ALTAN ÖYMEN
(7 Mart 2012, Radikal)
İlk haberler şöyleydi: ‘Eğitimde reform yapılıyor’... ‘Zorunlu eğitim 12 yıla çıkıyor’... ‘Okul öncesi eğitimin de en az bir yılı zorunlu oluyor’...
Bunlar güzel haberlerdi...
Okul öncesi eğitimin bir yılı ile ortaöğretimin zorunlu hale getirilmesi önemli hedeflerdi. Altyapıları hazırlanarak gerçekleştirilmeleri çok iyi olurdu.
Çağımızda, dünyanın birçok ülkesinde de o hedeflere varılmasına çalışılıyordu. Bu, tüm çocuklarımızın en az 18 yaşına kadar, öğrenmeyi ve beceri edinmeyi sürdürmesi demekti ki, eğer başarılabilirse, toplumumuzdaki iyi yetişmiş insan gücü daha da artmış olacaktı.
Tabii, bunun için Meclis’ten bir kanun çıkması gerekliydi. Meclis’ten kanun çıkması için de, malûm, iki yol var. Biri, hükümetin -Başbakan’ın ve tüm bakanların imzalayacağı- bir ‘kanun tasarısı’ hazırlaması... Veya, bir veya birkaç milletvekilinin, kendi imkânlarıyla bir ‘kanun teklifi’ yazması...
(Meclis’in içtüzüğüne göre, birincisinin adı ‘tasarı’ oluyor, ikincisininki ‘teklif’. İki halde de, Meclis Başkanlığı’na sunuluyor. Başkan onu Meclis’in ilgili komisyonuna (veya komisyonlarına) gönderiyor. Komisyon, (veya komisyonlar) gerekli gördüğü değişiklikleri yaptıktan sonra, tasarı veya teklif Meclis Genel Kurulu’nda görüşülüp kanunlaşıyor.)
‘Hükümet işi’ değil ‘parti işi’
Konuyla ilgilenenlerin beklentisi, bunun Meclis’e hükümetin hazırlayacağı bir ‘kanun tasarısı’yla gelmesiydi. Bu, tüm milleti -çoluğuyla çocuğuyla- çok yakından etkileyecek bir eğitim projesiydi. Onu ülkenin uzman kadrolarını harekete geçirip en rasyonel şekilde oluşturmak, ancak hükümetin imkânlarıyla gerçekleşebilirdi.
Milletvekilleri de, eğer isterlerse, kanun teklifi yapabilirlerdi. Onlar da Meclis Komisyonu’nda, hükümetin tasarısıyla birlikte ele alınabilirdi. Ama esas metnin, hükümet tasarısı olması gerekirdi.
Konuyla ilgilenenler, önce bu beklentilerinde hayal kırıklığına uğradılar. Proje Meclis’e, hükümet tasarısı olarak değil, AKP’nin beş milletvekilinin imzasıyla ‘kanun teklifi’ olarak geldi. Yani, işin asıl sahibi olan ve onun uygulanmasının sorumluluğunu taşıyacak olan Milli Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere, hükümet, projenin hazırlık aşamasında rol almamıştı. O işi o beş milletvekili üstlenmişti.
Gerçi o beş milletvekilinin beşi de AKP’nin grup başkanvekilliği sıfatını taşıyordu: Ayşe Nur Bahçekapılı, Mustafa Elitaş, Nurettin Canikli, Mahir Ünal, Ahmet Aydın.
Yani, düz milletvekili değildiler. Partileri açısından ‘rütbeli’ milletvekiliydiler. Ama o rütbeleri taşımaları, durumu değiştirmiyordu. Üstelik şöyle bir sakınca taşıyordu. Böylece, tüm milleti ilgilendiren ve milli bir konu olması gereken o ‘milli eğitim projesi’nin aslında bir ‘parti işi’ olduğu, resmen de vurgulanmış oluyordu.
Haydi diyelim ki, bu, şekille ilgili bir konu, biz teklifin metnine bakalım... Ancak o metne bakmak, teklifle ilgilenenlerin hayal kırıklığını daha da artırıyordu. Metinde, okul öncesi öğretimin de mecburi hale getirilmesini sağlayabilecek kurallar yoktu. Bunlar, ortaöğretim konusunda da eksikti.
Alt komisyondan sonra
Ayrıca, teklif, 8 yıllık mecburi ilköğretimi 4’er yıldan ikiye bölüyordu ki, o bölünmeyle ilgili değişikliklerin çok olumsuz gelişmelere yol açabileceği görülüyordu.
Bunlar ve teklifteki daha başka birçok sakınca, kamuoyunda pek az tartışılabildi. Çünkü teklifin bir an önce komisyonda görüşülüp Meclis’e sunulması isteniyordu.
Komisyonda görüşmeler bu acelecilik havası içinde başladı. Fakat, AKP’lilerin çoğunlukta olduğu komisyonun bazı AKP’li üyeleri bile, daha ilk görüşmede şunun farkına vardılar: Teklif o haliyle kanunlaşırsa, eğitimimiz, bir kaos dönemi içine girebilirdi. ‘Mecburi eğitim’in, 12-13 yıla çıkması bir yana, fiilen dört yıla inmesi gibi bir manzara ortaya çıkabilirdi.
Komisyonda bu yüzden bir alt komisyon kuruldu. Teklif metninde bazı değişiklikler yaptı. Raporunu sundu. Şimdi bunlar ana komisyonda görüşülüyor. Fakat şu görülüyor: Alt komisyonun yaptığı değişikliklerden bir kısmı ilk metindeki bazı sakıncaları giderse bile, bazısı yeni sakıncalar getirmektedir.
“Dünya gider Mersin’e”
Sakıncalardan en önemlisi, 8 yıllık ilköğretimin ikinci bölümünde, öğrencilerin seçmeli dersler yoluyla, mesleki açıdan yönlendirilmek istenmesidir. Bu konuda neler yapılacağı bakanlığın takdirine bırakılıyor. Fakat dünyanın gerçeği bellidir. Gelişmiş ülkelerde artık meslek öğrenimine yönelecek olanların da, meslek seçiminden önceki temel eğitimlerinin yeterli olmasına daha fazla önem veriliyor. Çünkü bilimsel araştırmalar gösteriyor ki, yeteneklerinin ne olup ne olmadığı belirginleşmeden bir mesleğe yönelenlerin veya buna zorlananların önemli bir kısmı, sonradan bundan pişman olabiliyorlar. Meslek değiştirmek isteyebiliyorlar. Ama temel eğitimleri yetersizse bunu başaramıyorlar. Bu yüzden onların, başka mesleklere de geçmelerine imkân verecek bir genel altyapıyla donatılmaları büyük önem taşıyor.
Komisyonda görüşülmekte olan teklif ise, bunun tam tersine bir gidişin başlangıcını oluşturma yolundadır.
Sadece Meclis içindeki muhalefet değil, birçok sivil toplum örgütü ve birçok eğitimci, bu gidişin olumsuzluğunu anlatmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama Meclis çoğunluğunu yönetenlerin onlara kulak vermelerini umut etmek kolay değil.