Hürriyet yazarı Murat Yetkin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın geçtiğimiz günlerde selefi Barack Obama'dan görevi devralan ABD Başkanı Donald Trump'a güvenmediğini öne sürdü. Yetkin, "Görüştüğüm üst düzey kaynaklardan birisi Erdoğan’ın dünkü çıkışını, Trump ile ilk görüşme öncesi ön alıcı nitelikte bir 'endişe dile getirme' hamlesi olarak görmek gerektiğini söyledi" ifadesini kullandı.
Murat Yetkin'in "Erdoğan Trump’a neden güvenmiyor?" başlığıyla yayımlanan (23 Ocak 2017) yazısı şöyle:
Hükümete yakın kalemlerdeki “Trump gelecek, dertler bitecek” havasına karşın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni ABD Başkanı Donald Trump’a o kadar da güvenmediği dün belli oldu.
Erdoğan dün Afrika seyahatine çıkarken gayet genel bir “Trump döneminde ilişkiler ne olur?” sorusuna, Orta Doğu endişeleriyle yanıt verdi.
“Trump’ın Orta Doğu tavrı ne olacaktır?” sorusuyla başladı ve sürdürdü:
“Çünkü Orta Doğu kaynıyor” dedi. “Bazı söylemler” kulağına geliyordu ve “doğrusu rahatsız edici” idi.
Söylemlerin ne olduğunu ayrıntısına girmedi ama önemli bir ipucu verdi: “Parçalı bir Orta Doğuyu asla düşünmüyoruz ve bu doğru olmaz.” Türkiye buna “Evet diyemez” dedi ve bu konu dâhil “A’dan Z’ye” her şeyi Trump ile ilk görüşmede konuşmak istediğini vurguladı.
Orta Doğu’da parçalı deyince Ankara’da çalan alarm zilleri, ABD’nin acaba bir Suriye’nin parçalı hale gelmesi üzerinden bir Kürt devletine yeşil ışık mı yakacağıdır.
Dünkü çıkıştan anlıyoruz ki, Erdoğan Trump’a güvenmiyor?
Neden mi güvenmiyor?
Öncelikle Trump’ın sağı solu belli değil.
Yüksek riskler alan, yüksek riskten yüksek getiri bekleyen bir işadamı olarak biliniyor.
İkincisi, malum, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu –ki Afrika seyahatinde Cumhurbaşkanına eşlik ediyor- daha yeni ABD’den döndü.
Trump’ın yenin töreninde Türkiye’yi temsil etmekle kalmadı, yeni yönetimin Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, Savunma Bakanı James Mattis ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn ile –resmi ve ayrıntılı olmasa dahi- temaslarda bulundu, Washington’daki en son havayı Erdoğan’a taşıdı.
Belli ki Trump yönetiminin ne yapacağına dair kuşkuları var.
Peki, ama hangi konularda?
Orta Doğu’ya dair bu konular demek ki o kadar acil öneme sahip ki, Erdoğan Fethullah Gülen konusuna değinmeye bile gerek duymadı; o nasıl olsa gündemde.
Dün bu konularda derinlemesine bilgi sahibi kaynaklarımla görüştüm.
İki konu öne çıkıyor:
1- PYD-PKK desteği: Parçalı Orta Doğu uyarısından zaten anlaşılıyor. Ankara, Trump’ın güvenlik ve diplomasi ekibinin eğiliminin Obama’nın IŞİD’e karşı ‘devlet-dışı aktörlerle’, örneğin PYD-PKK ile oynama siyasetini terk etme yanlısı olduğu değerlendirmesini yapıyor. Bu durumda Türkiye, Rusya muhtemelen Suudi Arabistan, Katar, Irak, hatta örtülü olarak İran ve İsrail dahi devrede olabilir.
Ama karar bakan ya da danışmanların değil, Başkanın olacak ve o da şimdiye dek hiç renk vermiş değil. Sadece “Generallerden 30 gün içinde yeni bir IŞİD’le mücadele strateiji istedim” dedi; aslında “İslamcı radikalizm” sözünü daha sık kullanıyor. Erdoğan açısından işin
Ancak bir de Trump’ın “Kürt savaşçılara desteğe devam” sözü var seçim kampanyasında verdiği. Bununla sadece PYD-PKK’yı mı kast ettiği, yoksa mesela Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) peşmergeleri başta olmak üzere başka Kürt grupları mı kast ettiği belirsiz. Bu belirsizlik de bir rahatsızlık kaynağı.
2- Kudüs. Trump seçim kampanyasında seçildiği takdirde Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacağını ve ABD Büyükelçiliğini de Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyacağı sözünü vermişti.
Orta Doğu’daki –zaten alt üst olmuş- dengeleri iyice zıvanadan çıkartma ihtimali olan böyle bir hamleye karşı olan yalnızca Türkiye değil. Fransız Dışişleri Bakanı Jean-Marc Ayrault, 15 Ocak’ta 70 ülkenin katıldığı Paris’teki İsrail-Filistin toplantısı ardından, “ABD büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması provokasyon olacaktır” açıklaması yapmıştı.
Trump’ın bu adımı atması, şu anda Gülen ve PYD-Suriye gibi iki önemli sorunu taşıyan Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir yük olmaya aday.
Görüştüğüm üst düzey kaynaklardan birisi Erdoğan’ın dünkü çıkışını, Trump ile ilk görüşme öncesi ön alıcı nitelikte bir “endişe dile getirme” hamlesi olarak görmek gerektiğini söyledi.
İlk görüşme için Türkiye’nin tercihi ise Şubat’ın ikinci yarısı ya da Mart başı için düşünülen bir “mini NATO zirvesi” sırası ya da sonrası.
Tabii o ilk görüşme için bütün dünya liderleri sırada, Türkiye’nin girişimleri de sürüyor.
Astana sınavı gündemde
Erdoğan’ın bu çıkışının zamanlama açısından bir başka anlamı da bugün, 23 Ocak’ta yapılacak Astana toplantısı.
Kazakistan’ın başkentinde yapılacak toplantıda gündem, Türkiye ve Rusya’nın girişimi, İran’ın desteğiyle geçtiğimiz 29 Aralık’ta Suriye’deki Beşar Esad rejimi güçleriyle (IŞİD ve El Nusra dışında kalmak üzere) isyancı güçler arasında ilan edilen ateşkesin kurumlaşmasını sağlamak.
Toplantının en büyük önemi altı yıldır süren Suriye iç savaşında ilk kez rejim ve isyancı güçleri bir araya getirecek olması.
İkincisi, baştan beri devrede olmamasına karşın, Birleşmiş Milletlerin, Türkiye ve Rusya garantörlüğündeki bu toplantıların hamiliğini üstlenmiş olması; BM’nin Suriye Krizi Özel Elçisi Staffan di Mistura, Astana’da olacak.
ABD’de, Türkiye’nin önerisi ve Rusya’nın davetiyle Astana toplantılarında temsil ediliyor. Temsilin Astana büyükelçisi düzeyinde olması, İran’ın heyet olarak katılıma itirazını yumuşatmış görünüyor.
Astana toplantılarında ateşkesin kurumsallaşması sağlanabilirse, bu hem asıl siyasi hedef olan 8 Şubat Cenevre görüşmelerine önemli bir katkı sağlayacak, hem de bölgede Suriye kaynaklı gerilimi biraz olsun düşürmeye.
Trump’ın seçilmesiyle tarihin akışı biraz daha hızlanmış görünüyor. Uluslararası siyaseti de ülkelerin iç siyasetini de sertleştireceği anlaşılan bu hıza ayak uyduramayanın istediğini alması giderek zorlaşıyor.