Doç. Dr. Ahmet Talimciler
(Ege Üniversitesi / Spor Sosyolojisi)
Futbolun her geçen gün biraz daha az konuşulduğu, buna karşın futbol dolayımı ile toplumsal hayata dair olguların daha fazla ön plana çıkartıldığı bir ülke haline geldik. Futbol sahaları önce şiddet ardından şike ve tekrar şiddet dalgası ile neye uğradığını şaşırdı. Yaşananlardan başta taraftarlar olmak üzere herkes etkilendi, belki de en çok futbol zevkimiz sekteye uğradı. Fenerbahçe ile Galatasaray, Beşiktaş ile Bursaspor ve yine Fenerbahçe ile Trabzonspor kulüpleri arasında oynanan her karşılaşma potansiyel şiddet üretim işlevi görmeye ve taraftarlar arası kutuplaşmayı artırmaya yaradı. Futbol sahalarındaki şiddetin dozu arttıkça futbolu kendi iktidarlarının sürmesi için adeta bir kabare gibi gören başta kulüp yönetimleri ve medya olmak üzere tabii ki burada taraftar grubu yapılanmalarını da unutmayalım! Hep birlikte el birliğiyle büyük olan futbolun küçülmesine ve daha fazla kavga gürültü ile anılmasına neden oldular. Şiddetin şiddeti ürettiğini görmek istemeyen, ister sosyolojik anlamda isterse toplumsal psikoloji anlamında şiddet yaratacak mekanizmaları her daim ortaya koyduğunuzda; spor sahalarından şiddeti ortadan kaldıramazsınız! Ne yazık ki ülkemizde kimsenin bu anlamda gerçekten samimi olmadığını, herkesin bu açıdan futbol sahalarında yaşanan şiddetin ‘normalleştirilmesine’ katkıda bulunduğunu söylemeliyiz.
Stadyum güvenliğinde tek amacınızın maçın oynanabilmesi olursa hem seyircilerin hayatını, hem de kamu düzenini tehlikeye atı verirsiniz: Tıpkı Pazar gecesi Olimpiyat stadında olduğu gibi. Her seferinde facianın eşiğinden dönmeye alışkın bir neslin evlatları için, söylediklerim iç açıcı olmayabilir ancak bütün kurguyu insan hayatını güvene alma yerine düzeni koruma üzerine inşa eden bir zihniyet yapısında istediğiniz kadar önlem aldık deyin; ne futbol sahalarının güvenliğini sağlayabilirsiniz ne de güvenirliliğini. Ortaya çıkan görüntüler sonrasında ise her daim kullanılan klişeleri tekrarlamaktan da imtina etmezsiniz: ‘ülkemizin imajını zedelediler-bu görüntülerden sonra bize Avrupa Şampiyonasını/ Olimpiyatları vermezler’ vb. gibi.
Spor sahalarında, trafikte, okulda, ailede kısacası toplumsala hayatımızın her alanında şiddet dalgası esip geçerken kimse yaşananlar konusunda kendi sorumluluğunun ne olduğunun üzerinde durmuyor. Öfkenin farklılıkları dengeleyen, eşitleyici sahte bir etkisi bulunduğunu görmezden geliyoruz. Fiziksel şiddete odaklanırken, ondan çok daha fazla etkili ve yakıcı olan psikolojik şiddet boyutunu gözden kaçırıyoruz. Şiddetle mücadele ederken ortak aklı temsil eden kuralları hayata geçirmek yerine ‘mış gibi’ yapmayı seçiyoruz. Mücadele etmiyor, sorumluluk almıyor ve gerçek sorumluları cezalandırmak yerine maçı idare etmeyi tercih ediyoruz. Yasalar çıkartmayı seviyor ancak çıkarttığımız yasaları yine kendimiz uygulamıyoruz. Futbol sahalarındaki şiddetin ortadan kaldırılması amacıyla çıkartılan, saha içinde ve dışında olay çıkartan taraftarların ağır şekilde cezalandırılacağı yasanın yine aynı kulüplerin isteği ile değiştirildiğini unutuyoruz. Buna karşılık tüm bu olup bitenleri hiç ama hiç unutmayan holiganlar olduğunu her olaylı karşılaşma sonrasında bir kez daha görüyoruz.
Futbolda yaşanan şiddet gündeme geldiğinde olup bitenlerin kitlelerle buluşmasına aracılık eden medyanın şiddeti ‘normalleştirme ve belirsizleştirme’ yaklaşımının devreye sokulduğunu ve olayları çıkartanlar hakkında farklı programlarda akıl almaz yorumlar yapılabildiğine şahit oluyoruz. Pazar gecesi olan biteni kendi kabare dükkanı için yorumlamaya çalışan program yorumcularının her biri farklı senaryolar üzerinden ahkam kesmeyi çok seviyorlar. Futbolun futbol olmaktan çıkarıldığı ve bir anda iktidar karşıtı hareketlerin kalkışma yeri olarak gösterildiği bir fenomen haline dönüştüğü söylemler bile durumu açıklamaktan geride kalmaktadır. Türkiye’de medya uzun bir süredir kendisini bilinmeyen hiçbir şeyi ortaya koymayarak, hep bilinen şeyleri tekrarlayarak varlığını sürdürmeye başladı. Bilinen şeyleri tekrarlamak, bilinen eleştirileri yapmakla yetinmek suretiyle medya kendisini her geçen gün daha fazla zayıflatıyor. Son dönemde ülkemizde futbol sahaları, futboldan başka her şeyle anılmaya başlamışsa bunda medyanın takınmış olduğu tavrında büyük etkisi bulunmaktadır. Rakip taraftarların stadyumda olmamasının ne kadar isabetli olduğunu her fırsatta savunan ve bunu söylerken hiç de yüzü kızarmayan futbolun kanaat önderleri, futbol üzerinden yaşanan ötekileştirme sürecinin müsebbiplerinin başında gelmektedirler. Türkiye’de futbol sahalarında ortaya çıkan şiddetin bitmesi en çok bu anlayışa sahip olan medyanın ve yönetimlerin işine gelmemektedir! Çünkü onlar egemenleri egemen yapan yönetenlerin inanç ve davranışları olduğunu -ancak ve ancak bu mantık içerisinde- gösterebilmekte ve kendi iktidarlarını biraz daha perçinleyebilmektedirler.
Olimpiyat stadında yaşananların arkasında sportif nedenler bulunmamaktadır, asıl kavga tribünlerin giderek daha fazla siyasallaşan bir alana dönüşmesinden çıkmaktadır. Hayatın her alanında olduğu gibi futbol sahalarında da adaleti herkes için eşit ve dengeli bir biçimde ortaya koymak zorundasınız. Aksi takdirde haksızlığa uğradığını düşünenlerin, alınan kararlara farklı şekillerde tepkiler verdiğini görürsünüz. İçişleri bakanlığı Ağustos ayı içinde yayınladığı genelge ile spor sahalarında siyasal içerikli sloganların atılmasını ve siyasal içerikli pankartların açılmasını yasaklamıştı. Hatta Süper Kupa karşılaşmasına davul alınması bile yasaklanmış ardından mahkeme kararı ile bu yasak ortadan kaldırılmıştı. Mısır’da yaşanan siyasal gelişmelerin ülkemizde futbol sahalarında da kendisini göstermesi ile birlikte hiç beklenmedik bir şekilde siyasal içerikli pankartları ve bazı futbolcuların siyasal sembolleri kullanması ile işin rengi bir anda değişiverdi. Uygulamadaki ikilik kendisini stadyumlarda göstermeye devam etti ve hepsinden daha önemlisi kendi içinde bir bütün olan tribünleri ikiye bölüverdi. Ülke içindeki siyasal kutuplaşmanın tribünlere sirayet etmesi hiç istenmeyen ve hiç beklenmeyen sonuçlara gebedir. Derbi karşılaşmasının tamamlanamaması hepimiz için önemli bir işarettir umarım herkes şapkasını önüne koyup düşünmeye başlar. Klasik açıklamalardan ve futbolu kirleten hatta ortadan kaldıran yaklaşımlardan uzak durmak zorundayız. Yaşananlar sonrasında yeniden yasal düzenlemeleri gündeme getirmek, daha ağır cezalar verilmeli yaklaşımı içerisine girmek ve belki de hepsinden önemlisi sadece ve sadece polisiye tedbirler üzerinden durumu çözebileceğini zannetmek en son yapılması gereken olmalıdır! Futbol sahalarında yaşanan şiddetle mücadele etmenin yolu kendine özgü bir toplum maketi oluşturan stadyumları tek tipleştirmekten ziyade demokratik bir alan haline dönüştürmekten geçecektir. Kuralların ortak aklı temsil ettiğini ve herkesi bağladığını net bir biçimde ortaya koymak zorundayız. Bu uğurda futbolu ve toplumsal hayatımızı kirleten herkesi ve kesimi devreden çıkartmalıyız. Mış gibi yapmadan gerçek anlamda futbol sahalarında amacı futbol izlemek olmayan kesimleri ve onların iktidar mücadelelerinin arkasındaki maskeleri düşürmeliyiz. Aksi takdirde futbol sahalarındaki şiddet ve bölünme sadece orası ile sınırlı kalmayacaktır. Futbolun bir bölen haline dönüşmemesi için futbola ve hayatımıza sahip çıkmalıyız.