Parası, işi, geleceğe dair hiçbir umudu olmayan üç çocuklu bir anneydi. Geçirdiği trafik kazası, kaza yüzünden açtığı dava, davayı üstlenen hukuk şirketinde başladığı iş ve Pacific Gas’ı Hinkley sakinlerine 333 milyon dolar ödemeye mahkûm ettiği rekor tazminat davası hayatını değiştirdi.
Önce hayat hikayesi senaryolaştırıldı. Erin kendisininkinin de yazılıp rafa kaldırılan milyonlarca Hollywood senaryosundan biri olduğunu düşündü. Ama olmadı. Film çekildi. Erin Brockovich’i canlandıran Julia Roberts hem Altın Küre hem Oscar kazandı. Tüm dünya, seksi, azıcık deli, inatçı, küfürbaz, çalışkan ve azimli Erin’i yakından tanıdı. Filmden sonra kendini insanlara ve çevreye adayan Erin Brockovich’in bir danışmanlık şirketi var. Uzun yıllardır dünyayı dolaşıyor, motivasyon konuşmaları yapıyor. Ben başardıysam siz de başarabilirsiniz diyor. 2 Şubat’ta Asemble Eğitim Danışmanlık’ın düzenlediği Düş+Zaman=Gerçek Konferansı’nda, İstanbul Conrad Oteli’nde “Labirentten çıkmak için uç ve yukarıdan bakarak çıkış yolunu bul” başlıklı bir konuşma yapacak. Konferanstan önce sorularımızı yanıtladı.
İşte Hürriyet'in yaptığı röportaj;
Bugüne kadar Hollywood pek çok insanın hayat hikayesini film yaptı. Ama çok azı sizinki kadar akılda kalıcı oldu. Bunu neye bağlıyorsunuz? -Galiba canlı olmamdan kaynaklanıyor. Yaşayan insanların hayatıyla ilgili pek film yapılmaz. Bakın ben karşınızdayım... Şaka bir yana, bunu ciddi olarak da çok düşündüm ve şuna karar verdim: Çünkü anlatılan aslında benim öyküm değildi. Bu sorun, her bilinçli insanı ilgilendiriyor. Beni bir de şöyle düşünün: Yüksek eğitimi olmayan, sabit bir işe sahip olmayan, para kazanmak zorunda olan, yalnız bir anne. Dünyada bu tanıma uyan yüzbinlerce kadın var. Ama gerçekten kendine inancı varsa, istediğini alıyor, başarıyor... Sanırım film, bunu göstermek açısından çok önemli bir örnek oldu.
Bu kadar mücadeleci bir insan olacağınız çocukluğunuzdan belli miydi? Nasıl bir ailenin kızısınız? -Annemin sosyoloji ve gazetecilik eğitimi vardı. Babam mühendisti. Sokağın sonunda bir nehir vardı ve bizim evimiz, bu nehrin kenarındaydı. Hayatımın önemli bir bölümünü o evde geçirdim. Bir kutum vardı. Çevreden ne bulursam; kağıt, yaprak, dal parçaları, kurbağalar, bu kutuda toplardım. Küçük bir doğa evi gibi... Bence o kutudakilerin hepsi doğanın parçasıydı ve birbirinin aynısıydı.
1991’de trafik kazası geçirmeden önce hayatınız nasıldı? Sıradan, normal, mutlu?
- Normal, sıradan, mutlu! Hayır, bunlardan hiçbiri değildi. Ben boşanmış, iki çocuğu olan, işsiz ve bekar bir anneydim. Yani hayat benim için büyük bir mücadeleydi. Zaman zaman part-time işlerim oldu. Ama ana işim çocuklarıma bakmaktı.
Hayatınızı film yapmak istediklerini ilk duyduğunuzda nasıl bir tepki verdiniz? -Bu da yüzlerce Hollywood senaryosu gibi lafta kalacaktı. Samimi olarak söyleyeyim, böyle düşünmüştüm.
Julia Roberts Erin Brockovich'i canlandırdı
Film çekilirken sete gittiniz mi? Julia Roberts’a ipuçları verdiniz mi?- Sette bulunamadım, çünkü çalışıyordum. Filme hiç zaman ayırmadım. Zaten filmin yönetmeni de Julia’nın canlandırdığı karakteri anlamasını istedi, taklit etmesini değil. Bu nedenle birlikte pek fazla zaman geçirmedik.
Filmi ilk izlediğinizde “Galiba artık beni tüm dünya tanıdı” dediniz mi? -Hayır, bu aklıma hiç gelmedi. Çünkü amacım ünlü olmak değildi. Ama önemsediğim başka bir şey vardı: Hinkley’deki insanların ne düşüneceği. Benim için çok daha önemli bir konuydu bu.
Kapalı kapı diye bir şey tanımam Sizin en favori filminiz kendi filminiz değilmiş. Peki hangisi? Ve neden?
-Pay it forward (İyilik yap, iyilik bul). Herhangi bir şekilde birisine yapmış olduğunuz bir iyilik ve arkasından, zincir şeklinde gelen diğeri, diğeri, diğeri. İşte hayatın özü bu... Ama nedense onu karmaşık hale getirmeyi daha fazla seviyoruz.
Brockovich Araştırma ve Danışmanlık Şirketi’ni ne zaman kurdunuz? Çevre davaları sizin için hâlâ birinci dereceden önemli mi? -Bu olaydan sonra, yüzlerce insanın yardım etmem için beni araması üzerine kurdum. Bugün aramızda olmayan, beni avukatlık bürosunda işe alan, o zamanki patronum Ed Masry ile birlikte. Her yıl bize gelen başvuruların sayısı artıyor. Bu yüzden iki hukuk şirketiyle çalışıyoruz. Hâlâ zamanımın yarısını bu araştırmalarla geçiriyorum.
Çevreyle, insan haklarıyla ilgili pek çok dava geliyor önünüze. Hiç keşke hukuk fakültesini bitirip avukat olsaydım diye düşündüğünüz oluyor mu? Yoksa bunun eksikliğini hiç hissetmiyor musunuz? -Eğer gerçekten isteseydim, hukuk eğitimi alırdım. Ama tercihim böyle olmadı. Bu mesleğe saygı duyuyorum. Ama avukatlar, tüm zamanlarını toplantılarda, görüşmelerde ya da mahkemelerde geçiriyorlar. Ben insanlarla birlikte olmayı, konuşmayı, dinlemeyi, eyleme geçmeyi seviyorum. Bu yüzden onların hayatı hiçbir zaman bana göre olmadı.
Peki neden “Kendimi insanların bilme hakkının avukatı” olarak görüyorum diyorsunuz? -Tam öyle demedim. Ben insanların gözünde avukat değilim. Ama “savunucuyum”. İnsanları bilgilendirmenin savunucusu. Eğer doğru ve tam bilgiye sahip değilsek, doğru seçimler yapamayız. Bunu yaşadığım olaylarda çok net gördüm.
İstenildiği zaman insanoğlunun ulaşamayacağı, elde edemeyeceği bilgi yoktur diye düşünüyorum. Sizce de kapalı kapılar her koşulda açılabilir mi?
-Size hayatımda bildiğim en önemli şeyi söyleyeyim: İnsan bir şey yapmak istediği zaman kapalı kapı diye bir şey olmaz. Ben içerdeki açana kadar, kapıyı çalar çalar dururum. Asla vazgeçmem.
“Çok sayıda insan bana başvuruyor. Neden çevrelerindeki insanların kanser olduklarını soruyorlar” diyorsunuz bir konuşmanızda. Sizce çağımızın çevre sorunlarından kaynaklanan en büyük problemi kanser mi? -Evet, ne yazık ki... Dünyadaki insanların neredeyse tamamının sağlığı ve güvenliği tehdit altında. Bundan çok endişe duyuyorum. Ve hepimizin duyması gerektiğini düşünüyorum.
Açık saçık giyinir açık seçik konuşurum. Gençken güzel olmanın avantajını da, dezavantajını da yaşadım. Kendimi bildim bileli açık saçık giyinir, açık seçik konuşurum. Hayatta hiçbir zaman, bir şeylerin arkasına saklanmaya gerek yok. Küfretmeyi babamdan öğrendim. Ve evet, hâlâ öyleyim. Bunun için de çok mutluyum.
Bu ağır krizle birlikte bireysel yaşama dönemi bitti
Konuşmacı olarak geleceğiniz konferans, krizin yarattığı kaotik durumun da üzerine giderek “Labirentten çıkmak için uç ve yukarıdan bakarak çıkış yolunu bul” diyor. Siz kriz hakkında ne düşünüyorsunuz? -Evet, benim ülkemden, ABD’den başlamak üzere, dünyada çok ağır bir kriz yaşanıyor. Şuna inanıyorum: Artık, çevrenizdekileri kendinizden uzaklaştırarak, bireysel yaşayarak, rakiplerinizle mücadele ederek yaşama dönemi bitti. El ele vererek çalışma dönemine girdik. Bu bir iş konusu olmaktan çıktı.
Kriz bazıları için eşittir fırsat anlamına geliyor... Sizce? -Kesinlikle katılıyorum.
Yani kriz sarmalından çıkmak için olmadık noktalara mı bakmak gerekiyor? - Evet, kesinlikle evet! Hayata tek açıdan bakan insanların başarmak için çok az şansı vardır. Başka noktalardan bakmak için, önce yükselerek, yukarıdan görmek gerekir. Bardağın önce boş tarafını görür ve neyi yapabileceğinizi değil de neyi yapamayacağınızı düşünmeye başlarsanız, üzgünüm, kaybetme ihtimaliniz çok yüksek!
Devamlı baktığımız noktalardan, içinde olduğumuz kısırdöngüden nasıl sıyrılacağız? -Her gün, “Bugün ne kadar muhteşem bir gün, hayatta olduğum için, sağlığım yerinde olduğu için çok şanslıyım, yarın çok daha güzel olacak” demek gerek. Bunu hayatımızın mottosu haline getirirsek, çok farklı bakış açıları yakalayabiliriz. Hayatın iyi ya da kötü olması da bizim yaptığımız bir seçimdir.
Türkiye’ye ilk gelişiniz mi? Ülkemiz hakkında neler düşünüyorsunuz? -Evet, ilk kez geleceğim. Bu yüzden de davetiniz beni çok heycanlandırdı.Türkleri görmek için sabırsızlanıyorum.