burjuva ve neoliberal düzen, 80’den bu yana burjuva hukukunu sermaye lehine, toplum aleyhine çevirerek hukuk yaratıyor. Yargıyı da bu hukuku yorumlayacak şekilde dizayn ediyor. Bu bütünsellik içinde baktığımızda bence artık isimlerin önemi yok. İsim konusunda ‘en kolay biat edenin tercih edildiğini’ söyleyebiliriz sadece. Bu 10 yıl önce başka, 10 yıl sonra başka bir isimdir. Bu akışa daha makro gözle bakmamız, sınıfsal ve siyaseten bakmamız gerekiyor. Artık yargının da OHAL’lerinde yaşıyoruz. Yargı OHAL düzeninin bir parçası haline geldi. Buna karşı, yargı bağlamında değil, yargının içinde olduğu düzen bağlamında topyekün bir mücadele vermek gerekiyor. Aynı düzen içinde hangi dönemin yargısı iyi diye tartışmak kurtuluş olmaz.
- Yargıya müdahale nasıl gerçekleşiyor? Basına müdahalede doğrudan arayıp altyazıya dahi karışılabildiğini gördükten sonra doğrudan müdahale olasılığı daha güçlü ihtimal sanki.
Müdahale öncelikle yargı kadroları aracılığıyla doğrudan yapılıyor. Burada her türlü etkileme, kıyım, ödül/ceza yöntemi de geçerli. Hatta yargının varlık nedeni bile sorgulanabiliyor. Politikanızı gerçekleştirirken toplumsal baskıyla ve hukuksal değişikliklerle istediğinizi elde edemiyorsanız yargıyı devreye sokuyorsunuz ve ardından ‘Yargı bağımsızdır, biz karışamayız’ diyorsunuz.
- O halde yargının siyasete karşı değil de toplumdaki talepler karşısında ‘bağımsız’ olduğunu söyleyebiliriz.
Fotoğrafa gidelim yine. Cüppede düğme yok. Yargıç cüppeyi giydiği zaman karşısındaki insanlar tarafından sadece yargıç olarak görülüyor. Kadın, erkek, bıyıklı, makyajlı, türbanlı olarak değil, sadece yargıç olarak görülür. Yargıcın cüppesi kimseye karşı iliklenemez çünkü düğme ve ilik yok. Danıştay Başkanı’nın fotoğrafı, iliklenemeyen cüppenin siyasete karşı iliklenebildiğini gösterdi. Yargı bağımsızlığı sınıfsaldır. Sınıf siyaseti, yargı gibi bağımsız bir organ tarafından, kâğıt üzerinde ‘Türk ulusu adına karar veren bağımsız organ’ tarafından onaylanması gibi bir güce sahip oluyor. Buna ‘siyasetin egemenliğini güçlendirme gücü’ diyebiliriz. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı söylemi bunu sürdürülebilir kılıyor. Arada birkaç ayrıksı karar vermesi de mümkün bu sırada. Ama bu ayrıksı kararlar bireye ve olaya özgü, geneli etkilemeyen kararlar oluyor.
- Basın üzerindeki baskılarla yargı meselesinin birbirine paralel birçok yönü var...
Basının üzerindeki baskının nedeni, basının halkın bağımsız gözlemcisi olmasından kaynaklanıyor. Yargı halkın devletteki denetim ayağı. Halk ifade özgürlüğünü basın aracılığıyla kullanıyor. Yargıya yaptığınız müdahaleyi kullanarak basına baskı yaptığınızda da toplumsal olarak karşınızda muhafelet kalmıyor. Çünkü basın ve yargı ayağını kaybetmiş bir muhalefetin iktidar karşısındaki gücü de oldukça geriliyor.
- Bu tip bir devlet nasıl tanımlanır?
Kesinlikle parlamenter, demokratik, eşitlikçi ve adil bir devlet değil. Anayasa değişikliği ile artık söz konusu olan otoriter başkanlık sistemidir. Yeni bir otokrasi. Sistem ‘tek karar merci’ sistemine oturdu. Anayasa hukukçularının ‘kuvvetler ayrılığı ortadan kalkmıştır’ diye yorumladığı konu da bu. Bundan sonra gidilecek tek yer otokratik devlettir. Dinsellik desteğiyle her şeyi elinde tutan, sınıfının çıkarına kayıtsız koşulsuz bağlı yönetim. Ama burada dahi halkın, toplumun mücadelesinde, özellikle yargıyı bu anlamda aracı olarak kullanmasında engel yoktur. Bu özellikle vurgulanmalı. ‘Yargı bitti nereye başvuralım’ diyor insanlar. Hayır, yargıya mutlaka gidilmeli.
- Bütün bunlar, yargının bağımsızlaşması ve hukuka uygun karar verme yetisinin artmasının toplumsal güç dengelerinin düzeyi tarafından mı belirlendiğini söylüyor?
Kuşkusuz. Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı gibi sözler artık ihtiyatla karşılanıyor. Bunda haklılık payı var çünkü hukuku aracı kılarak ihlalleri yapanların, hukuksuzluğu yaratanların en çok kullandıkları sözcükler bunlar. Hukuk üstündür diyenler hukuku en çok ihlal edenler, yargı bağımsızdır diyenler yargıyı kendilerine bağımlı hale getirenler. Hukukun ve yargının gerçek işlevini egemen siyasetin güdümünden kurtaracak ve toplumun yargısı, hukuku yapacak mekanizmaları çalıştırmak gerekiyor. Buna rağmen AYM’nin bugünkü konumu nedeniyle örneğin anayasaya aykırı yasaları AYM’ye götürmesi gereken muhalefet partileri bile çekingen davranıyor.
© Tüm hakları saklıdır.