09 Mayıs 2011 03:00
T24 - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın en yakın çalıştığı birkaç isim arasında yer alan Doç Dr. Yalçın Akdoğan, 2002 seçimleri öncesindeki merkez ve çevre siyasetinin çöktüğünü belirterek, AKP'nin merkezi yeniden inşa ettiğini söyledi. 12 Haziran seçimleri yaklaşırken siyasetin yeni eksenini değişim süreçlerinin belirlediğini vurgulayan Akdoğan'a göre bugünkü siyasette ayrışma, değişim isteyenlerle istemeyenler arasında.
Akşam gazetesindn Şenay Yıldız'ın "Siyasetin ekseni değişti" başlığıyla yayımlanan (9 Mayıs 2011) yazısı şöyle:
Siyasetin ekseni değişti
Satır arası...
Doç. Dr. Yalçın Akdoğan tam 9 yıl boyunca Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın en yakın çalıştığı birkaç isim arasında yer aldı ve Türkiye'nin yakın tarihine tanıklık etti. Bugüne dek mutfakta kalmayı tercih eden Yalçın Akdoğan, kısa bir süre önce Başmüşavirlik görevinden ayrılarak, AKP'nin Ankara milletvekili adayı oldu. Akdoğan, Başbakan Erdoğan ile yakın mesaisi nedeniyle AKP'nin merak edilen milletvekili adayları arasında yer alıyor. Gazetecilikle başladığı kariyerini siyaset ve akademide devam ettiren Akdoğan, Yeni Şafak'ta Yasin Doğan takma adıyla köşe yazıları yazmaya ve Star Gazetesi'nde analizler yayınlamaya devam ediyor. İktidar partisinin perspektifinden siyaseti anlamak için son derece önemli bir kaynak olan 'AK Parti ve Muhafazakar Demokrasi' adlı kitabın da yazarı olan Akdoğan ile hem muhafazakar demokrasi kavramını, hem de güncel siyaseti konuştuk.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın en yakın çalıştığı isimlerden biri olan eski Başmüşaviri Doç. Dr. Yalçın Akdoğan, AKP'nin en ilgi çeken milletvekili adayları arasında yer alıyor. Oldukça yoğun bir seçim programı içinde olan Akdoğan ile perşembe günü Ankara'daki AKP Genel Merkezi'nde bir araya geldik. Doktorasını İslamcılık ve Refah Partisi üzerine yapan ve muhafazakar demokratlık kimliğinin kurumsallaşmasında önemli rolü olan Akdoğan'ın AKŞAM'a yaptığı değerlendirmeler şöyle:
- AK Parti'nin kimliğini üzerine kurduğu muhafazakar demokratlık ile İslamcılık'ı nasıl ayrıştırıyorsunuz?
Muhafazakarlık Batı'da yüz yıllardır var olan ve Fransız Devrimi'ne tepki olarak ortaya çıkmış bir hareket, farklı bir ideoloji. Muhafazakarlık elbette değerleri önemsiyor, toplumsal değerleri kültürleri önemsediği için bunun bir parçası olarak dini de önemsiyor. Ama dini önemsemek ve değerleri göz ardı etmeden siyaset yapmak başka bir şey; İslamcılık gibi doğrudan İslami birtakım hedefler belirleyerek hareket etmek farklı bir durum.
- Türkiye özelinde bakarsak, pratikte nasıl bir fark doğuruyor bu anlayış farkı?
Mesela eğer İslamcı bir parti olarak değerlendirirsek Refah Partisi ile muhafazakar AK Parti'nin birçok noktada farklı olduğunu görüyoruz. Örneğin özelleştirme konusunda, AB konusunda, yabancı sermaye konusunda... Farklı ideolojilere dayanmış durumdalar, hedef kitlesi farklı. Refah Partisi sadece belli bir toplum kesimine odaklanmıştı. AK Parti bütün toplumsal kesimleri muhatap almış, kendi hedef kitlesi olarak belirlemiş durumda.
- Belli bir kitleye odaklanmasa da bir çekirdek tabanı var...
Elbette, kendisini AK Parti'nin çekirdek tabanı gibi görenler olabilir. Ama, toplumun geneline açılan şemsiye parti gibi bir pozisyonu var. AK Parti ile Refah Partisi'nin siyaset tarzları farklı. Refah Partisi kimlik siyaseti yapıyordu. Kimlik siyaseti ile hareketinin merkezine tek bir etnik özelliği, dini anlayışı, mezhebi yerleştirerek, 'biz ve diğerleri' ayırımı yapan hareketleri anlıyoruz. Türkiye'nin siyasi tarihinde kimlik siyaseti yapan hareketlerin ayrışma ve çatışmalara neden olduğunu gördük. Bu yüzden AK Parti toplumun genelini önüne koydu ve onların her türlü meseleleri ile ilgilendi. Demokratik Açılım aslında bu mantığa dayanan bir politik proje. Yani toplumda sorunu olan hangi kesim varsa genel demokratikleşme içerisinde bütün bunları çözme iddiası. Türkiye'de AK Parti'nin başarısı İslamcılığın başarısı değildir. AK Parti bütün toplum kesimlerinin desteğini arkasına alarak yürüyor ve ortaya koyduğu icraatlar da bunu zaten ispat ediyor.
- Bugünkü siyasetin ekseni hangi dinamikler üzerinden belirleniyor size göre?
Siyaseti bir dönem sağ-sol kavramlarıyla, bir dönem merkez-çevre kavramlarıyla algılamaya çalıştık. Sağ-sol ekseni anlamlı bir eksen değildi. Çünkü sağ-sol evrensel anlamdaki sağ-sola karşılık gelmiyordu. Batı'da sol dediğin zaman değişimcidir, özgürlükçüdür, halkçıdır. Türkiye'deki sol halkçı değil devletçi; özgürlükçü değil yasakçı; çok jakoben, elitist bir anlayış. Yani, değişimci değil; statükocu bir anlayış. Eğer soldan kast edilen bu değerlerse, Türkiye'de bunları şu anda hayata geçiren AK Parti. Bu yüzden sol-sağ çok anlamlı değildi. Merkez-çevre bir dönem siyaseti anlamamıza yardımcı oldu. Ben siyasetin şu anda merkez-çevre eksenine oturduğunu düşünmüyorum. Şu anda biraz daha değişim süreçleriyle alakalı bir durum var.
- Ne kastediyorsunuz?
Türkiye'de belli bir değişim, dönüşüm süreci var. Hem halkın demokratikleşme talebi var hem de uluslararası yapının Türkiye'nin önüne koyduğu bir dönüşüm süreci var. Bugünkü siyasette buna destek olanlar ve karşı olanlar gibi bir ayrışma yaşanıyor. Yani, değişimi isteyenler veya istemeyenler; Türkiye'yi içe kapatmak isteyenler ve istemeyenler; AB'ye girmek isteyenler ve istemeyenler gibi değişim üzerinden bir siyasi eksen oluşuyor. Bu eksen üzerinde farklı ideolojilerde insanlar yan yana gelebiliyor. Süreçlere yönelik bir destek oluşuyor.
Kendilerini PKK'nın varlığına adamışlar
- BDP eşittir PKK gibi mi algılıyorsunuz?
BDP listeleri gidip İmralı'ya soruyorsa, İmralı'nın her söylediği kutsal bir vahiy gibi algılanıyorsa, her şey Öcalan'ın üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılıyorsa, ileri geri bütün konuşmalar, hamaset nutukları sırf İmralı'nın hoşuna gitsin diye yapılıyorsa, o zaman oraya endeksli hale getirmiştir BDP. BDP bundan gocunmuyor. Onlar varlıklarını Kürtlerin meselelerinin çözümüne değil, PKK'nın varlığına adamışlar...
- BDP'liler bölgede kendilerinin bile kontrol edemediği öfkeli bir nesil olduğunu dile getiriyorlar...
Bence toplumu rahatsız eden görüntülerin faturası kendilerine kesilmesin diye 'Biz bunları kontrol edemiyoruz' diyorlar. Böyle bir şey olduğu kanaatinde değilim. Onlar ellerini çeksinler bütün bu olumsuzluklar durur!
BDP, demokrasiye kısa devre yaptırıyor
- 2005'te Diyarbakır'da 'Kürt sorunu vardır' diyen Başbakan Erdoğan'ın iki hafta önce sarf ettiği 'Benim için Kürt sorunu bitmiştir' sözleri ne anlama geliyor?
BDP 'Kürt sorunu' diye ürettiği siyasal kavrama farklı anlamlar yüklemeye başladı. Orada başbakanımızın dediği 'Onların algıladığı şekilde bir Kürt sorunu yoktur, Kürt kökenli vatandaşlarımızın sorunları vardır' idi. Kürt meselesini, içerisinde hak ve özgürlükler, ekonomik ve sosyal meselelerin olduğu çok boyutlu bir problemler kümesi olarak görüyorsak, biz bunları çözmeye çalışıyoruz. Onların sorundan kastettiği ile bizim sorundan kast ettiğimiz ya da onların çözümden kast ettikleri ile bizim çözümden kast ettiklerimiz aynı şey değil!
- Ne kastettiğinizi biraz açar mısınız?
Mesela oraya yatırım yapılması Kürtlerin meselesi mi? Evet! BDP'lilerin veya PKK'nın meselesi mi? Hayır! İşadamının makinesini yakıyorlar, yatırımlara engel oluyorlur. Demek ki, Kürtlerin oradaki meselesi onların meselesi değil! BDP ve PKK çevresinin tanımladığı Kürt sorunu başka bir şeye tekabül ediyor. Onların sorundan anladığı PKK, kendi örgütleri ve bu örgütü meşrulaştırmak veya Öcalan'ı kurtarmak. Onlar böyle bir sorun tanımlaması üzerinden gidiyorlar. Başbakan'ın kastettiği bu. Bugün onların tanımladığı gibi bir sorun bizim önümüzde durmuyor. Bizim önümüzde Kürtlerin sorunlarını bütün olarak çözmek gibi bir durum var. Biz Kürtlerin gerçek meseleleriyle uğraşıyoruz, onlar örgütsel varlıklarını geliştirmek ve etnik milliyetçilik üzerinden belirledikleri siyasi hedeflerini gerçekleştirmek için uğraşıyorlar. Kürtlerin mustarip olduğu hangi meseleyi çözerseniz çözün BDP kendi zihniyetinin ürettiği sorunların devam ettiğini söylüyor. Böyle bir eksen kayması var bence.
-Peki BDP sistemin içerisinde yer almadan bu sorunu çözebilir miyiz?
BDP önemli. Ama BDP yanlış yapıyor. BDP dışlanmamalı, sistem içinde tutulmalı ama doğru olanı yapmalı. Türkiye partisi olmalı, Batı'yı da düşünerek hareket etmeli. Şimdi kendi kendini dolduran; hamasete, radikalizme savrulan söylemleri, tavırları BDP'ye de Türk siyasetine de zarar veriyor. BDP demokrasiye kısa devre yaptıran işler içerisine girdi. Son YSK olayında da bu oldu. Siyasetle şiddet ilişkisi demokrasiye zarar veriyor. Bunlar bir şekilde şiddeti yedeklerinde tutup, terör örgütüne sırtlarını dayayıp, bunun üzerinden siyaset üretmeye çalışıyorlar ve demokratik süreçleri zehirleyen bir durum ortaya çıkarıyor. BDP'nin dışlanmasına karşı çıkmak, onların da hak ve özgürlüklerini savunmak kadar işin bu kısmını da görmek gerekiyor.
- BDP marjinalleşiyor mu peki?
BDP marjinal kalmak için kendini çok zorluyor. Türkiye'nin genel gündemi dışında, kendi içlerinde psikoloji üretmişler ve onun içinde debelenip duruyorlar. Bu anlayışla, psikoloji ile bu büyük problemin çözülme ihtimali yok. Çünkü bu büyük problem bütün Türkiye'nin kabulleri ile çözülebilir. Türk toplumunun genel kabulüne mazhar olmadan çözüm sürecinin hayata geçme imkanı yok. Tehditlerle, savaş jargonlarıyla, kışkırtmalarla, meydan okumalarla bu şekilde Türkiye'ye mal olmuş problemi çözemezsiniz. Çünkü bu bölgesel bir problem değil.
'Kutuplaşma' propaganda sokakta bölünme yok
AK Parti'nin ilk döneminde 'bunların gizli gündemi var, takiyye yapıyorlar; Türkiye İran, Malezya olur' gibi tartışmalar yürütüldü. Şimdi görüyoruz ki bunların hepsi psikolojik hareketin bir parçasıymış. Ben toplumda kutuplaşma olduğu kanaatinde değilim. İlk baştaki gizli gündem, takiyye tartışmaları nasıl bir psikolojik harekatın parçasıysa, geçen yıllarda gördüğümüz sivil vesayet, sivil dikta türü yakıştırmaları da ben bu kapsamda görüyorum. Toplum içine çıktığınız zaman böyle bir kaygı, kutuplaşma görmüyorsunuz. Sokaklar bölünmüş değil; herkes iç içe yaşıyor. Böyle bir kutuplaşma yok. Birileri bilinçli olarak bu şekilde bir propaganda yürütüyor.
AK Parti, merkezi yeniden insa ediyor
AK Parti ilk seçimde yüzde 34 oy aldı, bu büyük bir başarıydı, ondan sonra 47'ye çıktı. Bu da büyük bir başarı oldu. 2002 seçimlerinde hem 'merkez' hem de 'çevre siyaseti' çökmüştü. Yani sadece iktidarda olan üç parti Meclis'in dışına itilmedi. Kendisini 'çevre' olarak tanımlayan anlayış da çöktü, o partiler de sistemin dışına itildiler. Burada AK Parti merkez ve çevreyi yeniden tanımlayan ve üreten bir anlayış ortaya koydu. Şimdi AK Parti kendisi o alanı dolduruyor. Yani AK Parti bir merkez partisi haline geldi ama iktidarda iken çevreyi dışlamayan, çevrenin taleplerini merkeze taşıyan, çevreyi de merkezde temsil eden bir özellik taşıdığı için burada bir bütünlüğü ifade ediyor. Dinamizmini de bu dönüştürücü gücünden alıyor. Merkez, kendisini statükoya mahkum etmiyor, milletin iradesi yönünde sürekli dönüşüm geçiriyor.
'Milliyetçiliğe savrulma var' diyen somut delil göstersin
Ben AK Parti'nin milliyetçi çizgiye kaydığını düşünmüyorum. Bu propaganda bence tutmadı. Propaganda malzemesiydi, bunun karşılık bulmadığı kanaatindeyim. Yani milliyetçi hassasiyeti yüksek olan birtakım kesimler -farklı diğer kesimler gibi- AK Parti'yi destekleyebilir, referandum sürecinde olduğu gibi. AK Parti yüzde 50'ye yakın oy aldığı zaman, elbette toplumun geneli gibi bu kesimi de kapsamış oluyor. Ama burada politikalarda statükoculuk, sağcılık ve milliyetçilik gibi şeyleri ben bir yakıştırma ve propaganda olarak görüyorum. Böyle bir şey olduğu kanısında değilim. AK Parti hangi konuda politika değişikliğine gitti, hangi konuda geriye gitti, pişmanlık duyup yaptıklarından vazgeçip, 'Tamam, ben bunu rafa kaldırdım' dedi? Böyle bir durumu ben görmedim. 'Milliyetçiliğe savrulma' diyen varsa ortaya somut bir şeyler koymaları lazım!
© Tüm hakları saklıdır.