Karar yazarı Akif Beki, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile birlikte Hatay'daki sınır birliklerini ziyaret eden sanatçıların, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na gösterdikleri tepkiyi eleştirdi. Beki, "Şunu sorardım kendime; İktidarla ilişkimin akçeli bir boyutu olmasa, paradan puldan tamamen arındırılmış olsa Cumhurbaşkanı’na yakınlaşma çabamdan dolayı Kılıçdaroğlu yine böyle gelebilir miydi üstüme?" dedi.
Beki, bir dönem Erdoğan'ın basın danışmanlığı görevini yürütmüştü.
Akif Beki'nin "Müdanasız bir sanatçıya bu laflar edilebilir miydi" başlığıyla yayımlanan (6 Nisan 2018) yazısı şöyle:
Askere moral ziyaretine katılan ünlülerle ilgili, ağzını açıp gözünü yumduğu o zehir zemberek, o yenilmez yutulmaz sözlerini geri almadı Kılıçdaroğlu.
Ağır kaçtığı eleştirilerine rağmen, “Az bile söyledim, fazlasını hak ettiler” diye üsteliyor.
Fakat yine de...
Tartışılan ünlülerin yerinde olsam, ana muhalefet liderine ortak bir bildiriyle karşılık vermezdim.
Böyle toplu, örgütlü bir tavrın içine girmez, cevap hakkımı bireysel olarak kullanırdım.
Tepkimi gösterirken de polemik ağızlarından uzak dururdum, siyasi dilden kaçınırdım.
“Bizim gitmemizden niye rahatsız oldun, asıl sen bölgeye niye gitmediğini millete anlat” demezdim.
Ya da “Biz Mehmetçiğe moral vermeye gittik, sen de YPG’ye git” gibi sokuşturmaların şehvetine kapılmazdım.
Laf çakmalarla siyasi bir düzleme olayı taşımaz, onu Kılıçdaroğlu’nun siyasi muhataplarına bırakırdım.
Tabii ki kınar, ayıplardım, ağzından çıkanları yakıştıramadığımı söylerdim.
İktidarla hesaplaşmasını sevilen, sayılan, topluma mal olmuş şöhretler üzerinden yapmaması için uyarırdım.
Erdoğan’la kavgasına beni karıştırmamasını, ne alıp veremediği varsa kendi aralarında halletmelerini ister, siyasi bir polemiğe çekilmekten duyduğum rahatsızlığı yansıtırdım.
Öfkem geçmez, kendimi hala tutamazsam ‘kem söz sahibine aittir, hakaretlerini aynen iade ediyorum’ filan da derdim belki.
Ama...
Zinhar iktidar sözcülerinin yerine geçip ana muhalefetle kavgaya tutuşmazdım.
Kazara tarafgir ve partizan bir görüntü vermez, popülaritemi nakde çevirir gibi bozdurup harcamaz, göz önündeki bir rol model duruşuyla ismime duyulan sempatiyi kaybetmemeye özen gösterir, insaf sahiplerinin gözünde sevimsizleşmemeye dikkat ederdim.
Siyasi karşıtı gibi Kılıçdaroğlu’yla ağız dalaşına girmez, siyasetçi gibi çene yarıştırmaya kalkmazdım.
İktidara yaranmak için muhalefete bulaşmaya dünden hazır olduğum, sanki bu fırsatı kolladığım şeklinde bir izlenimi yanlışlıkla dahi bırakmazdım.
Bir de Kılıçdaroğlu’nun bana karşı böyle pervasızca konuşma cüretini nereden aldığını iki dakika düşünürdüm.
***
Şunu sorardım kendime:
İktidarla ilişkimin akçeli bir boyutu olmasa, paradan puldan tamamen arındırılmış olsa...
Ekmeğimi devletten değil taştan çıkarsam, serbest rekabet koşullarında bilet satarak hayatımı kazansam, siyasetin rantına yaslanmadan ayakta kalabilsem...
Geçimimi piyasada gördüğüm talepten sağlasam, yağlı belediye ve hükümet organizasyonlarını arpalık kapısı yapmış durumuna düşmesem...
Avantadan iş alma beklentim olmasa, iktidarın eline bakmasam yani, lütfuna muhtaç olmasam...
Kendimi beğendirmenin maddi bir getirisi veya avantajı sözkonusu edilemese, aramızda işveren-çalışan gibi bir bağ kurulamasa...
Cumhurbaşkanı’na yakınlaşma çabamdan dolayı Kılıçdaroğlu yine böyle gelebilir miydi üstüme?
Menfaat icabı yukarıdakilerin gözünün içine baktığımı, çıkar uğruna nasıl yaranacağımı şaşırdığımı söyleyebilir miydi?
Müdanasız diye tanınmış olsaydım, iktidarın politikalarını riyasız desteklediğime şüphe bulunmasaydı, duygusallığımdan kuşkuya hiç mahal olmasaydı, ağzını açıp saygısızca tek laf edebilir miydi bana?
Haksız sataşanın ağzının payını verip itibarını beş paralık etmeye, fiyakasını bozup suspus yerine oturtmaya iki münasip lafım yetmez miydi?