Tempo24
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dolayısıyla TBMM'de yapılan özel oturuma Ergenekon davası damgasını vurdu. Meclis Başkanı Köksal Toptan'ın ardından sırayla söz alan parti liderleri Ergenekon'a vurgu yaptı.
Toplantının açılış konuşmasını yapan Meclis Başkanı Köksal Toptan, 23 Nisan 1920'nin; Meclis’in, milletin kaderine el koyduğu tarih, yeni bir başlangıç ve yeniden dirilişin ifadesi olduğunu söyledi.
Toptan, “Yüce Meclisimiz, 89 yıl önce olduğu gibi bugün de demokrasimizin kalbi, milletimizin ümit kaynağıdır. Cumhuriyetimizin, demokrasimizin, devletimizin ve millet olarak geleceğimizin en
büyük güvencesidir. Meclisimizin çözemeyeceği sorun, aşamayacağı engel yoktur” dedi.
Toptan'ın ardından sırayla söz alan parti liderleri Ergenekon'a vurgu yaptı. İşte liderlerin mesajlarından satırbaşları:
Başbakan Tayyip Erdoğan:
"Aramıza nifak sokmaya, bizi birbirimize küstürmeye çalışanların gayretleri boştur. İstikrar zeminini zedeleyip bizi zayıflatmaya çalışanlar her zaman kaybetmiştir.
Bugün milli egemenlik kavramıyla birlikte demokrasimiz daha ileri bir noktaya ulaşmıştır. Milli iradeyi ve demokrasiyi tartışma konusu yapanlar, milli iradenin tecelli ettiği aziz milletimizden en iyi cevabı almışlardır.
Milli iradeye ve demokrasiye yönelik her girişim, Türkiye’nin ilerlemesine kalkınmasına engelleyici bir girişim olarak algılanacaktır.
Bu aziz millet ve bu Meclis, bu tür olaylara karşı, kararlı bir mücadele verecektir.
Meclis, millet iradesinin kalbidir. Her türlü hukuk dışı teşebbüs, karanlık girişim, TBMM'yi ve demokrasiyi hedef alan her türlü yeraltı örgütlenmesi, demokrasi ve hukuk çerçevesinde mutlaka bertaraf edilecektir. Çünkü çocuklarımıza aydınlık bir Türkiye teslim etmek gibi bir görevimiz var."
CHP lideri Deniz Baykal:
"Türkiye'nin, örnek ve model olarak bütün dünyada ilgiyle izlenen modernleşme tarihinin temelinde iki temel siyasal ilke vardır.
Birincisi, ırk, kan, kafatası ölçülerini reddeden ve etnik kimlikleri, yerel, yöresel bağımlılıkları aşan bir ulusal kimlik anlayışı. Etnik kimlik, herkesin kendi şerefidir ama etnik kimliğimiz ne olursa olsun, hepimiz Türk milletinin eşit birer parçasıyız. İkinci temel ilke, din, siyaset ve laiklik anlayışı ile ilgilidir.
'Samimi değilsiniz'
Din temelinde ayrışmaların, cemaatleşmelerin, eğitimi, hukuku, yargıyı, emniyeti yönlendirmeye başlaması, böyle bir sürece gözyumulması, seyirci kalınması tarihi bir gaflet olacaktır. Demokrasimizin sağladığı olanakları, Cumhuriyet'in ve devletin milli ve laik kimliğini ortadan kaldırmak için kullanmak eğer bir ihanet projesi değilse, tam bir aymazlıktır. Milli irade
bir bütündür. İktidar da muhalefet de milli iradenin bir parçasıdır. Türk halkının milli iradesini de Kuzey Kıbrıs halkının milli iradesini de aynı saygı ile karşılayamıyorsanız, milli irade konusunda samimi değilsiniz demektir.
'Lider hegemonyası var'
Milli irade ya da milli egemenlik, tek başına demokrasi demek değildir. Milli egemenliğin, demokrasiye dönüşebilmesi için gerçekten bağımsız, güçlü bir yargıya ve hukukun üstünlüğü anlayışına ihtiyaç vardır. İnsan hak ve özgürlüklerinin kağıt üstünde kalmamasına, güçlü ve etkin bir basın ve medya denetimine gereklilik vardır. Yoksa milli egemenlik ve milli irade anlayışı
kolayca bir parlamento egemenliğine, parlamento egemenliği de bir parti çoğunluğunun diktasına, parti çoğunluğu da bir liderin keyfi hegemonyasına dönüşebilir. Duvarlarda 'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir' sözlerinin yazılı olması, gerçekte bir lider hegemonyasının yaşanmakta olduğu gerçeğini maskelemeye yetmez.
'Tutuklanıyorlar, dinleniyorlar'
Böyle bir durumda da memleketin dürüst, namuslu insanları, vatansever aydınları, sabaha karşı evleri basılıp, neyle suçlandıklarını bile bilmeden aylarca tutuklanabilirler. Herkesin telefonları, bilgisayarları izlenebilir. İnsanlar dizi film senaryoları gibi ucu açık iddianamelerle gizli tanık
ifadeleriyle işkence altında sağlanan suçlamalarla sahte haham ifşaatlarıyla emniyette ya da savcılıkta sanıklarla pazarlık yapılarak oluşturulan delillerle yargılanabilirler. Muhalefet eden gazete ve televizyonları susturmak için ekonomik ve mali baskı ve yıldırma yöntemleri acımasızca uygulanabilir.
'Yargıdan kaçıyorsunuz'
İktidarların seçimden çıkmış olması, demokrasiyi güvence altına almaya yetmez.
Demokrasilerde iktidarlar denetlenebilir olmalıdır. Denetimi hem siyaset hem yargı yapacaktır. Yargıyı ve basın, medya kuruluşları gibi siyasal denetim kurumlarını, devlet gücünü kullanarak etkisiz kılmak, yargıyı siyasallaştırmak, yargıda kadrolaşmak, medyayı sindirmek demokratik meşruiyete değil, lider hegemonyasına hizmet eder. Gerçek demokrasilerde yargıdan kaçan,
dokunulmazlık zırhının arkasına saklanan başbakanlara, bakanlara, milletvekillerine yer yoktur. Yine kendi suçları için af çıkaran bakanlara, milletvekillerine demokrasilerde yer yoktur. İktidar olanakları ile kendi yakınlarına ihale ayarlamak demokrasilerde yoktur.
'Yandaş medya'
İktidar olanakları ile devlet bankalarını kullanarak yakınlarına yandaş medya satın almak demokrasilerde yoktur. Devletin en önemli yönetim birimlerini tarikat, cemaat örgütlenmelerine
teslim etmek demokrasilerde yoktur. Polisi, emniyet güçlerini kendi siyasi amaçları için bir yıldırma ve intikam mangası gibi kullanmaya demokrasilerde yer yoktur. Devletin mali yetkilerini şirketlere karşı bir tehdit ve şantaj silahı gibi kullanmaya demokrasilerde yer yoktur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 89 yıl önce 'milli irade' ve 'milli egemenlik' kavramlarıyla çıktığı yolculuğunu, gerçek bir demokrasi hedefine ulaştırabilmek için öyle anlaşılıyor ki siyaseti etkin bir hukuk ve kamuoyu denetimine sokacak düzenlemelere ihtiyaç vardır. Hukuku siyasetin emrine
girmekten çıkarıp, siyaseti denetleyebilecek bir noktaya taşımak işin özüdür.
Gerçek demokrasi, siyaset hukuku kullanırsa değil, hukuk siyaseti denetlerse sağlanır.
Önce alkış, sonra protesto
Baykal'ın, ''1960 ve 1980'de TBMM'nin askıya alınmış olması, bunu gerçekleştirenlerin en büyük utancı olarak tarihteki yerini almıştır'' ve ''Etnik kimliğimiz, ne olursa olsun, hepimiz Türk milletinin eşit birer parçasıyız'' sözleri, bazı AKP'li milletvekillerinden de alkış aldı.
Bazı AKP milletvekilleri, Baykal'ın, ''...aydınların, sabaha karşı evlerinin basılarak neyle suçlandıklarını bilmeden aylarca tutuklanabilecekleri, herkesin telefon ve bilgisayarlarının izlenebileceği...'' yönündeki sözlerini ise protesto ederek, salondan ayrıldı.
MHP lideri Bahçeli:
"En karamsar ortamda, en müşkül anlarda bile Türk milletine gücü yetmeyenlerin, bugün yeni maceralarla ve yollarla şanslarını bir kez daha denemeye çalışmaları bu açıdan beyhude bir gayret olacaktır."
DTP lideri Ahmet Türk:
''89 yıl önceki demokratik sistemimizle karşılaştırdığımızda, bugün yaşadığımız ortam çok daha geride seyretmektedir.
O dönemin demokrasi ve özgürlük anlayışı, maalesef aradan 89 yıl geçmesine rağmen, günümüzden çok daha ilerideydi. Yeni bir Anayasa ile katılımcı demokratik sistemini oturtmuş bir
Türkiye'de, ne Kürt sorunu ne düşünce ve inanç sorunu ne de gelir adaletsizliği sorunu kalacaktır.
1924 Anayasası ile kuruluşundaki demokratik ruhun tam zıttı olan otoriter ve merkeziyetçi bir sisteme dönüşen Cumhuriyetimiz, hala demokratikleşeceği günlerin sancılarını çekmektedir. Askeri vesayet ve seçkinci yönetim anlayışı, bir türlü demokrasimizin yakasından düşmemektedir.
Türkiye'de siyaset alanı-parlamenter demokrasi, pragmatist hedeflerinin peşine düşmüş bir şekilde, inisiyatif almaktan ve demokrasi lehine müdahalede bulunmaktan son derece aciz görünüyor.
Kürt sorunu, inanç ve ifade özgürlüğü sorunları bu dönemde çözülmeli. Kanla bastırmayla gözyaşıyla hiçbir sorunun çözülemediği, geçmiş acılı deneyimlerimizle yeteri kadar açığa çıkmıştır.
Takdir edersiniz ki çocuklarımıza, demokratik ve özgür bir ülke oluşturmanın yolu, onları hapislere tıkamaktan ve olur olmaz cezalar vermekten geçmez. Hiçbir demokraside olmayan bir çocuk bayramına sahip olmamıza rağmen, çocuklarımıza reva gördüğümüz uygulamalar, ne durumda olduğumuzun en açık ifadesidir.