Politika

ERDOĞAN ''YANDAŞ MEDYA'' İSTEMİYOR İSTANBUL (A.A)

25 Eylül 2010 15:25

-ERDOĞAN ''YANDAŞ MEDYA'' İSTEMİYOR İSTANBUL (A.A) - 25.09.2010 - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Medyanın bizim tarafımızı tutmasını istemiyoruz ama siyasi taraf haline gelerek, birilerinin psikolojik harekatının parçası olmasını da doğru bulmuyoruz'' dedi. Dolmabahçe'deki Başbakanlık Çalışma Ofisi'nde medya temsilcileriyle bir araya gelen Erdoğan, geçmişe göre büyük farklılıklar gösteren Türkiye'de medyanın savaş parametreleriyle hareket etmesinin demokrasi adına bir eksiklik olacağını hep vurguladıklarını belirtti. Demokrasinin, tahammül, diyalog, hoşgörü rejimi olduğunu, konuşarak, tartışarak ve uzlaşarak çözüm arama kültürünün geliştirilmesi gerektiğini vurgulayan Erdoğan, sadece iktidar ve muhalefetin değil, yazılı ve görsel medya kuruluşlarının da demokratik kültürün bir parçası olarak demokratikleşme sürecinden sorumlu olduğunu kaydetti.  Başbakan Erdoğan, iktidar ile medyanın her konuda yüzde yüz mutabakat içinde, görüş ve uyum birliği içinde olmasının beklenemeyeceğini, hiçbir demokratik bir ülkede böyle bir durumun söz konusu olmadığını ifade ederek, demokrasinin güzelliğinin ve kalitesinin de iktidarla medya arasındaki ilişkinin ölçülü olmasından doğduğunu kaydetti.  -''SİNDİRME- BASKI DEĞİL''- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Mevlana'nın güzel bir sözü vardır: 'İyi bir dostu olanın aynaya ihtiyacı yoktur'. Evet, dost acı söyleyebilir, dost kıyasıya eleştirebilir ama bunu dostu için, dostunun iyiliği için yapar. Medyanın, bize acı gerçekleri, çıplak gerçekleri gösteren yapıcı eleştiride bulanan, bir yol gösteren ayna olmasını arzuladık ve arzuluyoruz. Zaman zaman sert eleştirilerimiz, polemiklerimiz, öfkelendiğimiz zamanlar oldu. Bunlar medyaya yönelik bir sindirme ya da baskı niyetiyle değil, haksız eleştiriye, iftiraya yönelik bir isyanın tezahürüydü. Medya, bizden eleştirilere tahammül beklediği kadar, kendisi de eleştiriye karşı tahammül içinde olmalı. Zira medyanın eleştirme hakkı olduğu kadar, takdir ederseniz ki siyasetçinin de eleştirme hakkı vardır. Bizim de temsil ettiğimiz milyonlar, on milyonlar var. Biz eleştirinin, hedef gösterme, bastırma, sindirime girişimi olarak algılanmasını da çok yanlış buluyoruz.'' Tophane'de meydana gelen olaylara da değinen Erdoğan, şunları kaydetti: ''Medyada yer alış biçimiyle, üzerinde yapılan yorumlar marifetiyle, sınırlarını aşarak farklı bir boyut kazandı. Lokal bir olay, gereğinden fazla büyütülerek, abartılarak yurt içinde ve maalesef yurt dışında adeta bir Türkiye tablosu gibi sunuldu. Sanki Türkiye bu. Daha da öteye gideyim, bu lokal olay, sanki 12 Eylül halk oylamasında ortaya çıkan sonucun bir tezahürü diye yazıldı. Sizler de çok iyi biliyorsunuz ki olgu ile algı arasındaki makasın bu derece açılması sağlıksız bir iletişimin var olduğunu gösterir. Medya dördüncü kuvvettir. Öyle denir. Medya, yasamanın, yürütmenin, yargının yerini aldığında sağlıklı bir demokratik süreç oluşmayacaktır. İktidarı körü körüne destekleyen, aynı şekilde kendisini muhalefet partilerinin yerine koyan bir medya yapısı da demokratik standartların yükseltilmesine katkı sağlamayacaktır.'' Çok geriye gitmek istemediğini, 1960 darbesi, 12 Mart muhtırası, 12 Eylül müdahalesi ve 28 Şubat sürecinde medyanın takındığı tavrı, içinden geçtiği sınavı herkesin hatırladığını, kendisiyle ilgili olarak ''Muhtar bile olamaz'' manşetinin atıldığını, bu süreçte mahkum olup cezaevine gittiğini anlatan Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü: ''Ne yaptım da cezaevine gidiyorum? Sizin her zaman muhatap olduğunuz, yazdıklarınız. Benim de o yazdıklarınızı, bir şairin şiirini okumaktan dolayı gidiyorum. Bunun dışında benim bir suçum yoktu. Ama atılan başlık buydu: 'Muhtar bile olamaz'... Bir sevinç çığlığıydı. Parlamento çoğunluğuyla geçen bir yasa için '411 el kaosa kalktı' manşeti atıldı. 'Topyekun savaş', 'Rektörler endişeli', 'Gerekirse silah bile kullanırız', 'Muhtıra gibi tavsiye', 'Genç subaylar rahatsız', 'Tehlikenin farkında mısınız?' gibi başlıklarla yayınlar yapıldı. Medyanın bizim tarafımızı tutmasını istemiyoruz ama siyasi taraf haline gelerek, birilerinin psikolojik harekatının parçası olmasını da doğru bulmuyoruz.'' -HUKUKTAN YANA MEDYA- Başbakan Erdoğan, medyanın; demokrasinin, hukukun, insani değerlerin, hak ve özgürlüklerin tarafı olması gerektiğini belirterek, bu değerler üzerinden bir medya mücadelesi verilmesini de siyaset yapmak olarak görmediklerini, tam aksine saygı duyduklarını, alkışladıklarını ve her zaman da desteklediklerini söyledi.   Özgürlükleri herkesin kendisine yontmaması gerektiğini ifade eden Erdoğan, şöyle konuştu: ''Hükümet olarak bizim çetelerle yaptığımız mücadele, hukuksuzluğa gösterdiğimiz tepki, antidemokratik girişimlere yönelik tavrımız, zaman zaman medya tarafından görmezden gelindi, hatta eleştirildi. Türkiye'nin demokratikleşmesi, hukukun üstün kılınması, çetelerin deşifre edilmesi, medya tarafından çok güçlü bir şekilde desteklenmesi gerekirken burada da sessiz kalındı. Bu noktada sesini yükselten, haberleri cesaretle yayımlayan medya kuruluşları ise yandaş medya olmakla suçlandı. Oysa medya, demokrasiyle vardır. Demokrasi yoksa özgür bir medya da yoktur. Bir dönem gazetelerin, televizyonların nasıl baskı altına alındığını, toplumu kutuplaştırmak için nasıl haberler tezgahlandığını, bizzat o dönemin yayın yönetmenleri ve yazı işleri müdürleri, köşe yazılarında dile getirdiler.''  Başbakan Erdoğan, bir zamanlar gazetecilerin fişlendiğini, tehdit edildiğini, gazetelerin, matbaaların kapatıldığını anlatarak, karanlık odalarda hazırlanan andıçlarla terör yandaşı gösterilerek gazetecilerin itibarlarının zedelendiğini kaydetti.  Darbelere, cuntalara direnen kimi köşe yazarlarının yine aynı çevrelerce yapılan baskılar dolayısıyla işlerine son verildiğinin ilk ağızdan dinlendiğini, Türkiye'nin olağanüstü bir durum yaşadığında, karanlık bir sürece girdiğinde, bundan en büyük zararı gazeteciler ve siyasetçilerin gördüğünü belirten Erdoğan, şöyle devam etti: ''Hasan Fehmi'den Hasan Tahsin'e, Sabahattin Ali'den Abdi İpekçi'yi, Çetin Emeç'ten Musa Anter'e, Uğur Mumcu'dan Ahmet Taner Kışlalı'ya ve son olarak Hrant Dink'e varıncaya kadar bu ülkede onlarca gazeteci, terörün, mafyanın, çetelerin hışmına uğradı, faili meçhul cinayetlerin kurbanı oldu, karanlık dönemlerin bedelini hayatıyla ödemek zorunda kaldı. Yüzlerce gazeteci fikirlerinden ve yazdıklarından ötürü o karanlık dönemlerde yargılandı. Şule Yüksel Şenler, Emine Şenlikoğlu gibi hanımlar da yargılandı, işkence gördü, yıllarca hapishanelerde hayat sürdü. Birçok gazeteci, evini yurdunu terk etmek ve bu diyarlardan gitmek zorunda kaldı. Bugün biz bu karanlığı aydınlığa çevirmek için yoğun bir mücadele verirken, ne yazık ki medyanın desteğini değil, eleştirisini alıyoruz.''