Herkes Recep Tayyip Erdoğan’ı merak ediyor. Buna son dönemde ziyaret ettiğim Avrupa şehirlerinde tanık oldum, analizlere en uzun zamanı ayırdım. Türkiye içinde ve dışarda merakla endişenin kıvamlı bir karışımı söz konusu.
Erdoğan ne yapmak istiyor?
11 küsur yıl önce yeni bir siyasi sınıfı parlamentoya taşıyan, asker güdümlü vesayetin kafesini kırarak anti-demokratik zihniyeti hayli gerileten, reform vizyonunu yıllarca canlı tutmayı başaran istikrarlı bir partinin popüler lideri olarak ulusal bir yenilenme projesinden kişisel bir iktidar ve ikbal projesine geçiş mi yaptı?
Yoksa, dışardan açıkça farkedilmeyen bir korku bulutu içinde, küreği hasarlı bir gemi gibi, muğlak bir geleceğe mi ilerlemekte?
Pek çok kişiye göre Gezi Parkı’ndan yayılan şehir protestosu dalgasından en büyük zararı Erdoğan aldı. Bu gözleme göre, Başbakan’ın meydanlardaki orantısız şiddeti, siyaset alanına aynı orantısızlıkla taşıyıp, sırtını ısrarla ‘millet iradesi’e yaslamasının uzun vadede bir anlamı olmayabilir. Erdoğan, kendi çevresince üretilen dokunulmaz kişilik tabusunun ve kült oluşturma çabalarının beklenmedik bir anda yıkılışına tanık oldu. Yıkma hareketini sayısal olarak küçümsemeye çabalasa da, kapıldığı öfke dili bunu kolayca ifşa etti.
Türlü çeşitli – çoğu nazik – sinyallere ve uyarılara rağmen son günlere kadar aynı dil ve tavırda inat etmesi, ülkenin geleceğiyle ilgili soru işaretlerini beslemekten başka hiçbir işe yaramıyor. En son, sokak protestolarının sivil muhatapları arasında yer alan Taksim Platformu’nu ‘ayak ne zaman baş oldu?’ sözleriyle aşağılaması, öfkeyi ve endişeyi dindirmek yerine kabartıyor.
Sorulara geçerli cevaplardan biri, siyaset tarihinde gizli. Uzun süre ülke yönetimi ve parti örgütleri üzerinde köklü egemenlik kuran liderlerin önünde iki tercih belirir: Siyasi istikrarı desteklemek için kendi varislerini hazırlayarak ve mutabakatı güçlendirerek bir saygın devlet adamı olmaya doğru evrilmek veya kendi kendisinin en büyük hasmı haline gelmek.
Son performansı ardından, Erdoğan ve Thatcher’ın arasında kurulan benzerliğin bu yüzden önemsenmesi gerekli. Sadece ’10 yıl yorgunluğu’ değil bu.
Muhalefetin iyice cılızlaştığı ve skolastik düşünceyle periferide kaldığı bir ortamda rakipsiz olmanın yarattığı kolaycılık iyice su yüzüne vurmuş durumda.
Yazının tamamı için tıklayın