Medya

Erdoğan'ın ilk müsteşarı: Türk tipi başkanlıkla kastedilen anlaşılamadı; eski yönetim tarzları gelenek olmaz

"Kamu idaresinde şeffaflık, denetim ve hesap verebilirlik şartların getirdiği bir zorunluluktur"

23 Ocak 2017 14:00

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın başbakanlık görevini üstlendiği dönemdeki ilk Başbakanlık Müsteşarı olan Ömer Dinçer, partili cumhurbaşkanlığı sistemini öngören anayasa değişikliği teklifiyle ilgili olarak "Anayasa teklifi tartışmaları sırasında iktidarın savunma delillerinden biri “Türk tipi başkanlık” idi. Bundan kastedilenin ne olduğu anlaşılmadı. Ancak Orta Asya Türk devletlerinin tecrübesi, Emevi ve Abbasi gibi Arap devletlerinin uygulamaları veya Selçuklu ile Osmanlı sistemlerinden öğrendiklerimiz kastediliyorsa, bunların günümüz şartlarında bir 'gelenek' oluşturmayacağı vurgulanmalıdır" dedi. 

Ömer Dinçer'in Habertürk'te "‘Türk tipi’ başkanlık sistemi mi?" başlığıyla yayımlanan (23 Ocak 2017) yazısı şöyle:

Siyasal rejimler bir bakıma yaşanılan çağa, içinde bulunulan şartlara, devletin gerçekleştirmek zorunda olduğu fonksiyonlara ve halkın beklentilerine bağımlıdır. Dolayısıyla yönetim biçimleri asırlar boyunca hiç değişmeyen bir içeriğe sahip olmaz.

Dolayısıyla yönetim biçimleri asırlar boyunca hiç değişmeyen bir içeriğe sahip olmaz.

Göçebe toplumlarda “hanlık” veya “krallık” sistemi uygulanmıştır. Nitekim ülkelerin örgütlenmesi de buna göre şekillenmiş ve daha çok toprak büyüklüğü esas alınarak yönetilmiştir. Hunlar, Göktürkler, Cengiz İmparatorluğu, topraklarını hanın çocuklarına paylaştırarak yönetiyordu. Divan veya meclisleri, vezirlik sistemi yoktu. Bunların yerine güçlü aşiret liderlerinin yer aldığı “toy” ve “töre”, danışmanlar ve komutanlar vardı.

Şehirleşme, tarım, ticaret ve zanaatın olduğu toplumlarda daha yerleşik bir yönetime ihtiyaç duyulur. Şekil değiştiren “krallık” veya “padişahlık” sistemlerinde ise saray yönetimlerine, toplumsal düzeni sağlayacak hukuka ihtiyaç doğar, dolayısıyla adalet, maliye, güvenlik ve hisbe gibi teşkilatlar kurulur. Ayrıca vezirlik sistemi (bakanlar kurulu) ile şehirleri veya bölgeleri yönetecek hanedan dışı bey (emir) veya valiler gerekir.

Kısaca devletin işlevleri arttıkça kalıcı yapı ve süreçler gelişti. Yapı ve süreçlerin belirleyicisi ise büyüklük ve devletin yerine getirmek zorunda olduğu işlevlerin sayısıdır. Mesela büyük devletlerde veya imparatorlukta ademimerkezi yapı ve yetki devri kaçınılmazdır. Romalılar, Osmanlılar ve günümüzde ABD ve Rusya, canları istediği için eyalet sistemi uygulamadı.

Bu uygulamalar farklı toplumlar veya dinler için değişiklik göstermez. Çünkü yönetim beşeri bir ihtiyaçtır. Canlı bir organizma olan insan ve toplumların ihtiyaç ve amaçlarının bir yansıması olarak ortaya çıkar. Bu yüzden belirli çağlarda, şartlarda ve büyüklüklerde, ırk veya din ayrımı gözetmeksizin benzer yönetimlere rastlanır. Orta Asya Türk devletleri ile Çin hanedanlıklarının, Persler ile Emevi ve Abbasi devletlerinin, Osmanlı ile Bizans imparatorluklarının yönetimleri birbirine çok benzer.

Bu tür devletler arasında farklılığı ortaya koyan hususlar hukuk ve adalet anlayışı, insana bakış ve özgürlüklerin tanımı, yönetim ilkeleridir. Bu yüzden, İslam dahil hiçbir din, devlet rejiminden veya yönetim biçimden bahsetmez. Çünkü standart bir yönetim sistemi, yapısı ve örgütlenme biçimi evrensel olamaz.

İçinde bulunduğumuz çağ, sanayileşmeninetkisiyle insan ve toplum hayatını merkezileştirmiştir. Geleneksel yönetimlerde vergi verme, güvenlik ve asayişten ibaret olan halk-saray ilişkisi, modern çağda hayatın her alanına sirayet etmiştir. İnsanın doğumundan ölümüne her safhada, toplumun mahalli ve müşterek ihtiyaçlarında devlet vardır.

Günümüz devletleri yatay olarak hayata dair her ihtiyacı karşılayan işleve sahipken, dikey olarak bürokrasi, STK’lar ve bireye yön verme gücüne sahip. Bu yüzden günümüzde insan ve toplum için demokrasi bir ihtiyaçtır. Demokrasi, sağlıklı bir toplum oluşturmak ve kaliteli bir yaşam için çağımızın ve şartların gereğidir

Bütün bunları niçin yazdım? Anayasa teklifi tartışmaları sırasında iktidarın savunma delillerinden biri “Türk tipi başkanlık” idi. Bundan kastedilenin ne olduğu anlaşılmadı. Ancak Orta Asya Türk devletlerinin tecrübesi, Emevi ve Abbasi gibi Arap devletlerinin uygulamaları veya Selçuklu ile Osmanlı sistemlerinden öğrendiklerimiz kastediliyorsa, bunların günümüz şartlarında bir “gelenek” oluşturmayacağı vurgulanmalıdır. Babadan miras olarak yetki devralan sultan veya kral, yürütme ve yasama gücünü elinde bulundurur; mahkeme başkanlarını (kadı) ve şeyhülislamı atar. Buradan halkın yönetime katıldığı ve “kuvvetler ayrılığına” dayanan başkanlık (veya parlamenter) sistemine tecrübe yansır mı?

Ayrıca eski yönetim tarzları dini bir meşruiyet de oluşturmaz. Bu açıdan hukuk, ahlak ve adalet ilkeleri dışında eski yönetim biçimleri ne kadar Türk veya Müslüman ise çağdaş sistemler de o kadar Türk ve Müslüman’dır.

Öyle ise günümüz yönetim biçimine yön verecek etkiler, halkın ihtiyaç ve beklentisi, gelişmiş ülkelerin katılımcılığı (şûra), etkinlik ve verimliliği sağlayacak yönetim yapısı, insan hak ve özgürlüklerinin korunması, refahın ve yaşam kalitesinin yükseltilmesidir.

Eğer amaç buysa, savunulduğu gibi, özellikle dindar kesimin yoğun eleştirilerine hedef olan 1930-40’lı yılların yönetim biçimi gerekçe olabilir mi? Çünkü, “sui misal emsal teşkil etmez”.

Adil bir seçim sistemiyle oluşan yasama meclislerinin olduğu, denge ve denetimi sağlanan, kuvvetler ayrılığı esasına dayalı modern bir demokrasi amaç olmalıdır. Kamu idaresinde şeffaflık, katılım, denetim ve hesap verebilirlik, çağdaş yönetimlerin sadece bir tercihi değil, aynı zamanda şartların getirdiği bir zorunluluktur.

Halka bunların sağlanıp sağlanmadığının anlatılması ikna edici olacaktır.