Eski AKP Bursa Milletvekili Mehmet Ocaktan, AKP'nin 31 Mart öncesinden başlayan söylemiyle "ahlaken kabul edilmesi mümkün olmayan bazı ithamlarla kendi pırıltısını azalttığını" söyledi. Ocaktan, "Ne yazık ki AK Parti, küçük ortağı MHP’nin politikalarına o kadar yaslandı ki, demokratik ve özgürlükçü AK Parti iklimine geri dönmesi neredeyse imkansıza yakın bir durumdur" tespitini yaptı.
Ocaktan'ın CHP'li Ekrem İmamoğlu ile AKP'li Binali Yıldırım'ın geçen pazar gerçekleşen ortak canlı yayınını da değerlendirdiği "İllet, zillet demeden de tartışabiliyormuşuz" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
31 Mart seçimleri öncesinden bu yana müthiş gerilimli günler yaşadık. Kampanya süresince öylesine bir siyasi atmosfer oluşturuldu ki, toplum olarak sanki seçime değil savaşa gidiyormuşuz gibi sürekli gerilim hatlarında dolaştık. Özellikle Cumhur İttifakı’nın muhalefeti “illet”, “zillet”, “terör ittifakı” gibi zehirli bir dil kullanarak suçlaması toplumdaki kutuplaşmayı daha da derinleştirdi ve hepimizi çok yordu.
Bu da yetmedi, YSK’nın hukuku siyasete uydurarak seçimi iptal etmesiyle birlikte 23 Haziran’da, yani bu hafta sonu yeniden sandık başına gidiyoruz.
Bu arada, televizyonlardaki tartışmayla memleketteki normalleşme adına değerli bir adım atıldı, Cumhur İttifakı’nın adayı Binali Yıldırım’la Millet İttifakı’nın adayı Ekrem İmamoğlu gazeteci İsmail Küçükkaya’nın moderatörlüğünde ortak televizyon yayınında buluştular. Birlikte konuştular, tartıştılar ama memleket elden gitmedi... Biliyorum ‘memleketin elden gitmesi gibi bir tehlike mi vardı’ diyenler olacaktır. Elbette yoktu, ama hafızalarımızı tazeleyelim, iktidar bloğu bütün bir seçim kampanyası boyunca “Eğer Ekrem İmamoğlu kazanırsa, memleketin bekası tehlikeye girer ve terör ittifakı kazanır” benzeri bir itibarsızlaştırma kampanyası yürüttü.
Neyse sonunda, memleketin bekasının tehlikede olmadığı anlaşılmış olmalı ki, iki tarafın adayları aynı masada İstanbul’un sorunlarını konuşmayı başarabildiler. Doğrusu çok da iyi oldu, yıllardır unuttuğumuz demokratik bir geleneği yeniden hatırlamış olduk.
Normal demokratik ülkelerde demokrasinin rutini haline gelen bu tartışmaları o kadar özlemişiz ki, Pazar gecesi bütün Türkiye televizyonlara kilitlendi. Ve biz de yıllardan sonra ilk kez demokrasinin nasıl bir şey olduğunu hatırlamış olduk.
Bu tartışma, 23 Haziran’ın kaderini değiştirebileceği yönünde büyük umutlar bağlayanları tatmin eder mi doğrusu bilemem ama, demokrasimiz açısından önemli bir kazanım olduğu kesin.
Gerçekçi olarak bakıldığında, bu kadar kısa bir sürede toplumsal hafızayı sarsacak güçlü bir dalga olmadığı sürece seçmenlerin kanaatinin değişmesi mümkün değildir. Açıkça ifade etmek gerekirse, şu ana kadar insanların demokratik hafızasını altüst eden 31 Mart gecesindeki o güvensizlik fotoğrafını değiştirebilecek bir gelişme olmuş değil. Çünkü o gece, neredeyse oyların tamamının sayıldığı bir süreçte neden birden bire veri akışının kesildiği henüz topluma izah edilebilmiş değil. İşte tam da bu yüzden kamuoyu araştırmaları İmamoğlu’nun daha şanslı olduğuna işaret ediyor.
Oysa AK Parti daha 31 Mart seçimlerinde İstanbul işini çözebilir ve bugün maruz kaldığı sıkıntıları hiç ama hiç yaşamayabilirdi. Mesela kampanyanın başında öylesine ezber bozan bir politika değişikliğine giderdi ki, insanlar “Bir dakika burada bir şeyler oluyor, galiba AK Parti geçmişteki reformist kimliğine geri dönüyor” diyerek bu partinin yeni söylemlerine kulak kesilebilirdi. Ama böyle sarsıcı bir durum henüz söz konusu değil. Ne yazık ki AK Parti, küçük ortağı MHP’nin politikalarına o kadar yaslandı ki, demokratik ve özgürlükçü AK Parti iklimine geri dönmesi neredeyse imkansıza yakın bir durumdur.
Maalesef AK Parti en küçük bir politik aks değişikliği yapmadığı gibi, muhalefet adayına karşı ahlaken kabul edilmesi mümkün olmayan bazı ithamlarla kendi pırıltısını azaltmıştır. Aslında AK Parti’nin bu tür ayrıştırıcı politikalara hiç ihtiyacı yoktu. Nitekim Pazar akşamı gerçekleşen açık oturum gösterdi ki, siyasi mücadele yürüten adaylar birbirlerini ötekileştirmeden, ‘ihanet’le, ‘zillet’le suçlamadan da memleketin meseleleri tartışılabiliyorlarmış, bunu hepimiz gördük.
Eğer AK Parti işin başından itibaren, yani 31 Mart öncesinden başlayarak o bizim bildiğimiz geçmişteki reformist AK Parti gibi davranıp buna göre söylemler geliştirebilseydi, ne 31 Mart vakasını yaşardık, ne de 23 Haziran’da ‘acaba ne olacak’ kabusunu...