T24- Yazar Sedat Ergin, Hizbullah'ın 'beyin kadrosu'nun tahliye edilmesi olayıyla ilgili Yargıtay'ı eleştirdi. Ergin, 31 Aralık 2010 tarihinde 10 yıla kadar tutukluluğa vize veren CMK 252’nci maddesinin yürürlüğe gireceğinin bilinmesine rağmen Hizbullah davasına bakmayan Yargıtay'ın adalete olan inancı sarstığını yazdı.
Sedat Ergin'in Hürriyet gazetesindeki köşesinde yayımlanan yazısı (6 Aralık 2011) şöyle:
Yargı cephesindeki gecikmenin bedeli
Hizbullahçı katillerin tahliyesinin, evrensel hukuk çerçevesinde artık ertelenemez bir yükümlülük haline gelen tutukluluk süresini azaltma gereğini hiçbir şekilde gölgelememesi gerekiyor.
Bir yanda hükümetin 2004 yılında çıkardığı bir yasa nedeniyle vatandaşların mahkûmiyet kararı olmaksızın 10 yıl cezaevinde tutuklu olarak alıkonulmalarının yol açtığı tartışmalar var. Diğer yanda ise 10 yıllık sınırında mahkûmiyetleri hâlâ kesinleşmediğinden mafya mensupları ve cinayet hükümlüsü Hizbullahçıların serbest bırakılmasının yarattığı büyük toplumsal infial...
Ve Hizbullah’la karşılaştırmalı bir düzlemde, Ergenekon davasında tutuklu bazı üniversite hocaları ve gazetecilerin terör örgütü üyeliği suçlamasıyla 10 yıl kadar içeride kalma ihtimallerinin yol açtığı adaletsizlik duygusu.
Karşımızda iç içe geçmiş gibi gözüken birden çok sorun var. Meseleye doğru bir teşhis koyabilmek için bunları birbirinden ayırıp tek tek ele almamız en doğru yaklaşım olacak.
Bakan da indirimi savunuyor
Birincisiyle başlayalım. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) geçen yılın son günü yürürlüğe giren 252’nci maddesi, devlete, anayasal düzene ve milli güvenliğe karşı işlenmiş suçlarda tutukluluk süresinin 10 yıla kadar çıkabileceğini belirtiyor.
Bu makul bir süre değil. Adalet Bakanı Sadullah Ergin de dün NTV’de Nilgün Balkaç’a “Bu süre uzun zaten. Bizim konuşmamız gereken Türk yargısındaki uzun sürenin kısaltılmasıdır” diyerek, 2004 Aralık ayında TBMM’den geçmesinde bizzat rol oynadığı bu düzenlemenin artık değiştirilmesi gerektiğini teslim ediyor.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, yargılamanın ve tutukluluk sürelerinin makul bir süre içinde tamamlanmasını öngörüyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de çok sayıda kararında Türkiye’yi bu nedenle mahkûm etti. Sözleşme ve mahkeme içtihadı artık ulusal hukukumuzun üstünde olduğuna göre, Türkiye hem yargılamaları hem de tutukluluk sürelerini makul bir eşiğe çekmek zorunda.
AİHM’deki Türk yargıç Prof. Işıl Karakaş, dün Cumhuriyet’te yayımlanan demecinde “10 yıla kadar çıkan bir yorum, bir uygulama AİHM’nin bütün içtihatlarına aykırıdır. Toplam 3 yıl bile fazladır. Tutukluluğun makul süreyi aşmaması gerekiyor” diyerek bu ihtiyaca bir kez daha işaret etti.
9 yıl süren bir dava
Şimdi ikinci konuya geçiyoruz. Hizbullahçı katillerin tahliyesinin, evrensel hukuk çerçevesinde artık ertelenemez bir yükümlülük haline gelen tutukluluk süresini azaltma gereğini hiçbir şekilde gölgelememesi gerekiyor.
Peki çözüm ne? Tek bir çözüm var: Türkiye’de yargılamaların süratli bir tempoda görünmesini sağlayacak düzenlemeleri yapmak.
Bu açıdan baktığımızda, Diyarbakır’daki 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Hizbullah davasının tam 9 yıl sürmüş olması Türk yargısı için başlı başına mahcubiyet verici bir performanstır. Bunun 5 yılı mahkemenin yalnızca Adli Tıp’tan CD deşifrelerinin gelmesini beklemesiyle geçmiştir. Toplumun bu kadar hassasiyetle yaklaştığı bir davada Adli Tıp ve mahkemenin bu ölçülerde gecikmelerinin hiçbir inandırıcı izahı olamaz.
Yargıtay'da önünü görme sorunu
Gecikmenin diğer boyutu Yargıtay’la ilgilidir. Hizbullah dosyasının Yargıtay’da geçen mart ayından bu yana beklediği biliniyor. Dosya Yargıtay’daki ilk durağı olan Başsavcılık’tan 9’uncu Ceza Dairesi’ne geçen ekim ayında gelmiştir. Yargıtay yöneticilerinin her seferinde iş yükünden şikâyet eden açıklamalarını biliyoruz, önemli ölçüde kendilerine hak veriyoruz.
Ancak iş yükü, neyin önemli neyin önemsiz, neyin öncelikli neyin ertelenebilir olduğu konusunda asgari bir muhakeme yürütme kabiliyetinin kaybolmasının mazereti olamaz.
31 Aralık 2010 tarihinde CMK 252’nci maddesinin yürürlüğe gireceği ve bu tarih adım adım yaklaşırken -ivedilikle bir karar alınmadığı takdirde- Hizbullah katillerinin serbest kalacağı bilindiği halde, bu sonuca kayıtsız kalınmasındaki feraset eksikliğinin hiçbir mazereti yoktur.
Bu sonucun toplumda adalet duygusuna olan inancı nasıl sarsacağını, ayrıca Yargıtay’ın saygınlığına nasıl bir darbe vuracağını 9’uncu Ceza Dairesi üyelerinin öngörmeleri gerekirdi. Yargıtay, bu dosyada ne yazık ki iyi bir sınav vermemiştir.