Gündem

Erdoğan'ın eski basın danışmanı: 'Reis' deyip Erdoğan’ı, 'Hocaefendi' deyip Gülen’i kutsayanların ortak noktası aptallık!

"2011'den önce Tayyip Bey’e MKYK içerisinde, 'bir süre çekilseniz' diyenler vardı"

Ahmet Tezcan (en sağda)

11 Kasım 2015 11:00

Başbakanlığı döneminde 5 yıl Tayyip Erdoğan’ın basın danışmanlığını yapan Ahmet Tezcan, “Reis deyip Erdoğan’ı, Hocaefendi deyip Gülen’i kutsayanların ortak noktası aptallık” dedi. Tezcan, “Bu kutsamalar, kendi kararını veremeyen, kişiliğini tamamlamamış ve kişiliği oluşmamışların savrulması” ifadesini kullandı.

Cumhuriyet gazetesinden Selin Ongun’a konuşan Tezcan, 2011’den önceki Başbakanlık döneminde “Tayyip Bey’e diktatör denilmesinin zirvede olduğu günlerde MKYK içerisinde Tayyip Bey’e, bir süre çekilseniz, diyenler vardı. Tayyip Bey buna sadece güldü” dedi.

AKP günlüklerinin Nokta dergisinde yayımlanmasının çok iyi olduğunu söyleyen Tezcan, “Çünkü o konuşmaların tamamındaki manzara çok açık: Bu adamlar birbirlerini hakikaten çok iyi yargılıyor ve sorguluyorlar. Ve zaten birbirlerini bu kadar rahat yargılayabildikleri için bu seçimlerde kazandılar” dedi. Günlüklerin yalanlanması ile ilgili bir soruya ise Tezcan, “Dünyanın pek çok yerinde bu tip yayınlar siyasi olarak yalanlanır, o başka mevzu. Fakat keşke yalanlanmasa, o konuşmalar vaziyeti nasıl sorguladıklarının göstergesi” diye konuştu.

Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan (11 Kasım 2015) Ahmet Tezcan röportajı şöyle:

- "Birilerine karşı sevgim azalmış olabilir” dedikten sonra Bülent Arınç balkonda görüldü. Arınç’ın balkondaki varlığı hangisi: Bükemediği eli öpmek mi, siyaset mi?

Kimsenin niyetini yargılama hakkını kendimde görmem. Ne var ki, soru oradan, söyleyeyim. Arınç’ın balkonda olması kurumsal yapıya destektir, konuşmalarında eleştirdiği kişilere değil. Bülent Arınç, “yeniyetme” diyerek eleştirdiği sonradan AK Parti’ye katılan kimilerini beğenmiyor olabilir ama bu onun AK Parti’yi gömdüğü anlamına gelmez.

- Şu bir gerçek ki, Arınç’lı balkona siyasetin iki kutbu da şaşırdı.

Şaşkınlıktan ziyade bazı yerlerde öfke de yarattı. AK Parti’nin içinde de “O sözleri söyledikten sonra balkonda ne işin var?” diye düşünenler oldu. AK Parti karşıtı olup, Arınç’ın eleştirilerinden ümitlenenlerde de, “Kahretsin bölünmeyecekler, bunlar böyle adamlar işte, sözlerini yutuyorlar” duygusu hâkim geldi.

 

1 Kasım’a çıkan yollar

 

 - Yüzde 49.5 değil aksi bir sonuç olsaydı, Arınç’lar harekete geçer miydi?

Bu senaryoya hiç itibar etmedim. Sebebi çok net: Bu hareketi başlatan bu insanlar bu hareketi o zaman da sorunsuz başlatmadılar. Nice kavgalar, gürültüler yaşandı ama dışarıya pek yansımadı. Bu senaryolara gönül verenler anlamıyor. Mesela AK Parti’nin MKYK toplantıları. Bir MKYK toplantısı neden 17 saat sürer? Onca saat ne konuşur bu insanlar orada? Tayyip Bey’e diktatör denilmesinin zirvede olduğu günlerde MKYK içerisinde Tayyip Bey’e, bir süre çekilseniz, diyenler vardı. Tayyip Bey’e bunlar söylendi.

- Ne zaman söylendi?

2011’den önceki Başbakanlık döneminde. Tayyip Bey buna sadece güldü. Bugüne gelelim. Kısa süre önce Nokta dergisinde yayımlanan günlüklerde AK Parti’li kimi danışmanların, bakanların, milletvekillerin birtakım konuşmaları vardı, biliyorsunuz. Bence bu konuşmaların yayımlanması çok iyi oldu. Çünkü o konuşmaların tamamındaki manzara çok açık: Bu adamlar birbirlerini hakikaten çok iyi yargılıyor ve sorguluyorlar. Ve zaten birbirlerini bu kadar rahat yargılayabildikleri için bu seçimlerde kazandılar.

İşin püf noktası şu: Bir siyasi parti, bir cemaat ya da bir ideolojik hareket içindeki insanlar, olayları ve kişileri hep kendi arzuladıkları ya da bulundukları konum üzerinden değerlendiriyorlar. Gerçeği değil kendilerini ortaya koyuyorlar ve sürekli yanılıyorlar. AK Parti taraftarı ya da karşıtı medyadaki durum da budur.

Günlüklerde çok çarpıcı bir ifade vardı: “Başbakan’a karşı mağdur olan bir Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı’ndan dolayı mağdur olan bir Başbakan, ikisinin de mağduru bir halk. Ortada garip bir görüntü var” deniliyor. Ve bunu bir AK Parti’li, üstelik sözünün hangi noktalara taşınabileceğini bilerek söylüyor. Bu önemli değil mi?

- Ama kendileri günlükleri yalanladılar.

Dünyanın pek çok yerinde bu tip yayınlar siyasi olarak yalanlanır, o başka mevzu. Fakat keşke yalanlanmasa, o konuşmalar vaziyeti nasıl sorguladıklarının göstergesi. Ki ben birbirlerini çok daha ağır eleştirdiklerine tanığım. Dolayısıyla ekranda yapılan eleştirilerden kopma beklemek gerçekçi değil. Çok daha ağırları içeride konuşuluyor zaten.

- Arınç’ların, Gül’lerin kopacağına AK Parti’den hazzetmeyenlerin ve kulisleri bilmeyenlerin inanması anlaşılır ise AK Parti’yi içeriden bilen ve koşulsuz destekleyen medyanın aforoz etmesi neden?

İşin püf noktası şu: Bir siyasi parti, bir cemaat ya da bir ideolojik hareket içindeki insanlar, olayları ve kişileri hep kendi arzuladıkları ya da bulundukları konum üzerinden değerlendiriyorlar. Gerçeği değil kendilerini ortaya koyuyorlar ve sürekli yanılıyorlar. AK Parti taraftarı ya da karşıtı medyadaki durum da budur.

- Yüzde 49’un sizce nedenlerini soracaktık. “Birbirlerini rahat yargılayabildikleri için kazandılar” dediniz

Bu sadece biri. AK Parti 2011’e dek, o sekiz yıl boyunca bıçak sırtında hükümet oldu. Sistemin buzlarını kıra kıra ilerledi. Hatırlayın 2011’de yüzde 49 alarak bıçak sırtından kurtuldu ama bıçak ucuna yani en sivri yere geldi. O noktada şunu söylemiştim: Bundan sonra en büyük düşmanınız kurumsal ve kişisel egodur. 7 Haziran ise bu ‘düşmana’ yani kibre gidişti. Eleştirinin dozuna değil tozuna dahi tahammül olmayan bir aşamaya gelinmişti. Ama bu hal tek yerde mi var? Hayır, her yerde var. Bugün ise 2015-2019 arasında AK Parti siyasetin insan kazanma sanatı olduğunu kanıtlamalı. Çünkü siyaset insan kaybetme sanatına dönüşürse sonucun ne olduğu 7 Haziran’da görüldü.

- 7 Haziran’dan sonra bu vaziyeti çaktılar mı sizce?

 Bence ciddi anlamda çaktılar. Ve bu da yüzde 49.5’e çıkan yollardan yine sadece bir tanesi. Esas olan şu: AK Parti’ye oy veren insanların bilinçaltlarında evrensel bir kültür zemini üzerinde yükselen emperyal bir yönetim anlayışı hâkim

- Ne demek bu?

Adamın tarlasına atacak tohumluk buğdayı olmamasına rağmen devletinin elinin Arakan’a, Kenya’ya uzandığını görmekten manevi açıdan büyük tatmin yaşıyor. Böylesi bilinçaltına sahip bir toplum da mevzuları sadece kendi içine kapanık olarak değerlendirmiyor. Memlekette olup bitenlerin mutlaka dışarıyla da ilgisi vardır, diyor. İşte o söz: Yedi düvel bir şeye karşıysa ben o yedi düvelin karşısında olurum. Çok basit ve hamasi görünüyor. Ama bu bakışın genetik kodları İstiklal Harbi’ne kadar gider. AK Parti’nin karşısındaki çoklu cepheye bakarken de o sözü buluyor: Asla bir araya gelmeyecek olanlar neden birlikte? Yedi düvel bir şeye karşıysa ben o yedi düvelin karşısında olurum! Aydın arkadaşlarımız meseleleri böyle okuyan bilinçaltının farkında olmadıkları için yanılıyorlar

Davos’ta Şimon Peres’e “one minute” dersiniz, sizi hiç sevmeyen insanlar dahi o bilinçaltı sebebiyle sizi alkışlar. Ama Peres’e çektiğiniz “one minute”i bu ülkenin insanına çekerseniz o da size “bir dakika” der. 7 Haziran buydu. Halk AK Parti’ye “one minute” dedi. 1 Kasım’da da AK Parti üzerinden Türkiye’yi bölmeye çalışan dışarıdaki güçlere ve onun içerideki bağlantılarına “bir dakika” dedi

- Yüzde 49.5’in en önemli kaynağı: “Küresel oyunu bozun. Tek millet, tek devlet” mi yani?

Herkes biliyor aslında bütün bunların arkasında çok basit bir petrol kavgası var: Musul, Kerkük ve Güneydoğu petrollerinin paylaşımı hadisesi. Türkiye’nin güneyi, Suriye’nin kuzeyi ve Irak’ta olanlar Batı bloku ile Şangay Beşlisi’nin gövde gösterisinden başka şey değil. Bu çarpışma nedeniyle Türkiye bir o yana bir bu yana sallanıyor. Araştırmacı gazeteci arkadaşlarımız çok iyi bilirler. Türkiye’nin Lozan’da imza altına alınan ama bugüne kadar hiç ödenmeyen Musul petrollerindeki payı ne zaman söz konusu edilecek olsa PKK’nin terörü yükseliyor. Ve sallanmaya başlıyoruz.

- Yüzde 49.5’in karşı cephesinden gelen bir diğer 1 Kasım sorusu: “Yine toparlandılar, neden ANAP gibi parçalanmıyorlar?

 Turgut Özal, dört eğilimi bir araya getireceğiz, diyerek yola çıktı. Bu dört eğilim içerisinde çok farklı kutuplar vardı. AK Parti daha homojen bir yapı. ANAP’ta Güneş Taner ile Milli Türk Talebe Birliği’nden gelen bakanlar yan yana oturuyordu. Özal kendini çektiği andan itibaren büyük kavgalar başladı

Turgut Özal yüzde 27.5 ile Çankaya’daydı ve orada zaten rahat değildi. Parti bölünmeye çok müsaitti. O dönemde Türkiye’nin döviz kazancını ve Hazinesini güçlendirebilmek için Özal hayali ihracata kapı aralayan birçok sistem dışı girişimde bulundu. Bugün adına ‘hırsızlık’ denilen işler yapıldı. Menfaat ilişkilerinin zirveye çıkması partiyi batırdı. Bugün bu aşamadan sonra benzerleri AK Parti’de söz konusu olursa emin olun AK Parti, ANAP’tan daha beter olur. Bu, Türkiye’nin de AK Parti’nin de son şansıdır. AK Parti hak kavramına riayet etmek ve hatta ona yapışmak zorunda. Yoksa AK Parti de Türkiye de paramparça olur.

- Hak kavramı dediniz. Burada akıllarda kocaman bir 17 Aralık ve ‘sıfırlama’lar var. ANAP’ı eriten yolsuzluk, neden AK Parti’ye dokunmuyor?

17-25 Aralık oldu. Mesele zirveye çıktı. Tayyip Erdoğan Van’da sesi kısılıncaya kadar konuştu, çok kişi alay etti. Birkaç ay sonra aynı Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 52 oy aldı. Bu ne demek? Tayyip Erdoğan 17 ve 25 Aralık’a rağmen yüzde 52 oy aldı. 17 ve 25 Aralık’taki o ses kayıtları bu toplumda karşılık bulmadı. Halkta “Tüm bunlar söyleniyor tamam da bu adamın bunları kendi nefsine harcamadığını düşünüyorum” gibi bir kanaat oluştuğunu düşünüyorum.

 

"Gül'ü saf yerine koydular"

 

- Burada o kısmı da soralım: “Çok ses çıkarmadı ama Abdullah Gül yolsuzluk operasyonlarını ‘darbe girişimi’ olarak nitelendiren Erdoğan’ın yaklaşımını benimsemiyor. 2014 yerel seçimlerinde ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde zemin oluşmadı ama 7 Haziran’dan sonra Gül yeni bir partiye niyetlendi. 1 Kasım sonuçlarını bekliyor?”

Abdullah Bey’in yakınında olan insanlar arasında buna inanan ve bundan heveslenenler vardı. Ben Abdullah Bey’in başka bir siyasi harekete girişeceğine hiç inanmadım. Abdullah Gül, çok soğukkanlı ve pek çok cepheden düşünen biri. Abdullah Bey ile Tayyip Bey arasında dış politika konusunda sahiden farklılıklar var. Ama sadece dış politikadaki görüş farkı meseleyi yeni bir siyasi hareket doğurmaya götürmez. ANAP’ı kuranların evveliyatı yoktu. AK Parti’yi kuranların evveliyatı var. Evveliyatı olmayan insanlar partiden zaten çoktan ayrıldılar.

- Evveliyat yeter mi?

Çok önemli. Özellikle Tayyip Bey’de çok yüksek bir vefa duygusu var. Ve bu vefa duygusu harekettekilerin çoğunda yine var.

- Nasıl var; Gül’ün Cumhurbaşkanlığını devretmesinden bir gün önceye kongre kararı verilirken vefa nerede?

O bir siyasi harekettir. Tayyip Bey’in konumunda Abdullah Bey olsa belki o da aynısını yapabilirdi.

- O halde Abdullah Gül de Tayyip Erdoğan’ın düştüğü bir resimde yeni bir hareketin içinde olamaz mı?

Toplumu değerlendirmeden mi? Buna inananlar Abdullah Bey’i çok saf bir siyasetçi yerine koyuyor.

 

 ‘Reis deyip Erdoğan’ı, Hocaefendi deyip Gülen’i kutsayanların ortak noktası aptallık çünkü...’

 

- “Reis” diye Erdoğan’ı, “Hocaefendi” deyip Gülen’i kutsayanların ortak noktası nedir?

Aptallık, başka bir şey değil. Kendi kararını bir başkasının cebine koyan, birey değildir. Bu kutsamalar, kendi kararını veremeyen, kişiliğini tamamlamamış ve kişiliği oluşmamışların savrulması. Gelelim meselenin çıkış noktasına. Hak kavramına riayet dışında bütün davalar batıl, adanmışlıklar aldanmışlıktır. Bütün davalar batıl derken, AK Parti ve hükümet kanadını işaret ediyorum. Dava kelimesini çok kullanıyorlar.

Diğerleri de adanmışlık kelimesini dilinden düşürmüyor. Peki, hak kavramına riayet var mı? Yok. Sen bir cemaate mensupsun ve bütün bürokrasiyi o cemaatle dolduruyorsun. Bir partiye ya da dini inanca mensupsun, ben namaz kılıyorum, namaz kılanlar olsun, diyorsun. Ehliyete bakmıyorsun, hak kavramına riayetsizlik ediyorsun. Hiç kimse kusura bakmasın, benim inancıma göre Allah diyor ki, ben kâinatı hak üzerine yarattım. Bu ne demek? Hak kavramına riayet ettiğin noktada sana güç veririm, demek.

Kendi sınırları içerisinde hak kavramına riayet eden toplumlar: Bir zamanların Persleri, Roma, Osmanlı, onlardı en uzun yaşayanlar. Şimdi görece olarak hak kavramını kendi toplumu içerisinde kim uyguluyor? Ve dünyayı kim yönetiyor? Yanıtı belli. Gelelim AK Parti’ye, ilk iki döneminde hak kavramına en yakın duran parti oldu. Oyunu artırarak seçildi. Üçüncü dönemde gerçekten bir ego problemi ile karşı karşıya geldi. Allah kudretini kâinatta, çiçekte, böcekte gizler. Ama bir tek durumda açığa çıkarır; kibir. Kimse, şu oldu, bu oldu, diyerek, düşüşe gerekçe üretmesin. Olanların sebebi kibirdi.

- 2 Kasım, uyanıldı ve kibir bitti mi?

Öyle bir şey mümkün mü? Dört yıllık düzeltme fırsatı verildi. Aslında toplum olarak hâlâ bıçak sırtındayız. Yüzde 50, yüzde 50. AK Parti’si, cemaati, medyası, muhalefeti, toplum olarak herkes, fert fert kendisini hak kavramına riayet noktasına çekmezse bu toplum paramparça olur.