07 Mart 2017 10:40
7 yıl hapse mahkûm edildiği dosyasında yer alan polisler, savcılar, hâkimler ve Yargıtay üyelerinin 'FETÖ' suçlamasıyla tutuklandığını belirten 36 yaşındaki yazar Hüseyin Edemir, "Önce adalet istiyorum sonra hayatımı istiyorum. Bu kararı verenler FETÖ'cüyse, 'kandırıldık' deniyorsa benim yeniden yargılanma hakkımı vereceksiniz. Hayatımdan 7 yıl 1 ay çaldılar. Doktoramı bitirirdim çoktan. Baba olurdum" diye konuştu.
Hüseyin Edemir'in Cumhuriyet'ten Hilal Köse'ye verdiği söyleşi şöyle:
Yazar Hüseyin Edemir. 36 yaşında. Akademisyen olacaktı. ODTÜ ve Humbold Üniversitesi’nde yüksek lisans öğrencisiydi. Nişan günü tutuklandı. DHKP-C üyeliğiyle suçlandı. Balyoz davasına bakan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandı. 1.5 yıl hapis yattı. Aslı bulunmayan, on yıl öncesinin iki bilgisayar çıktısıyla hüküm giydi. 6 yıl 3 ay hapse mahkum edildi. Ardından, babasını, halasını, babaannesini, avukatı Kısmet Tav’ı kaybetti. 5 yılı aşkın bir süredir kaçak. Bu sürede, C-84 ve Aşağıdan adlı iki roman yazdı. Şimdi, öykü kitabını bitirmek üzere. Son TÜYAP’ta imza günü bile düzenledi. Suriyelilerle yük taşıdı. İki kez kıl payı GBT’den kurduldu. Bedelli askerlik yaptı. Binbir güçlükle hayat kurduğu Sevgi’yle boşanıyorlar. Dosyasındaki polisler, savcılar, hakimler ve Yargıtay üyeleri 'FETÖ' tutuklusu. Geçen hafta mahkemeye başvurdu. Yeniden yargılanmak istiyor. Adalet istiyor. Hayatını istiyor. Özür bekliyor. “Bir insanın hayatı çalınabilir mi? Ve bu işkence halinin ne kadar daha süreceğine dair fikrimiz yok. Beş yıl sonra Facebook’u açınca arkadaşlarımın çoğunun hoca olduğunu, evlendiğini, kiminin anne baba olduğunu görünce çok tuhaf oldum. Hayat akıyor, beni çıkardılar o hayattan” diyor. Edemir’in davasını daha önce de yazmıştık. Yıllar sonra yeniden buluştuk. Uzun bir söyleşiden süzülüp gelenler işte bu satırlarda...
- Akademisyen olacaktın sen...
ODTÜ Tarih’ten mezun olur olmaz, Berlin’deki Humbold Üniversitesi’yle ortak bir program açıldı. Türk Alman Sosyal Bilimler Yüksek Lisansı. Alevilik tarihinin nasıl yazıldığı üzerine çalışmak istiyordum. Benim için bir rüyaydı. Doktoramı da Almanya’da yapıp akademik hayatıma devam edecektim.
- Nişan hazırlığı için çıktın ve gözaltına alındın... O günü anlatır mısın?
Davetiyeler dağıtıldı. Yer tuttuk. Nişan elbiselerimizi aldık. Sevgi’ye siyah elbise, bana da siyah kravat almıştık. Aileler ‘Siyah giyilmez’ deyince, elbiseyi beyazıyla değiştirdik. Ben tekrar çıktım, beyaz kravat arıyordum bir arkadaşımla. Resmi polisler GBT sorgulaması için durdurdu... Öylesine uzattık kimlikleri. Bana ‘Sizin karakola gelmeniz gerekiyor’ dediler. Nedenini söylemediler. Karakolda, hakkımda dava açıldığını ve arandığımı öğrendim. Ama ben ‘Sabah duruşmadan çıkar, tıraş olur, giyinir, nişana yetişirim’ diyordum. Kimseye bir şey söylemedim. Mahkemede tutuklama kararı çıktı.
- O an ne hissettin?
Şok oldum. Mahkemede bile aslında neyle suçlandığımı öğrenemedim. Karakoldan Beşiktaş DGM’ye zaten abimle geldik. Geç kalmayalım diye. Yanımıza bir polis verdiler. Hatta o polis ‘Dönüşte beni de bırakın’ diyordu. Düşünün ki DGM bahçesinde sahilde üçümüz oturduk, çay içtik, simit yedik, güldük eğlendik. Tutuklama kararını duyunca aklımı yitirme noktasına gidiyorum, kendime ‘dur sakin ol, bir şeyler düşün’ diyorum. Telefonumu karakoldan çıkarken vermişlerdi. Sevgi’yi aradım. Misafirler toplanmış, yemekler pişirilmiş artık oğlan tarafını bekliyorlar.
- Ne dedin Sevgi’ye?
Sevgi’ye hep telefonda şakalar yapardım. Başka biri gibi konuşurdum. Canım sıkıldıkça, ‘bir mahpusun karısı daima iyi şeyler düşünmeli’ diye mesaj atardım. İlk zamanlar komik cevaplar verirdi, sonraları umursamıyordu artık... ‘Soğukkanlı ol sana bir şey diyeceğim, tutuklandım’ dedim. 2010’un Ocak ayı idi.
- Sonra?
Abimin arabasına bindik, karakola döndük. Polis, ‘Bu sefer kelepçeyi takacağım kusura bakma’ dedi. Kapıda Sevgi vardı. Kitap getirmişti... Kelepçeli kolumla sarılmaya çalıştım... Sonra annem, babam geldi... Akşam hapishaneye götüren polislerden biri liseden bir alt dönem arkadaşım çıktı. Öğretmenlik okumuştu. İkimiz de üzüldük tabii...
- Cezaevi günleri nasıl başladı?
Metris’te bir ay hücrede kaldım. Metris benim için çok kötüydü. Olayı idrak edemiyordum. Sevgi geliyor, ailem geliyor, çok üzgünler. Okula devam edebilecek miyim diye düşünüyordum. İlk dönem bitmişti. Notlarıma cezaevinde bakmıştım, iyi bir ortalamam vardı... Tekirdağ’a götürdüler sonra. Orada iddianameyi okudum. İki sayfalık iddianame. Birinci sayfada kimlik tespiti var. 1999, 2001 yılından iki delilden bahsediyor. Bir delil 11 yıllık, diğeri 9 yıllık. İddianameme gülenler, boşuna hücre işgal ediyorsun diyenler vardı.
- İlk duruşmada neler oldu?
Beş ay sonra mahkemeye çıktım. Suçumu öğreneceğim, savcı ve hakimler sorular soracak, ben kendimi savunacağım, avukatım savunacak zannediyordum. Transkriptimi de verdim onlara. ‘Derslerim iyi, bırakın eğitimime döneyim’ dedim. Bana hiç soru sormadılar, söz vermediler. Savcı, tutanağa yazdırmaya başladı: ‘Zaman aşımı yaklaşıyor, sanığın bir an önce cezalandırılmasını istiyorum...’ Ne diyor bu adam? Burası Türkiye. Davalar 20 yıl sürer. Delilleri bir incele... O kadar can sıkıcıydı ki. 10 yıl boyunca dava açmamış savcının, acelesi tuttu. Savaş Kırbaş. Şu an FETÖ’den içerde. Mahkeme heyetinin, kötü niyetli olduğunu o duruşmadan sonra anladım.
- Deliller neydi?
1999 yılında örgüte özgeçmiş verdin diyorlar. 2001 yılında bir dergi bürosuna baskın yaptık, orada senle ilgili yazışmalar çıktı. ‘Biz Hüseyin’i tanıyoruz, öğretmenlerle aramızda bağ oldu, para almamıza yardımcı oldu’ gibi bir not. Kim tarafından yazıldığı belirsiz fotokopi çıktılar. Bu delillerin hiçbirinin benimle doğrudan alakası yok. Benim üzerimde ya da evimde yakalanmamış. Zaten hiçbir zaman evim aranmadı. Bu belgeleri görmek istediğimizde ‘Hollanda ve Belçika ele geçirdi’ dediler. Var mı yok mu bilmiyoruz.
- Ne olup bittiğini anlayabildin mi dava sürerken?
Mahkemenin bir niyetle hareket ettiğini çok sonradan anlayabildik. Kötülüğün bu kadar örgütlü olabileceği benim aklıma gelmemişti. Bana taktılar ama bırakırlar diyordum. Onların gözünde kimim ben? 6 çocuktan tek okuyan benim. Ailem zengin değil. Bir öğrenciyim. Tutuklandığımda sesim de kesilir her şey biter. Öyle de oldu. Hiçbir talebimizi kabul etmediler. ‘Dijital verileri görelim’ diyorum. Hiçbir zaman göremedik. Emniyet’e sordular: Elinizde bu deliller var mı? Yanıt: Evet var. Ama bu kadar. ‘Evet’ diyen polis müdürü darbe girişiminden önce hapse girdi.
- Tahliyen nasıl oldu? Ceza almayı bekliyor muydun?
Beş duruşma geçti. 2011 Haziran’dı. Savcı Kasım İlimoğlu, ‘bunlar delil değil dedi. Delil olsa bile zamanaşımına uğramış’ dedi. Mahkeme, mahkum etti. Hem ceza, hem tahliye. Sevinemedim bile... Duruşmalar sonrasında hep üzülürdüm. Hayallerimin peşinden koşmaya devam ediyordum. Umudunu kesiyorsun ister istemez.Artık anlamıştım.Karşımdakiler düşman hukuku uyguluyorlar. Kararı okurlarken, üç tane yargıcın gözüne sırayla bakmaya başladım. Hiçbiri benim gözüme bakamadı biliyor musun? Bir tek savcı bakabiliyordu bana, müthiş bir hüzün vardı gözünde. Bu karar planlıymış programlıymış, savcı buna karşı mücadele ediyormuş.
- 15 Temmuz’dan önce mi vardın bu kanıya?
Evet. Haberlerden vardım. Bir gün bir hocam aradı, ‘senin karar onanmış’ dedi. 2012 Ekim’de onanmış, biz kasım ayında öğrenmiş olduk. Cihan Haber Ajansı geçmiş: Dijital veri delildir. Balyoz’a emsal karar. Ertesi gün Zaman gazetesinde Kadir Kökten imzalı çok geniş bir haber vardı. Kadir Kökten bu davayı nereden biliyordu? Daha önce hiç haber yapmamış. Yakın bir zamanda Kadir Kökten’le ilgili haber okudum. FETÖ’nün Balyoz ve Ergenekon’u manipüle etmek için görevlendirdiği kişi diye. Niye yargıya taşınmadı bu iddia bilmiyorum.
- Onama kararını öğrendikten sonra ne yaptın?
2012’nin Ekimi... Bu davanın Yargıtay’dan döneceğine herkes o kadar inanıyordu ki... Hapishaneye geri dönmemeye kararlıydım. Kaçmayı düşündüm açıkçası. 17-25 Aralık’tan sonra cemaat AKP yarılması bazı şeylerin ortaya çıkmasına neden oldu. O zamana kadar hep yurt dışı vardı kafamda.
- Neden yurtdışına kaçmadın?
Çünkü kaçmak manasını yitirdi. Olaylar peş peşe kötü oldu. Halamı, Sevgi’nin babaannesini kaybettik. 16 Ocak 2013’te babam gitti. Acı bir şeydi. Babam öldükten sonra defterini bulduk. İçinden geçenleri, şiirler yazmış. Hep benden bahsetmiş. Üzülmüş. Cenazesi Ardahan’a gitti. Gidemedim cenazeye. Gitsem alınırım diye düşündüm. Akciğer kanseriydi. Son anlarında bir kaçkez görebildim. Hastalığında benim de payımın olduğunu hissettim. Ağlayamıyorsun, sınırlı mekandasın. İşte o an yazmaya karar verdim. Bilgisayarımda word yok. Özgür bir insanın yarım saatte halledebileceği işi üç ay halledemedim. O sırada çevremize de yurtdışına çıktığımı söyledik. Aşırı hüzün, insana plan yaptırmıyor. Bir yıl sonra da Sevgi’yle ayrıldık. Boşanma davamız sürüyor.
- Neden ayrıldınız?
Bu adamlar beni tutukladıklarında nişanlımdan ayırdılar, cezamı onayarak eşimden ayırdılar. Sürekli bir stres, baskı hali. İnsanlar acıları yaşadıkça güçlenir lafına katılmıyorum, acılar hep bir şeyler götürüyor. Yalnızlaşma hali de oldu. Hiç arkadaşım kalmadı.. Telefon açıyorsun dönmüyorlar, korkuyorlar, yollarını değiştiriyorlar. Şu an bir tek kişi var görüşebildiğim. Başıma gelen birkaç iyi şeyden biri de bedelli askerlik yaptım. Bir tanıdıktan borç aldık, 18 bin TL’yi yatırdım. Çünkü çok korkuyordum, dosyam arkamdan gelir, kaza kurşununa giderim diye.
- Yeniden yargılamaya başvurdun. Şu anki tespitin ne?
Mahkeme, Balyoz gibi davaların önünü açmaya çalışıyordu. Sadece dijitalin delil olarak kabul edildiği ilk dava benim davam. Hep Balyoz davasının bir adım önünde koşturdular. Önce adalet istiyorum sonra hayatımı istiyorum. 10 yıl da geçse ben bunu söyleyeceğim.
- AİHM’ye başvuruyu neden yapamadın?
Özel yetkili mahkemeler kapatıldıktan sonra dosyayı aylarca bulamadık. Son anda dilekçemizi gönderdik ama imzasız göndermişim. Evrakları tekrar gönderince Noel tatiline denk geldi. Kısmet hanım o dönem çok hastaydı, kanserle savaşıyordu. Kaçak göçek yapıyorum her şeyi. Hayatta kalmaya çalışıyorum. İzole yaşıyorum. Teknolojinin dışındayım. Benim ilk şanssızlığım tahliyemi isteyen mahkeme başkanının alınmasıydı zaten. Savcı kararı temyiz edecekti. Yerine gelen savcı Adnan Çimen, temyiz dilekçesini geri çekti. Çimen de FETÖ tutuklusu. Sınırı geçerken yakalandı.
- Dosyana bakan savcılar, hakimler tutuklanınca ne düşündün?
Sizin yanınıza da kalmadı dedim. Artık yatsam da üzülmeyeceğim. Başıma gelenlerin, bir nefret çetesi tarafından organize edildiğinin ortaya çıkması beni mutlu ediyor. Benim davamı bir araç haline getirdikleri artık ortaya çıktı. Davam, Balyoz davasının bir örneği haline bilerek getirilmiş bir davadır. ODTÜ Tarih’teyken de cemaatçilerin iki yüzlü tavırlarını görürdüm. Tepkiliydim. Sızıntı dergisi odama giremezdi. Belki de istihbarat ağı yoluyla fişlemişlerdi beni o günlerde. Belki de takip ediliyordum. Yıllarca telefon, mail kullandım. Hiçbiri dosyaya konulmamıştı.
- Nasıl baş ettin bu kadar şeyle? Film gibi...
Kendimi çok yorulmuş hissediyorum. Çok haksızlığa uğramış hissediyorum. ‘Bu kadar acı çekiyorum ama başkaları nasıl tepki koymaz, mahkeme heyeti nasıl görmezden gelir’ diyorum. Belki de beni yine alıp götürecekler hapse koyacaklar, umurlarında olmayacak. Bu sineye çekilebilir bir şey mi?
- Röportaj vermeye nasıl karar verdin?
15 Temmuz’dan sonra Facebook’u kullanmaya başladım. Yapamıyorum bir sürü şeyi. Hayat gidiyor ben seyrediyorum. Ailevi mesele yüzünden ihbar edilmekle tehdit edildim. Ailem de yoruldu. Altı kardeşiz, hepsi evli çocuklu. Bu söyleşiden sonra polisler kapıya dayanırsa diye bir çanta da hazırladım.
- İki yıl yatıp çıksan daha iyi olmaz mıydı?
Bir şey yapsan yatayım çıkayım dersin tamamen haksızcaysa sindiremiyorsun. Şimdi yapılacak iş var. Bu kararı verenler FETÖ’cüyse, ‘kandırıldık’ deniyorsa benim yeniden yargılanma hakkımı vereceksiniz. Hayatımdan 7 yıl 1 ay çaldılar. Doktoramı bitirirdim çoktan. Baba olurdum. Ömer Diken mahkeme başkanıydı. Şimdi tutuklandı. Kendisini takip ediyordum. Duruşmalarına gitmeyi çok istiyorum. Bana karşı da bir suç işledi Ömer Diken.
Sürekli birilerinden para almak çok can sıkıcı. İş bulmaya çalıştım tabii... Gittim bir temizlik şirketine. Adam tutturdu sigortanı yapacağım diye. ‘Kardeşim istemiyorum’ diyorum. Akıl veriyor, ‘Bak yarın öbür gün emeklilikte lazım olur...’ Bir gün baktım bir yerde sunta taşıyorlar. ‘Eleman lazım mı abi’ diye gittim. Çalışanlar hepsi Suriyeliydi. Günlük, Suriyeli’lere 30, bana 40 lira. 13-14 saat fiziki çalışma. Durmak yok. Öğlen ekmek arası yeşillik, biraz da tavuk serpiştiriyorlar. Buz gibi. Bazı günler ayran da oluyor. Neye üzülürsün? Sömürünün bile sınırı aşılmış durumda. İş oldukça çağırıyorlar böyle işlerde. Bir buçuk yıl ara ara işe gittim.
Annem FETÖ diyen ilk kişi. Duruşmada bağırıyordu: Oğlumu attığınız yere siz düşün. Anam hapisten çıktıktan sonra da sabah akşam beddua etti. Anneme ‘yeter’ diyordum. ‘Yok, onlar oraya girmezse benim içim rahat etmeyecek’ diyordu. Babamı da bu stres çökertti. Sapasağlamdı. Ben hapisteyken göz doktoruna gitmiş, doktor ‘amca senin bir şeyin var’ demiş. Babam farklı bir adamdı. İlkokulu bitirmişta ama öğrenmeye çok önem verirdi. Annem söyledi sonra, ‘keşke Hüseyin’i de okutmasaydık’ demiş.
Bir gün kolumdan bacağımdan tuttular, çuval götürür gibi ring aracına attılar. Biri vurmaya çalışıyor, ben bağırıyorum, tükürüyorum. Edirne’ye götürüyorlar. Yılbaşı günüydü. Araçta Ulvi ve Murat da vardı. Tanıştık. Orada hücreye atıldık. Semaver var ama çay yok. Sağa sola bağırdık, olmadı. Kuru çay ulaştırdılar. Yılbaşını çayla kutlayacağız. Murat ve Ulvi harıl harıl temizlik yaptı. Benim umurumda değil. Çayı yaptık, bardak yok. Karavanaya doldurduk, kaşıklamaya başladık. Hapishanede de olsa insan yılbaşında özel bir şeyler yapmak istiyor. Tekirdağ’da kuruyemiş, meyve hazırlığımız vardı. Kola içecektik, televizyonun karşısına geçecektik (gülüyor)
Hücrede kalmak zor iş. Hücreyi anlatmak daha da zor. İnsanın ruhuna sinen bir şey var, anlatıyorsun ama bitmiyor. Tam olarak anlatabildiğine kendini ikna edemiyorsun. Kapı var ama o kapıyı başkası açabiliyor.İçerden açamazsın asla. Bir sürü şeyi düşünüyorsun, insani evrensel değerlere inancını yitiriyorsun. Hükümlü gün bekliyor, tutuklu ise daha sancılı. Tutukluların o durumuna isim takmışlar. Mahkeme tribi diyorlar. Duruşmalara geleceksin. Aç susuz ringe biniyorsun sabahın köründe. Beşiktaş özel yetkilide nezaret sıkış tıkış kalabalık. En çok şuna öfkelendim. Yazın sıcağı Ağustos ayı, o nezarethane öyle bir dolu ki. Ayakta yer bulamıyorsun kendine. Nefes alamıyorsun, ordan duruşmaya gittim. Ama Ömer Diken duruşmada söz vermedi. O nezaret başlı başına insan haklarına aykırı.
© Tüm hakları saklıdır.