T24 - Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Galip Ensarioğlu, özerkliğin Kürtlerin asıl talebi olmadığını söyleyerek, "Kürtlerin ortak talebi anadilde eğitim, seçim barajının düşürülmesi ve eski isimlerin iadesidir" dedi.
Taraf gazetesi yazarı Helin Alp'in "Kürtler'in asıl talebi özerklik değil" başlığıyla yayımlanan (25 Aralık 2010) yazısı şöyle:
Kürtler'in asıl talebi özerklik değil
Türkiye onun ismini en çok 12 Eylül’deki referandum döneminde duydu. BDP’nin boykot kararına karşın “Evet” diyeceklerini açıklayan sivil toplum örgütlerinin sözcüsü olarak ön plana çıkan kişiydi. Son zamanlarda adı sık sık siyasi partilerin transfer listelerinde geçen Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Galip Ensarioğlu ile demokratik özerklik talebi, anadilde eğitim tartışmaları ve siyasete bakışını konuştuk.
Demokratik Toplum Kongresi’nin düzenlediği çalıştaya siz de katıldınız. Demokratik özerklikle ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’de katı merkeziyetçi yönetim tarzının artık Türkiye’nin ihtiyaçlarına cevap vermediği bir gerçek. Bugün Kürt sorununa duyulan kaygı ya da farklı kaygılardan dolayı bu rejimi kuranlar tüm yetkiyi elinde tutmak istemiş fakat dünyanın geldiği noktada artık bunun böyle yürümeyeceği belli. Siyasi partiler, sorunlara müdahil olmak isteyen her grup, dernek ya da siyasal oluşum bir proje ortaya koyabilir. Bu demokratik bir hak. Sonuç itibariyle her siyasi partinin ya da grubun düşünce ve fikir özgürlüğü vardır. Fakat bence demokratik özerklik Kürtlerin direkt olarak istediği bir şey değil aslında.
Ne istiyor peki Kürtler?
Başta anadilde eğitim olmak üzere bu güne kadar gaspedilmiş haklarını istiyor. Vatandaşlık tanımının etnisiteye dayanmayarak yeniden tarifini istiyor. Seçim barajının düşürülmesi ve temsilde adaletin sağlanması, yer yöre isimlerinin iadesi ve anadilde eğitim gibi bütün Kürtlerin ortaklaştığı talepler var. Bölgelerarası farklılığın giderilmesi, yine Kürt illerindeki ciddi bir şekilde var olan istihdam sorununun çözülmesi. Bunlar bölge halkının, Kürtlerin talebidir. Bunun dışında BDP’nin siyasal talebi ya da başka Kürt siyasal hareketlerinin federasyon talebi de var.
Kendi kendini yönetmek de istiyoruz diyorlar?
Buna karşı olmak ya da reddetmek anlamında söylemiyorum. Bir yönetim tarzıdır özerklik. Federasyon isteyen Kürt partileri de var. Eğer Türk toplumu ikna edilebilir ve Türklerle birlikte bunu yasalaştırmayı becerebilirse eyalet sistemi halinde de, özerk bölgeler halinde de yaşanabilir. Buna Türkiye toplumu hep birlikte karar verecek. Fakat DTK’nın önerisi henüz olgunlaşmamış. Ekonomik modelleri çok ütopik bana göre. Komünlerden, liberal ekonominin reddine oradan yeni bir ekonomik modele doğru yeni bir modelden bahsediliyor. Rekabetçi yapıdan vazgeçmekten bahsediliyor. Kooperatifleşmeden bahsediliyor ama Türkiye’de sadece tarımsal kooperatifler başarı sağladı ama onun dışında bir başarıdan söz etmek mümkün değil. Dünya tek bir pazarken rekabetçi yapıdan vazgeçmek bana göre reel bir plan değil. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan Türkiye ekonomisine katkı Antep hariç yüzde 1’dir. Tüketilen petrolün yüzde 2’sini karşılıyor. Sadece bölgede enerji anlamında ciddi bir katkı var. Yılda 1.3 milyar dolar ekonomiye katkı sağlıyor. İnsanlar bu şekilde daha mutlu olacaksa bunlar olabilir. Ama ben gerçekçi bulmuyorum. Aynı zamanda öz savunmadan bahsediliyor. Bununla ne kastettikleri de anlaşılır değil. Yani bu başlık bir baskı aracına da dönüşebilir. Aslında, yerinden yönetimlerin daha güçlü kılınacağı modeller üzerine Türkiye’de bazı adımlar atıldı.
Mesela?
İl Özel İdaresi’nde yapılan değişiklikler. Şu anda nereye yatırım yapılacağına, merkezi bütçeden paylarına verilen parayı nasıl kullanacaklarına kendileri karar veriyor. İhalelerini ve denetimlerini kendileri yapıyor mesela. İşin içine muhtarlar da katılmış durumda. Bölgesel kalkınma için kalkınma ajanları var.
Bölgesel kelimesi tehlikeli bulunduğu için kaldırıldı sanırım?
Kalkınma ajansları, özellikle Almanya, İspanya ve İtalya’da başarılı olmuş yapılardır. Burada vali dışında seçilmişler yani belediye başkanı, il genel meclis ve ticaret odası başkanı da yer alıyor. Yerinden yönetimin güçlü olduğu bir idareye zaten adım adım geçiliyor. Ama daha önceki hükümetler döneminde çalışması başlatılan ve bu hükümet döneminde de geliştirilen Yerel Yönetimler Reform Tasarısı var ki o tasarı da aslında Türkiye’yi 17 bölgeye bölen yeni bir idari yapıdan bahsediliyordu.
Rafa kaldırıldı ama...
Rafa kaldırılmadı. Daha sonra DTK’nın demokratik özerklik talebi gündeme gelince, bu tasarının onların talebini karşılamak için hazırlandığı düşünülmesin diye hükümet tarafından donduruldu. Türkiye’nin 1991 yılında imzaladığı Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı var. Şerh koydu bazı maddelerine hükümet ama bu şerhi kaldırarak uygulamalıdır. Bunları aşmak zorundayız.
Taslağın dilini nasıl buldunuz?
Bugüne kadar belli bir merkezden kaynaklanan korkular var. Mesela, “Kürtler bölücüdür” ya da “şeriat gelecek” seklinde. Bu korkular giderilmiş gibi ama hala endişeler var. Mesela Kürt sorunu derken, bayrak derken bu hassasiyetleri de kaygılandırabilirisiniz. Türklerin endişelerine, Kürtlerin onuruna dikkat etmek lazım. Bu Kürtlerin bazı hak taleplerinden vazgeçmesi anlamında söylemiyorum. Talep ederken iyi bir dil kullanmak lazım.
Sein Fein lideri Gary Adams’ın “Çözümden kaçan savaşa ortak olur”cümlesini kullanmıştınız. Ateşkes sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu sürece herkesin katkı sunması gerek. Çok olumlu ve çaba harcanılması gereken bir süreç. PKK bu işin tarafı. AK Parti de, BDP de ordu da bir tarafıdır. Bu taraflar işi hem kolaylaştırabilir hem de işi zora sokabilirler.
Hükümet ne yapmalı?
Bu çatışmasızlık ve operasyonların durması önemlidir. Bundan sonra hükümetin adım atması diyalog kurması ve kararlı olması gerekiyor. Aslında bu süreçte BDP ile hiç görüşmeyen AK Parti BDP ile görüştü. Dolaylı müzakerelerin yapıldığını da biliyoruz. PKK ile ya da Abdullah Öcalan ile devletin ilgili kurumları diyalog içinde. Bunlar doğru adımlar. Bunların olması gerekiyordu. Bu konuda herkesin samimi olması gerek. Bu işi bozmak isteyen, provoke etmek isteyenlere fırsat verilmemelidir.
Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Liberal, muhafazakâr demokrat.
Aslında siyasetin de içinde uzun bir dönem yer aldınız. 1994-2008 yılları arasında DYP İl Başkanlığı yaptınız. Sağ bir gelenekten geliyorsunuz.
Evet. hâlâ da sağcıyım. Türkiye’deki solcuları gördükçe sağcı olmaktan da memnunum.
Eski genel başkanınız Çiller’in ismi basında yer alıyor. Tekrar siyasete dönebilir diye?
Hiç ilgilenmiyorum. Miadı dolmuş politikalarla dönmenin bir anlamı yok. Tansu Çiller dönerse elinde kalır parti. Çiller zihniyeti geride kaldı. Bu zihniyet zaten kendini dönüştüremediği için yok oldu. Ola ola Demokrat Parti Ergenekoncu oldu. Ergenekoncu zihniyet kaç kişiyse Demokrat Parti o kadar oy alır.
Ticaret Odası başkanlık seçimlerine girerken siz aslında üzerinde uzlaşılan bir isim olmakla beraber daha çok BDP’nin desteklediği bir aday olarak başkan seçildiniz. Sanırım bu referandum ile kırıldı?
Seçimde bir siyasi parti sizi destekleyebilir. Benim Ticaret Odası seçimleriyle alakalı adaylığımda daha çok BDP’den olmak üzere AK Parti’den milletvekilleri de beni destekledi. MHP İl Başkanı bile bana oy verdi. Yani bu ayrı bir şey. Biz kimseye bana oy verdi diye diyet borcu ödemek zorunda değiliz. Aday olduk, tercih edildik. Seçildiğim ilk gün ben siyaseti bu odanın içerisine sokmayacağımı söyledim. Bütün siyasi partilere eşit duruyoruz.
Askerlik hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben zorunlu askerliğin kaldırılması profesyonel askerliğe geçilmesinden yanayım. Daha etkin, güçlü, hareket kabiliyeti yüksek teknolojik bir ordunun daha iyi olacağını düşünüyorum.
Korucu var mı ailenizde?
Hayır. Koruculuğa karşıyız. İnsanlara da koruculuğu kabul etmemelerini söyledik. Bu sistemin doğru olmadığını savunuyoruz. Aile de aynı zamanda dağa çıkan da yok.
Siyaseti yenden düşünüyor musunuz?AKP ya da BDP’de siyaset yapmak aklınızdan hiç
geçmiyor mu?
Şu anda bağımsız siyaset yapıyorum. Parti siyaseti çok haz aldığım bir siyaset değil. Öyle bir hevesim ve düşüncem yok. Kendimi daha özgür hissediyorum. Bu benim tarzıma çok uygun değil. Ama BDP doğru savunduğunda doğru derim. Değişimi, reformlarını doğru bulduğum AK Parti’ye de desteklerim
CHP?
Önemsiyorum. Türkiye siyasetinin en köklü partisi. CHP’nin tavrı özellikle sorunların çözümü için çok önemlidir. Bugün CHP sorunların çözümüne katkı sunarsa bu iş çok daha kolaylaşır. Ama CHP’li değilim, hiç olmadım ve olmayacağım da. Sayın Kılıçdaroğlu ile sadece referandum sırasında telefonla konuştuk.
AKP’li ya da BDP’li değilim de diyor musunuz?
Ben hiçbir siyasi partiye üye değilim. Ama CHP’li olmayacağımı söyledim.
Kürdistan Federe Bölgesi ile ilişkileriniz nasıl?
İyi. Duhok ve Erbil Ticaret Odası ile kardeş ticaret odasıyız. Ayrıca da oradaki iş yapan firmalar ile irtibat halindeyiz. Sorunları ile ilgileniyoruz. Türkiye 6 milyar doları aşkın bir ticaret hacmine sahip orda. Bizim ticaretimizin de yüzde 55’i Irak’la. 50 bin Türkiyeli çalışan var. 20 bin Türkiyeli firma. Bugün bir referandum yapılsa Irak’a mı bağlı olmak istersiniz buraya mı diye eminim ki yüzde 90’ı Türkiye der. Yüzleri, gönülleri Türkiye’ye dönük. Avrupa kapısı olmadan çok, bence gönül bağları var. Yüz sene önce bir sınır yoktu.