Medya

Erdem Gül: Günlük gerçekleri bile yazabilmek Türkiye'de büyük bedel ödemeyi gerektiriyor

"Türkiye'deki ifade özgürlüğünü savunanların çok büyük desteğe ihtiyacı var"

08 Ekim 2016 01:42

Can Dündar ile birlikte Leipzig Basın Özgürlüğü ve Medyanın Geleceği Ödülü’ne layık görülen gazeteci Erdem Gül, Türkiye'de basının durumunu DW Türkçe’ye anlattı. Gül, “Günlük gerçekleri bile yazabilmek Türkiye'de büyük bedel ödemeyi gerektiriyor” dedi.

DW Türkçe: Gazeteci Can Dündar ile birlikte uluslararası alanda pek çok ödül aldınız. Bu ödüller arasında "Leipzig Basın Özgürlüğü ve Medyanın Geleceği Ödülü" de var. Ödülle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Erdem Gül: Öncelikle yarınki ödül törenine ben katılamayacağım. Çünkü Türkiye'de 15 Temmuz darbe girişiminin ardından olağanüstü hal (OHAL) ilan edildi ve OHAL süresince de -neredeyse üçüncü ayına yaklaşıyor darbe girişiminin ardından yeni girdiğimiz süreç- sekiz adet Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarıldı. Bu KHK'lar doğrultusunda Türkiye'de "bizim gibi devlet aleyhine işlenmiş suçlardan soruşturmaları bulunanların" pasaportlarını iptal ettiler. Mahkeme kararına dayanmadan, tamamen idari bir işlem olarak. O nedenle ödül törenine katılamıyorum. Ama ödül törenine ilişkin şunu söyleyebilirim: Türkiye'de zaten 15 Temmuz darbe girişiminin öncesinde de geriye doğru bir gidiş vardı, örneğin Türkiye'nin hala üyelik görüşmelerinin sürdüğü Avrupa Birliği'nin temel kriterleri dediğimiz; özgürlük, demokrasi, düşünce ve ifadeyi yayma serbestîsi konusunda büyük sıkıntılar yaşanmaktaydı. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından bu sıkıntılar daha da arttı. Türkiye'de gazetecilik, ifade özgürlüğü, ifadeyi yayma özgürlüğü en zor zamanlarından geçiyor. Bize verilen ödülü de Türkiye'de düşünce ve ifade yayma özgürlüğünü genişletme çabası ve bu çabayı sürdürürken uğradığımız baskılarla dayanışma çerçevesinde algılıyorum. Tabiî ki her gazeteci gibi, yaptığımız ve manşet olduğumuz bir haberden dolayı bu ödülü almak isterdik ama öyle görünüyor ki haber nedeniyle uğradığımız üç aylık cezaevi sürecimiz var, onunla bir dayanışma olduğunu gösteriyor.

DW Türkçe: Özellikle 15 Temmuz’dan beri yaşanan gelişmeler Türkiye’de gazetecilerin işini daha da zorlaştırdı. Şu an nasıl bir ortamda çalışıyorsunuz? 

Gül: Bu söyleşiyi yapmamızdan iki gün önce daha yeni, aralarında İMC TV'nin de olduğu bazı radyoların da olduğu Hayat TV'nin de olduğu 10'un üzerinde radyo ve televizyon hiçbir mahkeme kararı olmaksızın idari kararlarla kapatıldı, mühürlendi. Şu an cezaevinde 15 Temmuz öncesinden de başlayarak ama 15 Temmuz sonrasında sayıları artan bir biçimde 100'ün üzerinde gazeteci arkadaşımız var. Bunların ağırlıkla hapiste oluşlarının, tutuklu oluşlarının nedeni yazdıkları, çizdikleri. Bunun dışında ellerine silah alma gibi deliller yok, sadece yazmaları çizmeleri, dolayısıyla gazetecilik için büyük bedel ödemeyi göze almak gerekiyor bu günlerde. Bu sadece büyük olağanüstü haberleri yazmak değil, sadece olanı biteni yazmak bile zor görünüyor Türkiye koşullarında. Çünkü medyanın büyük bir kısmı kendi liglerinden. Oto sansür de uyguluyorlar. İktidarın istemediği ya da hoş görmediği gerçekler yazılıp çizilemiyor. Dolayısıyla benim söyleyebileceğim sadece günlük gerçekleri bile yazabilmek Türkiye'de büyük bedel ödemeyi gerektiriyor.

DW Türkçe: Peki, basına yönelik bu müdahaleler nereye varacak? 

Gül: Örneğin dün de Resmi Gazete'de yine hükümetin idari bir kararı yayınlandı. Bu karara göre, medyada çalışanlar hakkında örneğin herhangi biri ya da kaç tanesiyse, terör örgütleriyle ilintili bir dava açılması halinde onları işten atma zorunluluğu getiriyor. Eğer atmazlarsa devletin gazetelere verdiği ilanlardan mahrum bırakılacaklar. Bir yandan zaten OHAL ve özgürlük zemininin git gide daralması gibi bir sorun yaşarken öbür yandan bu kararla ekonomik olarak da büyük bir baskı altına alınmış oluyor medya. Türkiye'de belki günlük hayat yaşanıyor ama ifade özgürlüğü, halkın haber alma özgürlüğü ve bu haberi dile getirme özgürlüğü gitgide lüks hale geldi diyebilirim.

DW Türkçe: Türkiye'de basın özgürlüğüne yönelik kısıtlamalara tepkiler de var. Sizce bu kısıtlamalara yönelik tepkiler karşılık buluyor mu? Hükümet bu tepkileri ne derece dikkate alıyor?

Gül: Şöyle bir durum var: Türkiye'de darbe girişimine mecliste bulunan dört partinin dördü de yani muhalefet partileri de 15 Temmuz gecesi meclise giderek darbeye karşı duruş gerçekleştirdiler. Dört parti ortak imza attı. Daha sonra Cumhurbaşkanı'nın çağrısı üzerine Yenikapı Mitingi oldu. Bu Yenikapı mitingine CHP ve MHP liderleri de katıldı. O günden sonra Türkiye'de "Yenikapı Ruhu" diye bir şeyden de söz ediliyor. Özellikle CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu açık bir biçimde oluşan mağduriyetleri sadece darbeyle mücadele yaparken, başka kesimleri de, darbeyle hiç ilgisi olmayan hükümete muhalif kesimlerin de baskı altına alındığını açık biçimde dile getiriyor. Ama şu ana kadar hükümetten bu yönde, bu mağduriyetlerin giderilmesi yolunda bir adım atılacağına dair bir işaret gelmedi. Tersine, "evet adaletli davranacağız" şeklinde demeçler görüyoruz ama bunun darbeyle hiç ilgisi olmayan kesimlerin işlerinden atılmasını ya da tutuklanıp gözaltına alınmasını düzeltici bir hamle şu ana kadar görmedik. 

DW Türkçe: Siz uzun yıllardan beri Ankara’da siyaseti yakından izliyorsunuz. Milli Görüş'ün yükselişiyle Refah Partisi, ardından Fazilet Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi'ni (AKP) de yakından takip ettiniz. Sizce Gülen yanlıları AKP içinde nasıl güçlendi?

Gül: Yaşadığımız ve edindiğimiz bilgiler gösteriyor ki, AKP'nin birkaç dönemi var. Birincisi AKP 2002, 2003'te iktidara geldiğinde, kendi ajandasında, kendi partisinin öncelikleri yerine Türkiye'nin demokratikleşme ve AB hedefini öne geçirdi ve bu doğrultuda adımlarını attı öncelikle. Dört beş yıl hatta daha fazla böyle gitti ve toplumda ve hükümete karşı ciddi bir çatışma olmadı. Ancak 2010'a doğru iktidarın gitgide AB hedefinden uzaklaşması, demokratikleşmeyi artık öncelikli bir çalışma olarak görmemeye başlaması sırasında da iktidar içinde de ilk çatışmalar meydana gelmeye başladı. Sonraki gelişmelerde biz gördük ki, iktidar tam bu dönemden itibaren Fethullahçılara devletin güvenlik bürokrasisini, yargıyı biraz teslim etmiş gibi bir görüntü ortaya çıktı. Hatırlayalım; büyük büyük davalar oldu, Ergenokon, başka davalar... Şimdi bunlar sıkça tartışılıyor. Sonra devlet içindeki bu işbirliği 17 Aralık'taki, 2013 sonundaki, dört bakanın görevden ayrılmak zorunda kalmasına neden olan yolsuzluk operasyonuyla sona erdi.

DW Türkçe: MİT TIR'ları davasından yargılandınız, "devletin gizli belgelerini yayınlamaktan" ceza aldınız. Bu davanın Ankara için anlamı ne? 

Gül: Biz üç ay hapiste kaldık. Hakkımızda başlangıçta hakkımızda ömür boyu hapis istemli davalar açıldı daha sonra bunların bir kısmı düştü ama sizin de söylediğiniz gibi son duruşmada "devletin gizli kalması gereken belgelerini yayınlamaktan" hapis cezası verildi bize. Gazeteci olarak benim açımdan durum çok net. Birincisi, Türkiye'nin bir Suriye politikası vardı ve şimdi biz bunun zaten sonuçlarını yaşıyoruz Türkiye olarak. Çok uzun süreden beri yaşıyoruz ama bugünlerde daha sıcak yaşıyoruz. Türkiye çünkü Suriye'nin -az da olsa bir kısmında- Suriyeli muhalif güçleri destekleyerek kendi askeri gücüyle oralarda yer alıyor. Ama esas olarak o haberleri yaptığımız dönemde Türkiye'de büyük katliamlar olmaya başlamıştı. Diyarbakır'da HDP mitingine saldırı olmuştu. IŞİD'in Türkiye'ye yönelik canlı bomba eylemleriyle katliamlar olmaya başlamıştı. Bizim haber yaparken tek kastımız Türkiye'nin bu Suriye bataklığına çekilmemesi ve Suriye'ye benzer görüntülerin meydana gelmemesi için ortada silahlar insan hayatına zarar verici silahlar, silahlanmalar varsa yasadışı, bütün bunları dile getirmekti. Dolayısıyla gazeteci gibi davrandık. Ve bizim yargılanmamız Türkiye'de de kabul ediliyor ki gazeteciliğin yargılanması oldu.

DW Türkçe: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Gül: Halkın mutlaka en kötü koşullarda bile halkın bilgilenmesi, kendi yaşamına ilişkin kararlar hakkında, devletin aldığı kararlar ya da güç sahiplerinin aldığı kararlar hakkında bilgi edinmesi gerekiyor. Bunun için de medya organlarına ihtiyaç var. Bizim yeni baştan, bu haklar çok gerilemiş durumda, halkın haber almasını sağlayacak bir medya ortamını yeniden kazanmamız gerekiyor. Bunun için de Türkiye'deki ifade özgürlüğünü savunanların çok büyük desteğe ihtiyacı var.