Gündem

Erdoğan: İşadamları ya değişimi izler ya da değişimi yönetir

Erdoğan, "Ülkeler gibi, iş adamlarının da önünde iki tercih bulunuyor; ya değişimi izlemek ya da değişimi yönetmek" dedi.

07 Ekim 2010 03:00

T24 - İstanbul Haliç Kongre Merkezi'nde düzenlenen 14. Uluslararası İş Forumu (IBF) Kongresinin açılışında konuşan Erdoğan, "Ülkeler gibi, iş adamlarının da önünde iki tercih bulunuyor; ya değişimi izlemek ya da değişimi yönetmek" dedi.


İstanbul Haliç Kongre Merkezi'nde düzenlenen 14. Uluslararası İş Forumu (IBF) Kongresinin açılışında konuşan Erdoğan, foruma başarılar dileyerek, 5 kıtadan, 65 ülkeden bu fuar ve forum için Türkiye'ye, İstanbul'a gelen tüm misafirleri selamladığını, bu uluslararası organizasyonu başarıyla yürüten, doğu, batı, kuzey ve güneyi her yıl büyük bir coşkuyla İstanbul'da buluşturan MÜSİAD'a, onun başkanına, yönetim kurulu üyelerine şahsı, ülkesi ve milleti adına şükranlarını sunduğunu ifade etti.


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “12 Eylül'de halkımızın takdiriyle gerçekleşen Anayasa değişikliği, demokratikleşme noktasındaki önemiyle paralel olarak, ekonominin önünün ve ufkunun açılmasında da inanıyorum ki farklı bir dönemin başlangıcı olacaktır” dedi.


Erdoğan, MÜSİAD'ın, 5 Mayıs 1990'da, Türkiye'ye inanmış, Türkiye'ye aşkla, sevdayla bağlanmış, Türkiye'nin değerlerine, birikimlerine, potansiyeline güvenmiş iş adamları tarafından kurulduğunu hatırlatarak, şunları kaydetti:


“Her türlü engelle ve engellemeye rağmen, Anadolu sermayesinin kendi kaynaklarıyla, kendi imkanlarıyla büyümesinde MÜSİAD her zaman öncü oldu. Özellikle Türkiye'nin demokratikleşmesinde MÜSİAD'ın çabaları gerçekten müstesna bir yer tutuyor. Bir sivil toplum örgütü olarak MÜSİAD, bir yandan ekonomik büyüme ve kalkınma mücadelesinde ön safta yer alırken, aynı zamanda demokratik haklar ve özgürlükler noktasında da gerçekten takdire şayan bir imtihan verdi. Bu vesileyle MÜSİAD'ın 12 Eylül halk oylamasına verdiği destekten dolayı şükranlarımı da burada iletmek istiyorum. MÜSİAD, cesaretle, kararlılıkla bu süreçte öne çıktı ve gür bir sesle 'evet' dedi.


Nitekim, 12 Eylül'de halkımızın takdiriyle gerçekleşen Anayasa değişikliği, demokratikleşme noktasındaki önemiyle paralel olarak, ekonominin önünün ve ufkunun açılmasında da inanıyorum ki farklı bir dönemin başlangıcı olacaktır. MÜSİAD'a, değerli başkanına, yöneticilerine ve tüm üyelerine, demokrasiye sahip çıktıkları, hukukun üstün olduğu bir Türkiye'ye inandıkları ve bunun gereğini cesurca yerine getirdikleri için de teşekkür ediyorum.”


İstanbul bir finans merkezi olma konusunda ilerliyor

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul'u merkez alarak, uçakla 3 saatlik bir mesafeyle ulaşılan geniş coğrafyanın, dünya nüfusunun en yoğun, dünya pazarlarının en canlı coğrafyasını teşkil ettiğini belirterek, “İstanbul, bizim de son dönemdeki yoğun gayretlerimiz neticesinde, Uluslararası bir finans merkezi olma yönünde emin adımlarla ilerliyor” dedi.


Erdoğan,  İslam iş dünyasının bir araya geldiği “en büyük” organizasyon olan MÜSİAD Fuarı'nın İstanbul'da gerçekleştiriliyor olmasını isabetli bulduğunu ifade etti.


İstanbul'un kapılarının, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından açıldığını hatırlatan Erdoğan, “O günden itibaren kapılarını her zaman ve herkese açık tutan bir şehirdir. İstanbul, farklı medeniyetleri, farklı kültürleri, farklı dilleri, inançları, renkleri kendi potasında bir arada ve hoşgörü içinde barındıran emin bir şehirdir. Bu şehrin sokaklarına girdiğinizde, kadim medeniyetlerin izlerini gördüğünüz kadar, hoşgörüye, birlikte yaşama kültürüne, gökkuşağının tüm renklerine, insanlığın tüm farklılıklarına da şahit olacaksınız. Bu şehirde eminim ki kendinizden bir şeyleri, kendinize ait renkleri de bulacaksınız; kendinize ait sesleri, yüzleri, lezzetleri de bulacaksınız” diye konuştu.


Erdoğan, bütün bunlarla birlikte, İstanbul'da, modern bir şehrin tüm özelliklerine, kökleri Doğu'da, yüzü Batı'ya dönük bir şehrin tüm emarelerine de şahit olacaklarını dile getirerek, İstanbul'un Doğu ile Batı'nın tam kesiştiği noktada, bir bilim merkezi, medeniyet merkezi ve bir tanışma, kaynaşma merkezi olduğunu söyledi.


“Bir fincanın kırk yıl hatırı vardır"

65 ülkeden MÜSİAD'ın fuarına katılan misafirlerin, İstanbul'un, buluşturan, tanıştıran, kaynaştıran vasfını ve imkanlarını en iyi şekilde değerlendirmeleri dileğinde bulunan Erdoğan, “Burada yeni dostlukların kurulmasını, yeni işbirliklerinin oluşmasını, yeni ortaklıkların tesis edilmesini önemsiyor; bunların kalıcı olmasını temenni ediyorum” dedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:


“İstanbul'u merkez alarak, uçakla 3 saatlik bir mesafeyle ulaşacağınız geniş coğrafya, dünya nüfusunun en yoğun, dünya pazarlarının en canlı coğrafyasını teşkil ediyor. İstanbul, bizim de son dönemdeki yoğun gayretlerimiz neticesinde, uluslararası bir finans merkezi olma yönünde emin adımlarla ilerliyor.


Hızla büyüyen ekonomisiyle, hızla gelişen yatırım ortamıyla, iş gücüyle, coğrafi imkanlarıyla Türkiye, her yatırımcıyı, girişimciyi, Türkiye ve İstanbul üzerinden iş ilişkileri kurmak isteyen tüm işadamlarını ağırlamaktan büyük memnuniyet duymaktadır. Devletin ilgili tüm kurumları, ilgili bakanlıklarımız, MÜSİAD gibi sivil toplum örgütlerimiz, bizzat şahsıma bağlı olarak çalışan Başbakanlık Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansımız, her an sizlere yardımcı olmak için seferber durumdadır.”


“Bir fincan kahvenin, kırk yıl hatırı vardır” sözünü hatırlatan Başbakan Erdoğan, katılımcılara, “Burada Türk kahvesini mutlaka tadın. En az bir fincan az şekerli, orta şekerli veya şekerli kahve mutlaka için. İnanıyorum ki, o zaman İstanbul, sizin için bir köprü şehir, bir aracı şehir değil, kendinizi evinizde hissettiğiniz, hissedeceğiniz ve huzurla yatırım yapacağınız, ticaret yapacağınız bir şehre dönüşecektir” diye seslendi.


Dünya küçük bir köye dönüşüyor

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Küçük bir köye dönüşen dünyamızda, yoksulun daha da yoksullaştığı, zenginin daha da zenginleştiği bir sistemin sürdürülebilir olmadığı açıktır. Bir kesim, sınır tanımaksızın tüketirken, sınır tanımaksızın hırsla kazanırken, diğer bir kesimin, küreselleşmenin aracı olan televizyon ve internetten bunu sadece seyrediyor olması, vicdanları yaralamakta, adalet duygusunu zedelemektedir” dedi.


İstanbul Haliç Kongre Merkezi'nde düzenlenen 14. Uluslararası İş Forumu (IBF) Kongresinin açılışında konuşan Erdoğan, küreselleşme olgusunun dünyadaki tüm alışkanlıkları değiştirdiği bir çağda yaşadıklarını, iş ilişkilerinin değiştiğine, iş yapma tarzlarının farklılaştığına, iş alanlarının çeşitlendiğine şahit olduklarını ifade etti.


İşadamlarının iki tercihi var

Erdoğan, “Ülkeler gibi, iş adamlarının da önünde iki tercih bulunuyor; ya değişimi izlemek ya da değişimi yönetmek... Değişimi izlemekle yetinenler, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da esen rüzgara göre hareket etmek zorunda kalacaklardır. Değişime hükmedenler, değişimi yönlendirenler ise kendileri, toplumları, ülkeleri adına belirleyici konumda olacaklardır” diye konuştu.


2008 sonunda ABD'nin, kendini merkeze koymak suretiyle bir ekonomik krizi yönettiğini iddia ederken, maalesef bir ekonomik krizin merkezi olduğunu, küreselleşmenin etkisiyle bu krizin tüm dünya ülkelerini az ya da çok etkisi altına aldığını hatırlatan Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin, G-20 üyesi bir ülke olarak, hasar tespiti yapmak, çözümler geliştirmek, tedbirleri hayata geçirmek adına G-20 zirvelerine katıldığını ve önerilerini orada dile getirdiğini anlattı.


Küresel finans krizinin her ülkeye ve küresel ekonomiye önemli mesajlar verdiğine dikkati çeken Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:


“Ancak, bu mesajlardan özellikle bir tanesini, bütün bir insanlık olarak çok iyi okumak, çok iyi anlamak ve gereğini de yerine getirmek durumunda olduğumuz açıktır. Küçük bir köye dönüşen dünyamızda, yoksulun daha da yoksullaştığı, zenginin daha da zenginleştiği bir sistemin sürdürülebilir olmadığı açıktır. Bir kesim, sınır tanımaksızın tüketirken, sınır tanımaksızın hırsla kazanırken, diğer bir kesimin, küreselleşmenin aracı olan televizyon ve internetten bunu sadece seyrediyor olması, vicdanları yaralamakta, adalet duygusunu zedelemektedir. Özellikle İslam ülkelerinin, özellikle İslam ülkelerindeki iş adamlarının, bizim medeniyetimize, inançlarımıza, kültürümüze tamamen zıt olan bu eşitsizlik üzerinde daha fazla durmalarının önemli olduğunu düşünüyorum.


Bizler, diline, inancına, derisinin rengine asla ve asla bakmadan, komşuluk hukukunu yücelten, komşusunu adeta kardeşi gibi gören bir medeniyetin mensuplarıyız. Yine bizler, tamamen bu topluluğu kast ediyoruz, kanaat gibi eşsiz bir kavramı, eşsiz bir hayat anlayışını her an gözönünde bulundurması gereken bir kültürden, bir medeniyetten geliyoruz. Yoksulluk sorunu, hiç şüphesiz bizim ortak sorunumuzdur. Açlık sorunu, hiç şüphesiz bizim ortak sorunumuzdur. Dünyanın çeşitli coğrafyalarını tehdit eden salgın hastalıklar sorunu bizim ortak sorunumuzdur. Çevre kirlenmesi, küresel ısınma, su sorunları, herkesten önce bizim ortak sorunlarımızdır. Hangi coğrafyada olursa olsun, tabii afetlerle mağdur duruma düşmüş insanların sorunu bizim ortak sorunumuzdur. Aynı şekilde, terör nedeniyle, çatışmalar nedeniyle, iç savaşlar nedeniyle masum sivillerini yitiren toplumların sorunu bizim ortak sorunumuzdur. Şunu asla unutmayınız... Pakistan'da sel felaketinde ölen çocuklar bizim çocuklarımızdır. Şili'de, Haiti'de depremde ölen çocuklar yine bizim elimizi uzatmamız gereken çocuklardır. Sudan'ın çocukları, Bağdat'ın çocukları, Kabil'in çocukları, Gazze'nin çocukları elbette ki bizim çocuklarımızdır. Dünya bu sorunlara sırtını dönse bile biz sırtımızı dönemeyiz. Dünya sessiz, tepkisiz kalsa bile, biz sessiz, tepkisiz kalamayız. İşte onun için, bölgesel ve küresel meselelere daha fazla eğilmek, barış adına daha fazla çaba harcamak, küreselleşmede söz sahibi, değişimde pay sahibi olmak zorundayız. Onun için bu topluluğun üzerinde çok önemli görevler var. Biz gelişmeleri izlemekle, uzaktan seyretmekle yetinemeyiz değerli kardeşlerim... Barışı tesis etmediğimiz müddetçe, insanlığın vicdanında adalet duygusunu tamir edemediğimiz müddetçe, yeni ve daha büyük, daha yıkıcı krizler dünyamızı tehdit etmeyi sürdürecektir.”


Çevre ülkelerle ilişkiler

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye üzerinden çarpıcı birkaç örnek sunmak istediğini ifade ederek, 2002 sonunda iktidara gelmelerinden hemen önce, uluslararası ilişkiler noktasında çevre ülkelerle ciddi sorunlar olduğunu, proaktif bir dış politika anlayışıyla, yapıcı bir tutumla, dostluğu, kardeşliği ve dayanışmayı öne çıkaran bir yaklaşımla tüm sorunların üzerine gittiklerini söyledi. Erdoğan, şunları kaydetti:


“Şu anda çevremizdeki hemen her ülkeyle iyi dostluk ilişkileri geliştirmiş, sorunları minimize etmiş, işbirliklerini ileri düzeylere taşımış, hatta aradaki vizeleri kaldırmış bir ülke konumundayız. Suriye, Lübnan, Libya, Ürdün, Rusya, Sırbistan ile vizeleri kaldırdık. Hem insanlarımızın hem iş adamlarımızın, arada engeller olmaksızın kucaklaşmasını sağladık.


Libya'ya, 2002 yılında 165 milyon dolar olan ihracatımız, 2009 sonunda 1 milyar 800 milyon dolara ulaştı. Yunanistan'a 590 milyon dolar olan ihracatımız, 1 milyar 634 milyon dolara ulaştı. Bulgaristan'a 380 milyon dolarlık ihracat yaparken, 2009'da 1 milyar 400 milyon dolar rakamına ulaştık. Rusya ile ihracatımız 1 milyar 200 dolardan, 3 milyar 200 dolara çıktı. Mısır'a ihracatımızı 326 milyon dolardan aldık, 2 milyar 620 milyon dolara, Suriye'ye ihracatımızı 267 milyon dolardan aldık, 1 milyar 425 milyon dolara yükselttik. Yine bu ülkelerden ithalatımızda da benzer oranlarda artışlar kaydettik. Dostluğun, dayanışmanın, diyaloğun bir neticesi olarak biz de kazandık, çevremizdeki ülkeler de kazandı.”