Barış için Akademisyenler Grubu’nun imzacıları arasında yer alan akademisyen ve Cumhuriyet yazarı Prof. Dr. Ahmet İnsel, bildiriyi imzalayan akademisyenlere “Ey aydın müsveddeleri, sizler karanlık ve cahilsiniz" diyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sözleri için, “Sadece bir bildiri imzalamış yurttaşlarını “alçaklar”, “vatan hainleri” olarak nitelediğinde ve bunu ısrarla, birkaç yerde tekrarladığında, kasıtlı olarak hakaret suçu işlemiş olduğu yadsınabilir mi?” diye sordu.
Erdoğan, “Bu suça ortak olmayacağız" başlığıyla yayımlanan bildiriye imza atan akademisyenlere yönelik ağır eleştirilerde bulunarak, “Kendilerine akademisyen diyen bu kitlenin tamamı yalandan, saptırmadan, propagandadan oluşan terör örgütünün dilini kamuoyunu yansıtmasıdır. Terör örgütü adına kurşun sıkmakla propagandasını yapmanız arasında hiçbir fark yoktur” demişti.
Ahmet İnsel yazısında, “Cumhurbaşkanı, kişilerin onur, şeref ve haysiyetini koruyan Medeni Kanun’un 24. maddesini açık biçimde çiğnemiştir” ifadelerini kullandı.
İnsel, “Kendisine yönelik ağır eleştirileri hakaret addedip, sayısı galiba iki bini aşan hakaret davası açmakta beis görmeyen bir kişinin kendi ağzından çıkanlar için de aynı hassasiyeti göstermesi asgari eşitlik gereğidir” diye yazdı.
Ahmet İnsel’in Cumhuriyet’te “Cumhurbaşkanı’nın sorunlu sorumsuzluğu” başlığıyla yayımlanan (19 Ocak 2016) yazısı şöyle:
Parlamenter sistemlerde cumhurbaşkanlarının siyasal, cezai ve hukuki sorumsuzluklarının olması genel kuraldır. Bu genel kuralın kapsamı, sınırları ve uygulaması ülkeden ülkeye değişir.
Parlamenter monarşilerde devlet başkanının yani kral veya kraliçenin siyasi ve cezai sorumsuzluğu mutlaktır. Birleşik Krallık’ta kraliçenin siyasi yetkisi yoktur ama hiçbir fiilinden dolayı ona dava açılamaz. Anayasa hukukçuları bunu, “Birleşik Krallık’ta kraliçe adam öldürse, bundan başbakan sorumlu olur” diyerek tarif ederler. Elbette aşırı bir örnektir ama anlamlıdır. Parlamenter cumhuriyetlerde, cumhurbaşkanı herkes gibi yurttaştır. Bu nedenle sorumsuzluğu çok geniş olsa da mutlak değildir. Cumhurbaşkanlarının sorumsuzluğu konusunda, göreviyle ilgili fiiller ve kişisel fiiller birbirinden ayrılır.
Türkiye’de yürürlükteki anayasaya göre, cumhurbaşkanlarının siyasal sorumluluğu mutlaktır. Tek başına yaptığı siyasal işlemlerden dolayı hiçbir yargı merciine başvurulamaz. Hükümetle birlikte yaptığı işlemlerde ise sorumlu Başbakan ve işlemle ilgili bakan ya da bakanlardır.
Cumhuriyet ilkesine aykırı
Cumhurbaşkanları cezai sorumsuzluk ilkesiyle de korunur. 1982 Anayasası, cumhurbaşkanının göreviyle ilgili işlemlerinde bir tek vatana ihanet suçu nedeniyle cezai sorumluluğunu öngörüyor. Buna karşılık, açık bir hüküm olmasa da, kişisel adi suçlarından dolayı sorumlu oldukları kabul edilir. Cumhurbaşkanı bir kişiyi yaralasa ya da öldürse, evde karısını dövse, cezai sorumluluğunun olmaması Cumhuriyet ilkesine aykırıdır.
Cumhurbaşkanlarının genellikle hukuki sorumluluğu da yoktur. Ama hukuki sorumluluk yaratan fiilin göreviyle ilgili eylem ve işlemler içinde yer alması koşuluyla. Buna karşılık, cumhurbaşkanları, kişisel eylem ve işlemlerinden dolayı herkes gibi ve her yönden sorumludur. Göreviyle ilgili olmayan işlem ve eylemleri kişilere maddi ve manevi zarar verirse, bu zararlar hukuki sorumluluk doğurur. Cumhurbaşkanları bu durumda, tüm gerçek kişiler gibi, Medeni Kanun, Borçlar Kanunu vb... yasalara tabidir.
1982 Anayasası, cumhurbaşkanı için açıkça dokunulmazlık öngörmüyor. Anayasa hukukçuları arasında çoğunluk görüşü, cumhurbaşkanının milletvekili olmayan bakanlar gibi dokunulmazlıktan yararlanmasıdır. Dolayısıyla fiili dokunulmazlığının, milletvekili dokunulmazlığının kalkması usulüne tabi olması gerekir. Bu görüşe karşı, kamu hukukunda tüm yetkilerin açıkça verilmiş yetkiler olması lazım geldiği, kıyasla sonuca varılamayacağı kuralından hareket ederek dokunulmazlığın cumhurbaşkanları için geçerli olmadığını savunan hukukçular da vardır.
Kasıtlı olarak hakaret suçu
Özetlersek, rejim eğer parlamenter bir monarşi değilse, cumhurbaşkanlarının sorumsuzluğu, görev ve sorumluluğu ile ilgili eylem ve işlemlerle sınırlıdır. Bir Cumhurbaşkanı’nın ülkesinin binlerce yurttaşına açıkça ağır hakaret etmesi, onun görev ve sorumlulukları arasında yer alan bir eylem olarak herhalde kabul edilemez. Bir bildirinin imzacılarına, yargı kararı olmadan terör örgütüne yardım ve yataklık cürmü atfetmesi de suçlama yoluyla doğrudan hakarettir.
Cumhurbaşkanı, her yurttaş gibi, siyasal alanda ağır eleştiride bulunabilir. Ama nedeni ne olursa olsun, sadece bir bildiri imzalamış yurttaşlarını “alçaklar”, “vatan hainleri” olarak nitelediğinde ve bunu ısrarla, birkaç yerde tekrarladığında, kasıtlı olarak hakaret suçu işlemiş olduğu yadsınabilir mi? Hakaret etme hakkı, ne Cumhurbaşkanı’na ne de başka herhangi bir yurttaşa verilmiştir. Hukuki sorumluluk doğurur. Bu hukuki sorumluluk medeni her ülkenin Medeni Kanunu’nda istisnasız herkesi kapsar.
Cumhurbaşkanı, kişilerin onur, şeref ve haysiyetini koruyan Medeni Kanun’un 24. maddesini açık biçimde çiğnemiştir. Ayrıca Ceza Kanunu’nun 125. maddesinde belirtilen hakaret ve sövme suçunu işlemiştir. Hakaret nedeniyle kişisel cezai sorumluluğunun dokunulmazlık kapsamına alınacağı öngörülebilir. Buna karşılık, hukuki sorumluluğu hiçbir anayasal yorumla ortadan kaldırılamaz.
Kendisine yönelik ağır eleştirileri hakaret addedip, sayısı galiba iki bini aşan hakaret davası açmakta beis görmeyen bir kişinin kendi ağzından çıkanlar için de aynı hassasiyeti göstermesi asgari eşitlik gereğidir. Bu anlamda eşitlik Cumhuriyet’in temel ilkesidir. Ama rejim hukuken ya da fiilen bir monarşiyse, sultanlık rejimiyse ya da hükümranın yasaların üstünde olduğu bir diktatörlükse, durum elbette farklı olacaktır.