19 Haziran 2025 07:09
Güncelleme: 19 Haziran 2025 07:30
24 Mayıs 2025 akşamı Fransa’nın Cannes şehri…
Sahnede siyah gözlüklü bir adam konuşuyor ve şunu söylüyor:
“Hiç kimsenin bize ne giyeceğimizi, ne yapacağımızı veya yapmayacağımızı söylemesine izin vermeyelim…”
İranlı yönetmen Cafer Panahi’ydi bu sözleri söyleyen insan.
Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü kazanmıştı.
Ödülü kazanan filminin adı ise çok dikkat çekici…
“Sadece bir kazaydı…”
Molla rejiminin hapishanelerinde işkence gören insanlarla ilgili bir filmdi.
O geceden iki yıl önce, İran’daki Molla diktatörlüğünün ahlak muhafızları Mahza Amini için de aynı şeyi söylemişti:
“Sadece bir kaza…”
Başı açık dolaştığı için gözaltına alınıp işkence gören ve orada hayatını kaybeden 22 yaşındaki bir kız için söyledikleri tek şey buydu:
“Sadece bir kaza…”
Gözaltında durup dururken ölmüştü o gencecik kız onlar için…
Dünyanın başına gelmiş iki acımasız adam şimdi savaşıyor.
Bir yanda Gazze kasabı Netanyahu…
Diğer tarafta Orta Doğu’da ne kadar vesayet savaşı varsa arkadaki kukla oynatıcısı.
Kadınların başını zorla örttüren bir diktatör.
Adı Ali Hameney… Güya dini bir ünvanı da var… "Ayetullah” diyorlar… “Velayat-i Fakih”, “Rehber-i Muazzam…”
Güya inancı temsil eden bir adam… Ama zulüm hapishanesinde işkence altında ölen genç bir kız için vicdanının iki milimetrekaresi bile acımayan sözde bir dini lider…
Tahran’a bombalar düşerken, insanlar ölürken içim acıyor…
Hem de çok acıyor.
Gazze’de gözümün önünden bir türlü gitmeyen o çocuklar, kadınlar gibi …
Gördükçe, duydukça kahroluyorum o küçücük mazlumları…
Ama İran’ın müstebit mollaları söz konusu olunca; vicdanımın bir köşesindeki hatıra dolabı açılıyor…
2022 yılının Eylül ayına dönüyorum.
Molla diktatörlüğünün ahlak zabıtalarının sokaklarda genç kız ve onları destekleyen genç erkek avına çıkışlarını hatırlıyorum elimde olmadan.
Mahza Amini’nin öldürülmesini protesto ettiği için Hamedan hapishanesinde, avukatla görüşmesine bile izin verilmeden, ailesinden habersiz bir vince asılan Milad Zohrevand çıkıp geliyor gözümün önüne o hatıra dolabından.
Tam 46 yıldır bu dünyanın en köklü medeniyetlerinden birine sahip ülkeyi, o medeniyetten zerre nasibini almadan kendi fanatik dimağına göre diktatörce yöneten rejimi unutamıyorum.
Kusura bakmayın, İran halkına çok üzülüyorum ama o habis ihtiyar mollalar ve onların adamları için istesem de üzülemiyorum.
46 yıldır İran’ı müstebitçe yönettiler.
Orta Doğu’nun bütün ülkelerini karıştırdılar.
Kim bilir kaç nesil kadının ve erkeğin hayatını kararttılar.
Binlerce aydını, aileyi, insanı sürgün yollarına gönderdiler, başka ülkelerin göçmeni yaptılar.
Şimdi kafalarına kendileri gibi bir kasabın bombaları yağarken ben üzülemiyorum.
Sadece ben mi…
Bir bakın etrafa… Yakın uzak mahallelerine… Dünyanın öteki ucuna…
Var mı samimi olarak üzülen?
Var mı bir tek ülke yanlarında?
Müslüman dünyadan, göstermelik birkaç çıkıştan başka tıs yok.
Mısır dilsiz.
Arap dünyası dilsiz.
Rusya kendi derdinde…
Birkaç iki yüzlü, timsah dışında gözyaşı döken yok.
Samimi olalım, vuran Netanyahu gibi pespaye bir kasap olmasa, “Oh oldu” diyen bile çıkacak.
Şimdi güzelim ülke harabeye dönüyor.
Meğer o molla abidesinin gücü sadece kendi ülkesinin kadınlarına, gençlerine yetiyormuş.
Kağıttan bile değil, mikadan kaplanmış o molla bozuntuları...
Şu trajediye bakın…
Kendi halkı bile yanında durmuyor bu molla hanedanının…
Mahza Amini bugün İran Kürdistan’ın Sakkez şehrinde Ayşi Mezarlığı'nda yatıyor.
Molla rejiminin ahlak militanları orada bile rahat bırakmadılar genç kızın ruhunu.
Mezarı birkaç kez tahrip edildi…
O günden beri o mezarlık, direnen İran’ın “kadın, yaşam ve özgürlük” hareketinin sembolik merkezi haline geldi.
Şimdi işte tam da Zagroz dağlarının eteklerindeki o mezarlığı ve orada yatan Mahza Amini’yi hatırlama zamanıdır.
İran’ın, başlarını zorla örttürenlere karşı mücadele eden mazlum kadınlarını, özgürce eğlenebilmek isteyen gençlerini düşünme zamanıdır.
Orta Doğu’da herkese ders var İran’ın bu halinden.
Devir artık “Bir gece ansızın gelebilirim” devri değil…
“Ya bir gece ansızın gelirlerse” devri…
Büyük devlet olmak ona buna efelenmek değil…
Düşmana karşı savaşı kazanmanın birinci şartının, önce kendi halkının gönlünü kazanmak olduğunu anlama zamanıdır artık.
İşte İran…
Gücü sadece kendi halklarına yetiyormuş…
Ezebildikleri tek ülke, kendi ülkeleriymiş.
Sindirebildikleri tek halk kendi halklarıymış.
Molla ve adamları her sabah kalkıp, parmaklarını bir ülkeye uzatıp, “Bir gece ansızın gelebiliriz” diye celalleniyorlardı; meğer ancak kendi ülkelerinde Mahza Amini’lerin, muhaliflerin evlerine “Bir gece ansızın gidebiliyorlarmış.”
Büyük devlet mertebesine tankla, tüfekle, füzeyle, IHA’yla değil; vicdan, adalet ve refahla ulaşabilirsiniz.
Demokrasisi olmayan, halkına eşit muamele yapmayan, onları birleştirme yerine bölmeye çalışan, adaleti iktidarının kılıcı gibi kullanan, özgürlükleri ortadan kaldıran, liderin iki dudağını, “Ülkenin Rejimi” haline getiren bir ülkenin büyük devlet olması mümkün değilmiş.
Gördük işte…
Bugünlerde “İç cepheyi güçlendirme” çağrısı yapanlara da sözüm bu…
Şehirlere bombalar yağarken her gece…
Siz bir de Mahza Amini’yi düşünün…
O genç kızın ahını alanları değil, onların zulüm ettiği kadını, kadınları düşünün…
Çünkü büyük devlet olmanın yolu önce onları düşünmekten başlıyor…
© Tüm hakları saklıdır.