Köşesinde, hükümetin krize karşı takıntığı tutumu değerlendiren Referans gazetesi yazarı Seyfettin Gürsel ayrıca şu an Türkiye ekonomisini bekleyen riskleri sıralıyor. Gürsel’e göre durgunluğa giden yolda en kritik halkayı da kur sepeti şoku oluşturuyor.
“Bütünlük yok
Türkiye ekonomisinin karşı karşıya bulunduğu riskleri asgariye indirmek için bütüncül bir yaklaşıma ihtiyaç var. Oysa ekonomi yönetiminin gerek değerlendirmeleri gerek önlemleri oldukça dağınık bir manzara sergiliyor. Başbakan riskleri küçümsemeye devam ediyor. Ekonomiden sorumlu bakanlar "Etkileniriz ama çok fazla değil" diyorlar. İyi de nasıl ve nerede? Yanıtlar çok net değil. Önlemler de parça parça geliyor. Teşhis net olmadığından önlemlerin hedeflerinin ne olduğu tam olarak anlaşılmıyor.
Bir numaralı riski oluşturan kur şokundan başlayalım. Kriz öncesi dolar+euro sepetinin değerini 2.85 YTL alırsak, dün itibariyle bu sepet 3.56'yı buldu. Yüzde 26 değer artışına karşılık geliyor. Mayıs 2004 ve 2006 yılında yaşanan ani artışlarda Türk Lirası'nın değer kaybı yüzde 20'yi geçmemişti. Bu gelişmeleri şahsen Türk Lirası'ndaki aşırı değerlenmenin kaçınılmaz düzeltmeleri olarak değerlendiriyordum. Bu kez yüzde 20 sınırı tehlikeli bir şekilde aşıldı. Artık kur şokundan söz etmek doğru olur. Önlem alınmazsa şokun şiddeti artabilir.
Kurun üzerinde duruyorum çünkü durgunluğa giden yolda kritik halkayı oluşturuyor. Kur artışı enflasyon baskısı yaratarak para politikasını zorlaştırıyor. Faiz indirmek gerekirken Merkez Bankası hareketsizleşiyor. Pahalı döviz, yatırımları olumsuz etkiliyor. İşin kötüsü, geçmişteki düzeltme hareketlerinden farklı olarak bu kez büyümeye fazla bir katkı olmayabilir. Küresel durgunluk ortamında ihracat artışı değer yitiren Türk Lirası'na rağmen sınırlı kalacaktır. Kur artışı aynı zamanda döviz borçlusu olup yeterince ihracat yapmayan şirketlerin bilançolarını bozuyor. Buradan da arz yönlü durgunluk etkisi kaçınılmaz.
Kur riskine karşılık ekonomi yönetimi ne yapıyor? TCMB bankalar arası döviz piyasasının bloke olmaması için riskleri üstlendi, bir de döviz alımlarına son verdi. Bunlar yeterli olmayabilir. Hükümet ise Türklerin dışarıdaki efsanevi paralarını yurda çekmeye çalışıyor. Hesap sorulmayacak ve daha önemlisi stopaj kalkıyor. Ne kadar para gelir bilemem ama öyle anlaşılıyor ki hükümet cari açığın finasmanında bir sorun yaşansın istemiyor. İyi ama bunun için esas olan beklentilerin iyileştirilmesidir. Bunun yolu da iki şeyden geçiyor. Bir, IMF çıpasını yeniden tesis etmek. İki, riskleri gerçekçi bir şekilde değerlendirip kısa ve orta vadeli önlemleri içeren bir paket hazırlamak.
IMF ile anlaşma artık kaçınılmaz. Son günlerde sürekli ekonomi yönetiminin IMF ile prensipte anlaştıklarını ilan etmesini öneriyorum. Ama hükümet hâlâ gerekirse anlaşırız diyor. IMF'in küresel kriz ortamında anlamsız ölçüde sıkı maliye politikası üzerinde ısrar ettiğini sanmıyorum. Bana öyle geliyor ki hükümet IMF ile anlaşmadan acaba kaçabilir miyim arayışı içinde. Eğer yanılıyorsam, o zaman ciddi taktik hata var demektir. Çünkü kur şokunun faturası her geçen gün artıyor.
2009 bütçesi ekonomik konjonktürün gerçekçi bir değerlendirmesini yapmak için fırsattı. Öyle anlaşılıyor ki hükümet sanal bir iyimserliği tercih etti. 2009'da büyüme yüzde 5'ten yüzde 4'e revize edilmiş. Bu bence fazlasıyla iyimser. Yüzde 2 çok daha gerçekçi olurdu. Büyüme yüzde 4'e çekilince faiz dışı fazla hedefi de 0.5 puan aşağıya çekilmiş. Oysa bu sorun değil. En az 0.5-1 puan daha aşağıya çekilebilirdi.
Gerçek şu ki, 2009 yılında vergi gelirleri bütçe hedeflerinden daha fazla düşecek. Daha gerçekçi bir gelir tahminiyle kamu borç oranını sabit tutan, bu sayede daha yüksek bir bütçe açığı ile daha düşük bir faiz dışı fazlaya izin veren bir bütçe hazırlanmalıydı. Şimdi sözde sıkı ama gerçekçi olmayan bir maliye politikası vaat ediliyor. Tabii bu arada bir yapısal reform takvimi ve bu reformların bütçe açısından gerektirdiği maliyetin hangi kamu harcamaları kısılarak karşılanacağının da açıklanması gerekiyor. Böyle bir hazırlık var mı? Hazırlığı geçtim böyle bir anlayış var mı? Bilmiyorum.
21.10.2008 / Seyfettin Gürsel"