T24- Televizyon dizileri ve sinemada son yıllarda kabadayıdan geçilmiyor. Kabadayı dediğimiz 'alfa erkeği', lider pozisyonu sayesinde, hemcinslerinin idolü.
Radikal, kabadayı ikliminin havası ve 'has' kabadayıları mercek altına aldı. 2000’li yıllar, Türkiye’de bir aktöre çıkabilecek en hayırlı kısmeti şöyle belirledi: Bir kabadayı rolünü tutturmak. ‘Kaba’ kısmı repliklere de yansıyan agresif bir aksiyonu, ‘dayı’sı ağır bir şahsiyeti içerdiğinden, göz dolduran bir performans için fırsatlarla dolu. Kabadayı dediğimiz ‘alfa erkeği’, lider pozisyonu sayesinde, hemcinslerinin idolü. Benzer sebeplerle, kadın seyirci tarafından da şefkatle sırtı sıvazlanıyor - “Her bir şeyde en birinci olan, aşkta da öyle olmalı” varsayımından yola çıkarak. Üstelik toplum kurallarını kendine göre eğip bükmeye kalkan herhangi bir marjinal karakterden farklı olarak, sade vatandaşı ya da Türk ailesini rahatsız etmiyor.
Toplumsal onay düzeyi: Neredeyse yüzde 100
Romantik rollerin favori yakışıklısı olmaktan çok daha fazlasını, bir çeşit ‘milli kahraman’lığı vaat eden bir rol söz konusu. Her kesimin mağduriyetten dem vurduğu bir diyarda, serüvenlerinin favori teması tabii ki ‘intikam’. Düşman bolluğunda, kadınların yoğun ilgisine rağmen ‘alfa dayı’nın genellikle onlara ayıracak pek vakti olamıyor. Zaten onun cinsel kimliğini, dişilerle ilgili her şeyden arınmış olmak belirliyor. O denli ‘erkek’ bir insan ki, yatak hariç, kadınları içeren bir unsura / ortama rastlamanız zor onun hayatında.
‘O’nun yolu ya da ‘highway’
Yavuz Turgul’un Kabadayı’sına bakılırsa, bu ‘ırk’ın eski kuşak versiyonları sahiden de ‘mert’ kişilerdi. Hem ‘şimdikiler gibi’ karanlık işlerle meşgul olmazlardı. Ahlaken envai çeşit erdemle donanmış, ‘yol yordam’ bilen büyüklerimizdi. Tabii yol derken, ‘O’nun yolu. Ya da ‘highway!’ Öyle veya böyle, kabadayılık memleketin en sevilen ve bu aralar her koldan en çok beslenen mitlerinden biri. Başka türlü tüm yurdu kapsama alanına almak, herkesçe ciddiye alınmak zor oluyor. İşte bu yüzden ve herhalde 2000’lerin yurtiçi havası ve suyundan, yapımcılar aktörleri racon kesmek üzere cepheye sürmüş durumdalar. Bu furya içinde şansı yaver giden, seyirci tarafından ‘bir başka’ benimseniyor (“Yeni mertebenize hoş geldiniz...”). Şener Şen’in, Cem Yılmaz’ın oyuncu olarak farklı yönlerini keşfe çıktığımızda bile, karşımıza tercihen bir ‘Eşkıya’, olmadı ‘psikopat polis’ (Av Mevsimi) çıkıyor. Tuncel Kurtiz’i eskaza tanımayan vatandaş var ise, açığı anca Reis’in iki boyutlu katı felsefesi kapatabiliyor: “Yeğen... hayat ya şöyledir ya da böyle.”
Son yıllarda TV’de/sinemada karşımıza çıkan, bir kısmı ‘fenomen’ sayılan, (büyük kısmı kahramanlarına eleştirel bir mesafe koymaya ‘Fransız’) bazı yapıtları hatırlayalım: Kurtlar Vadisi (komple), Ezel, Kabadayı, Behzat Ç. Hayatımın Kadınısın, Adanalı, Mor Menekşeler, Karakol-Herkes Adalet İster, Keşanlı Ali Destanı, Ejder Kapanı ve artık ‘Oktay Kaynarca güvencesi’ ile Ustura Kemal... Kimi gangster, kimi polis, kimi reis... Nihayetinde hepsi aynı kaptan yiyip içiyor. Sanki sanat filmlerindeki hiç konuşamayan o garipler ordusu, biraz da bu adamlar yüzünden var. Yani belki de, “Erkeklik şudur budur diye bi bela tutturdular başımıza...” gibisinden düşüncelerle bunalıyorlardır.
Filmlerdeki kötü adamlar iyi adamlardan, evet her zaman daha eğlencelidir. Yalnız her türlü ‘yüksek değer’in şövalyesi gibi sunulduklarında, bütün o tokatlarla ne yapacağımızı bilemiyoruz. Galiba ABD’nin süper kahraman ihtiyacı gibi bir şey Türkiye için. Ama yeri gelince Metropolis sakinlerinin Süpermen’e dahi şüpheyle bakmaktan çekinmediklerini unutmayalım. ‘Yan baktın’ iddiasıyla dayak yemek, bize özgü bir gündelik felaket.
Ağalar, babalar, dayılar, abiler, reisler ve şu an adı aklıma gelmeyen diğer sosyal rütbeliler... Eksik olmasınlar, hepsi bizim için var. Aslında biraz yer açsalar, herkes kendi adına yaşasa, memleket hiç de testosteron kaybına uğramazdı. Maalesef, şu köprüyü geçemedik gitti... Sıklıkla, delikanlılığı bozan şeyler listesi yapılıyor bir yerlerde. Halbuki delikanlıyı galiba en çok ‘aşırı güçle donanmak’, her şeye kadir ‘yüzük’ü takmak bozuyor. Bunu ben demiyorum, ‘Yüzüklerin Efendisi’ diyor. Veya sorun Anakin Skywalker’a, Jedi şövalyesi olarak başladığı kariyeri Darth Vader’lığa nasıl uzanmış, o da aynısını söyleyecektir: “Gücü dağıtın la...”
NEJAT İŞLER - Nihayet ‘kucaklaşma’ gerçekleşti
Nejat İşler zaman zaman Batı usulü asiliklerle birlikte anılsa da, buraların mahalle ve sokak kültürünü (ve Fenerbahçe’yi) de iyi bildiği için, kitlelerin duygularını ‘limitin üstünde’ rencide eden bir figür olmadı. Sinemada/ TV’de envai çeşit adamı oynadı. Ama gerçek ‘kucaklaşma’ya talip olan rolü, elbette ‘Keşanlı Ali’. Bu destan, mahallelinin Ali’ye güvenerek sadece bir zorbadan diğerine geçiş yapmış olduğuna uyanması hakkında. Bakalım dizi bir uyandırma alarmı olarak da gündeme gelecek mi?
KIVANÇ TATLITUĞ- Şimdi toy bir kabadayı
Kıvanç Tatlıtuğ da Kenan İmirzalıoğlu gibi girdi hayatımıza: Best Model of Turkey, Best Model of the World. Ama o Osman Sınav’ın değil, Erkan Özerman’ın eline düştü. Çünkü ‘yağız Türk delikanlısı’ndan ziyade ‘Balkanlar’dan gelen güzel çocuk’ gibi görünüyordu. Kariyerini ateşleyen rol de bir pembe diziyle, ‘Aşk-ı Memnu’yla geldi. Ama yiğitliğin hüküm sürdüğü bu topraklarda, Behlül’le nereye kadar? Hemcinslerinin ‘eyvallah’ını almak için testosteronu seksten başka bir yere, insani hislerin delikanlılık adına bastırılıp ‘gazap’ şeklinde geri döndüğü yere aktarması gerekiyordu. Şimdi toy kabadayı Kuzey. En ufak gerginlikte, hemen “Tutmayın beni!..”
UĞUR YÜCEL - Artık ağabeyler dünyasında
‘Tanıştığımız’ Uğur Yücel, popüler kültürün içinde kendine özel, pek çok yöne açık bir alan yaratmış gibiydi. ‘Eşkıya’da mahallenin bitirimi oldu; sonra ‘Hırsız Polis’teki ‘Baba Marlon Brando’ performansına ulaştı. Yönettiği filmlerden ‘Yazı Tura’ ile ‘Ejder Kapanı’, kabadayılarla birlikte memleket için de daima birinci sırada olan bir ‘sorun’un etrafında şekilleniyordu: Namus. ‘Hayatımın Kadınısın’da ise ‘efendi kabadayılık’ın romantik bir tezahürünü ortaya koydu. Yücel’i bazen farklı rol ve hikâyeler içinde de izlemeye devam ediyoruz. Nihayetinde ise bir sanatçı ve popüler bir figür olarak ağabeyler dünyasında konumlanmış görünüyor.
ERDAL BEŞİKÇİOĞLU - Dönüşüm için ‘... la’ yetti
Erdal Beşikçioğlu ‘Behzat Ç.’den önce de hem popüler hem alternatif mecralardaki işleriyle gözümüzün önündeydi aslında. Ama ne ‘art-house’ ya da ticari ortamların ne de ‘kadınların gözdeleri’ gibisinden listelerin öne çıkarılan ismiydi. Halbuki bir rolden diğerine geçtiğinde onun aynı oyuncu olduğunu kendinize hatırlatmanızı gerektirecek kadar iyi işler çıkarmıştı. ‘Vali’, ‘Barda’, ‘Hayat Var’, ‘Bal’, ‘Es Es’... Bilenin takdir ettiği entelektüel oyuncu konumundan zirvedeki yıldıza dönüşmesi için tek bir notaya ihtiyacı varmış meğer: “...la”.
KENAN İMİRZALIOĞLU - Zirveden giriş yaptı
Onun kaderi bu. Fiziksel açıdan, doğanın tasarımı böyle: ‘Son Osmanlı Yandım Ali.’ Model olarak tanınır tanınmaz, başta Osman Sınav, yapımcılar onu bu yöne çektiler. Kenan İmirzalıoğlu’nun mayolu geçişini yeni izlemiştik ki, Yusuf Miroğlu (Deli Yürek) gelip partiyi dağıttı ve yeni yasaları okudu: “1- Sizin âlem dediğiniz bu bitirim dünyasının…” Tabii böyle olunca, zirveden giriş yapmış oldu. Geçen sene yine öyle bir yerden el sallıyordu: “Benim adım Ezel. İntikam almak için buraya geldim.”
NECATİ ŞAŞMAZ - Artık karıştırıyor olmalı
‘Kurtlar Vadisi’ ekibini film galası vs. gibi bir ortamda ‘canlı’ gördünüz mü hiç? Görseniz şöyle dersiniz: “Aynı televizyondaki gibisiniz...” Filmdeki hiyerarşi ve ruh halinin epey benzeri, gerçek hayatta da varmış gibi görünüyor. Zaten artık Şaşmaz’ın kendisi de şaşırıyor olmalı, “Ben Polat Alemdar mıyım yoksa?” diye. Karışık bir konu. O mu Polat Alemdar, ben mi Kill Bill’deki Uma Thurman’ım? O zaman Oktay Kaynarca kim?