Ekonomi

Eğilmez: Türkiye, daha geri planda olsa da kur savaşlarının içinde

Mahfi Eğilmez yayınladığı yazısında 'kur savaşları'nı tetikleyen iktisadi politikaları ve Türkiye'nin mevcut stratejisini inceliyor

23 Şubat 2013 15:31

Ekonomi Profesörü Mahfi Eğilmez hakkında spekülasyonların gittikçe arttığı "kur savaşları"nı mercek altına aldı. Japonya, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin, para birimlerini değersiz tutarak diğer ülkelerin ekonomik çıkarları pahasına kendi cari açıklarını kapatma girişimlerine AB ülkelerinden tepkilerin arttığını belirten Eğilmez, Türkiye'nin ise kur savaşlarında arka planda olmakla beraber yer aldığını söylüyor.
 
İşte Mahfi Eğilmez'in kendi sitesinde yayınlanan yazısı:
 
 
Ekonomide bebek sanayiler tezi diye bir tez var. Bu teze göre bir ülkede yeni kurulmuş bir sanayi dalı uluslararası rekabete açılmadan önce bir süre gümrük vergileriyle veya kotalarla ya da başka yollarla korunmalıdır. Aksi takdirde henüz gelişemeden uluslararası rekabete açılırsa ayakta kalamaz, yıkılır. Bu tıpkı bir erkek aslan yavrusunun başlangıçta annesinin yakın koruması altında kalması gibidir. Büyüyüp, geliştikten ve başkalarıyla rekabet edebilecek aşamaya geldikten sonra sürüden ayrılır ve kendi sürüsünü oluşturmaya çalışır. .
 
Ekonomide bir de İngilizcesi beggar thy neighbour olan bir uygulama var. Türkçeye “komşudan dilenme” olarak çevrilebilir. Bu politikanın özü korumacılık uygulamalarına dayalıdır. Ödemeler dengesi sıkıntısı çeken, ya da başka bir ekonomik dengesizlikle karşılaşmış olan bir ülke bu dengeleri, başka ülkelerin ödemeler dengesini ya da başka ekonomik dengelerini bozacak bir takım düzenlemelerle düzeltmeye çalışıyorsa buna komşunan dilenme politikası adı veriliyor. Örneğin yüksek ithalatı nedeniyle cari açık veren bir ülke, ithalatını düşürmek için kota, tarife, ya da kur düzenlemelerine girişiyor ve bunların sonucunda ödemeler dengesini başka ülkelerin dengelerini bozacak şekilde düzeltmeye çalışıyorsa uyguladığı bu politikaların tümü bu adla anlıyor.
 
Bebek sanayiler yaklaşımı ithal ikamesi modelinin bir parçasıdır. Bir malı ithal edecek yerde ülke içinde imal etmek için o malın ithalatını kısıtlayıcı önlemler uygulamak biçiminde kendisini gösterir. Eğer ekonomide bir veya birkaç mal için böyle bir uygulama söz konusuysa gümrük vergileri ya da kota uygulamaları bu amaca hizmet eder. Eğer ekonominin tümü için böyle bir uygulama söz konusuysa o zaman bunlara ek olarak kur düzenlemeleri gündeme gelir. Bu düzenlemeleri geçmişte Türkiye’nin de aralarında olduğu pek çok ülke uygulamıştır. Günümüzde bu uygulamayı en yaygın yürütenlerin başında Çin ve Hindistan geliyor. Her ikisi de paralarını dolara karşı çok düşük değerde tutuyor ve bu yolla ithalatlarını kısıtlarken ihracatlarını artırıyorlar. Başlangıçta sanayilerini yeni kurduklarında bu politikaları hoş görülüyordu. Ne var ki bugün artık ikisinde de bebek sanayiler gelişti, hatta bazıları birer dünya devi haline geldi. O nedenle bu iki ülkenin uygulamayı ısrarla sürdürdüğü düşük kur politikasına tepkiler giderek artıyor.  
 
Japonya, komşudan dilenme politikasını son dönemde uygulamaya koyan en önemli örnek. Son 20 yılda yaşanan birçok gelişme Japon ekonomisini geriye düşürdü. Para basmayı denedi olmadı, gevşek maliye ve para politikası denedi olmadı. Sonuçta kamu borcunun GSYH’nın % 250’sine, bütçe açıklarının GSYH’nın % 10’una gelip dayandığı bir aşamaya gelmesine karşın ekonomisini canlandırmayı başaramadı. Buna karşın Japonya cari fazla vermeye devam ediyor. Son birkaç yılda Japon Yen’i bütün para birimlerine karşı değer kazandı. Japonya’da yeni hükümet işbaşına gelince ilk işi Yenin eski haline gelmesi için önlemler almak oldu.  Bu durumda Japonya’da ihracat ucuzlarken ithalat pahalı hale geliyor. Ticaret ortaklarının aleyhine bir düzeltme sağlamaya çalıştığı için Japonya’nın bu uygulaması tipik bir komşudan dilenme politikası olarak kabul ediliyor.  
 
Japonya’nın Yen’in değerini düşürmeye yönelik olarak izlediği politika kur savaşları diye adlandırılan durumu ortaya çıkardı. Aslında kur savaşları öteden beri vardı. Yukarıda verdiğim örnekte Çin ve Hindistan’ın bebek sanayi sorununu aştıktan sonra da kurlarını düşük tutmaları kur savaşlarının süregelen örneğiydi. ABD, yıllardır Çin’i bu konuda uyarıyor ve Çin, ABD’yi zaman zaman kuru düzelteceğini söyleyerek zaman zaman da Dolar rezervlerini Euro’ya veya altına çevireceğini ya da ABD Hazine tahvillerini satacağı yolunda yarı tehdit içeren açıklamalar yaparak ABD’nin baskılarını püskürtmeyi başarıyordu. Ne var ki bu kez Japonya’nın kuru kullanarak ekonomisini öteki ülkelerin dengelerini bozma pahasına düzeltmeye girişmesi, kur savaşlarının çapını artık katlanılabilir olma sınırının ötesine taşımış gibi görünüyor. Bu girişime en açık tepki Fransa’dan geldi.   
 
Şimdilerde en büyük korku Avrupa’nın kur savaşlarına girip girmeyeceği. Fransa, Euro’nun son dönemde kazandığı yüksek değerden oldukça rahatsız görünüyor. Buna karşılık Almanya Euro’nun Dolar karşısındaki değerinin 1,30 ile 1,40 arasında salınmasından rahatsız olmadığını söylüyor. Son zamanlarda ekonomi konularında Avrupa’da sıklıkla rastlanan bir başka uzlaşmazlık noktasındayız.  
 
Kapitalizmin en önemli kabullerinden birisi uluslararası ticaretin artmasının genel ekonomik refahı artıracağı kabulüdür. O nedenle kapitalist ekonomik yaklaşımlar uluslararası ticaretin savunucusudur. Genel olarak korumacılık önlemleri adı altında toplanabilecek olan bütün bu yaklaşımlar bu kabulün işlemesini engelleyici yaklaşımlar olarak sınıflandırılıyor. Korumacılık önlemlerinin doruk noktasına çıktığı dönemler ikinci dünya savaşı dönemi ve sonrasıdır. O nedenle Bretton Woods’da geliştirilen yaklaşımla ödemeler dengesi sorunuyla karşılaşan ülkelerin korumacılığa girişmek yerine IMF’den destek almaları öngörülmüştür. Savaş sonrasında gelişme yolundaki ekonomilerin, bebek sanayilerini ithal ikamesi uygulamasıyla korumalarının bozucu etkilerini hafifletmek için Dünya Bankası kredileri devreye sokulmuştur.
 
Bugün geldiğimiz aşamada yani küreselleşmiş bir sermaye akımları sistemi altında çıkabilecek bir kur savaşının nasıl çözümlenebileceğine ilişkin bir altyapı henüz bulunmuyor. Sistem değişti ama kurumlar ve yaklaşımlar henüz değişmediği gibi sistem değişimine de ayak uyduramadı.

Ve Türkiye

 
Türkiye, tarihi boyunca kur savaşlarının içinde oldu. 1930’lardan 1980’lere kadar sabit kur rejimine dayalı bir ithal ikamesi modeli uyguladı. Bebek sanayilerini korumaya aldı. Gümrük vergileri, kotalar, ek vergiler (fonlar), ihracatta vergi iadesi ve diğer sübvansiyonların hemen hepsi uygulandı. Ama ne yazık ki o bebek sanayilerin çok azı dünya çapında oyuncu yetiştirebildi. Türkiye, bütün o korumacılık deneyimine karşın dünyaya kendi markalarını çıkaramadı. 1980’lerde model değişikliğine gidildi. Bu kez koruma duvarları yavaş yavaş kaldırılarak serbest kur rejimiyle birlikte ihracata dönük büyüme modeline geçildi. 1980’lerde model değişikliğine gidilirken korumacılık döviz kuruna dönük hale getirilerek biçimlendirildi. Türkiye, 1980’lerden 2000’lere kadar, TL’yi değersiz tutarak, ihracatı destekleyen, ithalatı kısıtlayan bir döviz kuru politikası izledi. Bu aşamada da dünya çapında markalar yaratılamadı. Bugün uygulanan model daha da farklı bir durumu yansıtıyor. TL’yi ne çok düşük değerli ne de aşırı değersiz tutmak hedeflenmiyor. Çünkü TL değersiz olursa belki ihracat artıyor ve ithalat düşüyor ama bu kez de GSYH ve diğer göstergeler düşük çıkıyor. TL aşırı değerli olursa tersi çıkıyor. Bu çerçevede Türkiye, TL’nin hafif değerli olduğu bir politika izliyor. Yani Türkiye, daha geri planda olsa da, kur savaşlarının içinde bulunuyor.