T24 - Tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitiren Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı İlhan Selçuk'un, ölmeden önce, 580 yıl 5 ay hapis cezası istemiyle yargılandığı Ergenekon davası ile ilgili savunmasını hazırladığı ortaya çıktı. Selçuk'un, hasta yatağında el yazısıyla kaleme aldığı ve mahkemede okumayı planladığı ilk savunması Cumhuriyet gazetesinde bugün (3 Temmuz 2010) yayımlandı.
Engizisyon mantığı
İddianameye egemen olan engizisyon mantığı...
İddianamede savcılar İlhan Selçuk hakkında şunları yazıyor:
“Şüpheli İlhan SELÇUK, 1962 yılından beri Cumhuriyet gazetesinde fıkra yazmakta olup, kendisini solcu bir yazar olarak tanıtmakta, ilerleyen yaşı ve tecrübesi ile şu anda gazetecilik yapan birçok önemli şahsiyetin de ustası (üstadı) olarak görülmektedir. Zaten gazete çalışanları ve okurları tarafından kendisine “İlhan Abi” denilmektedir. Gerek basın camiasında gerekse iş dünyasında sözü sazı dinlenir, ağırlığı olan bir kişilik olarak tanınmaktadır.” (İddianame sayfa 1756)
“Şüpheli İlhan Selçuk’un söz konusu iddianameye konu suçlardan dolayı alındığı gözaltı sürecini anlattığı ‘Ziverbey Köşkü’ isimli kitabının 60. sayfasında:
‘Sözgelimi kendime soruyorum: Köşkte korktun mu? Yanıtlıyorum: Korkmaz olur musun!.. Korku insana özgü bir şeydir. Sen de kuşkusuz korktun, ürktün, kimi zaman ürküye (panik) bile kapıldın. Önemli olan korkuyu yenebilmektir.
Zirverbey Köşkü’nde karşımdakilerden değil, en çok kendimden korktum. Ya çözülürsem? Ya kişiliğime yakışmayan bir davranışa kayarsam? Ya paçavralaşırsam? Ya gerçekten teslim olursam? Soruların çengeli aklıma takıldıkça yüreğim sıkıştı...
Hem kendimi hem karşımdakileri dengeleyip yönlendirebilmek, işkenceyi bir düzeyde tutabilmek, sorgucu ile ilişkilerimi hem onun hem benim kabul edebileceğimiz bir çizgide sürdürebilmek, toy bir insanın yapabileceği bir şey değildir’ şeklindeki beyanları ile gizli örgütlenmenin en önemli öğesi olan ‘sır vermemek’ yani kendi söylemi ile çözülmemek için elinden gelen her şeyi yaptığını beyan etmiş olup, şüphelinin kişiliğini tanımamız açısından önemli görülmüştür.” (İddianame sayfa 1786)
Bu girizgâhtan sonra savcı şu ilginç fantezisini dile getiriyor:
“Şüpheli İlhan Selçuk, bahsi geçen iddianamenin (İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından yazılan 09.01.1973 tarihli iddianame) tanzimine neden olan suçlamalardan dolayı gözaltına alındığında yazılı olarak hazırlamış olduğu savunmasının içine akrostişler yerleştirmiş olup, her tümcenin sondan ikinci sözcüğünün baş harfleri yan yana getirildiğinde ‘işkence altındayım’ ibaresi ortaya çıkmıştır. Buradan şüphelinin (İlhan Selçuk’un) ne kadar uyanık ve zeki olduğu anlaşılmıştır. Ergenekon terör örgütü içindeki faaliyetlerinde de hiçbir zaman açık vermemeye çok dikkat ettiği, örgütün gizlilik ilkesine maksimum uyduğu anlaşılmıştır.” (İddianame sayfa 1786)
“Bundan 35 yıl öncesinde bu derece örgütçülüğünü ortaya koyan kişinin, geçen zaman ve edindiği tecrübeler de hesaba katılırsa, soruşturmamız kapsamında atılı suçları işlediğine ilişkin iletişim tespit tutanakları, aramalarda ele geçen malzemeler ve yazıları dışında, kendi ifadeleri ile olayın aydınlatılabilmesinin ne kadar zor olacağı açıktır.
Şüpheli ilhan Selçuk’un daha önce yargılanıp beraat ettiği bir davayı burada hatırlatmamızın nedeni, şüphelinin önceki sorgulamalarda ve ifadelerinde ne kadar tecrübeli ve profesyonel olduğunu vurgulamak içindir. Yoksa şüpheli hakkında daha önce kesinleşmiş bir hüküm bulunan davayı tartışmak değildir.
Şüpheli İlhan Selçuk cep telefonu kullanmamaktadır. Sabit telefondan yaptığı görüşmelerde de çok dikkatli konuştuğu, örgütsel yapıyı deşifre edebilecek her türlü söz ve tavırdan uzak durduğu tespit edilmiştir.” (Sayfa 1787)
‘Zeki, uyanık, tecrübeli’ olmak suç sayıldı
Yukarıda alıntıladığımız iddia metni Cumhuriyet devletinin hukuk tarihine ibretlik olarak geçecek bir içerik sergiliyor.
Bu gerçeği madde madde sıralayalım:
1. Sanığın eylemleri değil kişiliği yargılanıyor ki bu hukuk tarihinde ancak engizisyon devrinde bağnaz papazlardan oluşan bir mahkeme kurulunun ve Nazi Almanyası hukukunun uyguladığı yöntemdir.
2. İlhan Selçuk’un cep telefonu kullanmaması ilginç bir yorumla aleyhine kullanılıyor.
3. Aynı zamanda İlhan Selçuk’un “tecrübeli, uyanık, zeki” olduğu ve “açık vermemeye çok dikkat ettiği” ileri sürülerek kendisini suçlayacak delillerin neden eksik ve yetersiz olduğu konusunda mazeret beyan ediliyor. Daha başka deyişle savcı şöyle konuşuyor: - İlhan Selçuk hakkında yeterli delil yoktur, ama bu “tecrübeli, uyanık, zeki” olduğu içindir.
4. Bir insanın “zeki, uyanık, tecrübeli” olmasının suç sayıldığı bir savcılık kürsüsünde Türkiye Cumhuriyeti hukuk devleti olmaktan uzaklaşmakta, çağ dışına düşmektedir.
5. Ergenekon savcıları yapılan işin ve savunulan mantığın ne kadar insanlık ve hukuk dışı olduğunu bildiği için iddianamede şu açıklamayı da yapmak gereğini hissetmiştir:
“Şüpheli İlhan Selçuk’un daha önce yargılanıp beraat ettiği bir davayı burada hatırlatmamızın nedeni (...) şüpheli hakkında daha önce kesinleşmiş bir hüküm bulunan davayı tartışmak değildir.”
Oysa Ergenekon savcıları Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinde “kesin hükme bağlanmış” bir davayı düpedüz bir tartışma konusu yapmakta ve beraat etmiş bir yurttaşı suçlamaktadır.
Bu kadar önyargılı bir iddianamenin hukuk açısından ne kadar geçerli olabileceği sorusunun yanıtını yüksek mahkemeye bırakıyoruz. Ancak bir engizisyon papazının mantığıyla kişileri suçlamanın çağdaş hukuka ve Türkiye Cumhuriyeti yargısına ters düştüğü cümlenin malumudur.
Ergenekon savcısı 12 Mart olağanüstü rejiminin sıkıyönetim görevlisinden daha çarpık bir engizisyon mantığıyla insan suçluyor.