10 Şubat 2017 16:06
Diyanet ve Vakıf Emekçileri Sendikası Başkanı Şükrü Akılçağı İstanbul’da bir camide imamın cemaati referandumda ‘Evet’ demeye çağırması, ‘Hayır’ diyecek olanlara hakaret etmesinin "dindarlık değil rantçılık olduğunu" söyledi. “Dinin siyaset boyunduruğuna girmesi, hele ki her türlü insanın ibadet ettiği camilerde bunun yapılması, son derece yanlış bir uygulamadır” diyen Akılçağı, "Din ve dinciliğin, İslam ve İslamcılığın karıştırıldığı bir dönemden geçiyoruz. Oysa dinciler, din adına en tehlikeli, dine en büyük zararı veren insanlardır. Bunların üzerine gitmediğiniz zaman, o adam ordan rant devşiriyor" görüşünü savundu.
Şükrü Akılçağı'nın BirGün'den Meltem Yılmaz'a verdiği söyleşi şöyle:
Son günlerde camilerde imamların, referanduma ilişkin verdiği vaazlar konuşuluyor. En son iki gün önce, Ümraniye’deki bir camide bir imamın, başkanlık referandumunda 'Hayır' oyu kullanacakları 'hainlikle' suçlaması, cemaat tarafından tepkiyle karşılandı. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dinin siyaset boyunduruğuna girmesi, hele ki her türlü insanın ibadet ettiği camilerde bunun yapılması, son derece yanlış bir uygulamadır. Camiler ibadet yeridir, siyaset yeri değil. Fakat buradaki imam bilinçli olarak hareket etmiş, siyasi kimliğini ortaya koymuş, dini argümanlar yerine siyasi fikirlerini dillendirmiştir.
Bu durum, “bir imam” meselesi mi?
Eğer, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yazılan hutbede, gerçekten de böyle ifadeler varsa bu bir skandaldır. Gerçi Diyanet de sürekli iktidar yanlısı hutbeler yayımlatan bir kurum haline geldi, ben buna en yakından şahidim. Öte yandan işin içeriğiyle ilgili de büyük bir sıkıntı var: Eğer söz konusu imam ya da imamlar, İslam dinini gerçekten özümsemiş olsa, tek adamlık dikta rejimlerinin Kuran’da yeri olmadığını bilirlerdi. Kuran’daki kıssaları okumuş olsalardı ne “Evet” der, ne de cemaati “Evet”e yönlendirirlerdi. Zira demokratik bir ortam, yani parlamenter sistem Kuran’a uygundur. Dolayısıyla bu gibi imamların dini bakımından cemaatin çok çok alt seviyesinde olduğu açık.
Tek adamlık rejiminin dinde de yeri olmadığını söylüyorsunuz, öyle mi?
Bunu mevcut Cumhurbaşkanı özelinde söylemiyorum, ilerde gelecek kişileri de düşünerek konuşuyorum. Kuran’da Firavunların, Nemrutların tek adamlığına dair kıssalar vardır. Bakın asıl sorun şu halihazırda Diyanet İşleri bünyesinde alınan imamların nerdeyse hiçbiri, mesleğini gerçekten icra edebilecek, dini doğru anlatabilecek imamlar değil. Bugün imamlık, sadece ekmek kapısı haline gelmiş bir meslek. Bir kere imam hatip liselerinde verilen eğitim yeterli değil. Buralardan çıkan insanlardan dini konular öğrenilemez.
Türkiye’nin süreçte çok iyi bir sınav vermediği ortadadır. Eskiden Türkiye’nin radikal İslamcı gruplarla bağı bu kadar had safhada değildi. Ama son dönemde tamamen o paralelde bir politika izlendi. Somut delillerle ortada olan sonuçlar bunlar
İmam hatiplerde verilen eğitimde asıl sıkıntı nedir?
Dinin, tıp eğitimi ile eşdeğer olması gerekir. Nasıl bir doktorun yeterli eğitim almaması veya bir ameliyatı beceri ile yapacak kapasiteye gelmemesi o hastayı ne hale getireceği ortadaysa bir imamın da gereken bilgi ve becerisi olmaması din açısından felakettir. İmam hatiplerin eğitim düzeyi bir imam yetiştirecek seviyede değildir. Bir başka deyişle, bir imam hatip mezunu bir imam olabilecek seviyede değil bugün. İmam hatiplerde haftada iki üç defa Arapça ders verilerek din öğretilmez. Bu nedenle buradan çıkanlar imam değil, namaz kıldırma memurları olmalıdır. Ben bir din görevlisi olarak diyorum ki: Kaliteli bir imam yetiştirmek istiyorsanız imam hatipte eğitim vermememiz lazım. Çünkü din, cahil kesimlerin eline geçtiği zaman çok tehlikeli boyutlara varıyor. Tıpkı bu gibi imamların siyasi argümanları ön plana çıkaran, dini ve Kuran’ı anlamayan, anlamadığını da anlatamayan bir baskı unsuru himayesinin altında oluşunun neden olduğu sonuçlar gibi. Sonuçta, IŞİD de dini argümanları kullanıp din üzerinden hareket ettiğini varsaymıyor mu?
Peki ya mesleğini hakkıyla icra edenler, onlar neler yaşıyor?
En büyük sıkıntıyı onlar yaşıyor. Şu an seslerini çıkaramıyor, mesleklerini hakkıyla icra edemiyorlar. Çünkü bugün camilerde İslam’ın temel değerlerini savunmak, terörü savunmak gibi lanse ediliyor. İslam’ın temel ilkelerini anlatmaya çalışan bir imam, belli bir ideolojinin adamı diye farklı şekillerde itham ediliyor, terörize ediliyor, suç unsuru ya da illegal bir oluşum adına konuştuğu şeklinde lanse ediliyor. Örneğin “barış” kavramını kullanamıyoruz biz imamlar olarak. Barış, kardeşlik kavramlarını kullandığımızda bizi terörize ediyorlar. Bu nedenle azınlıkta kalan imamlar, korku ve baskı nedeniyle dinini anlatamıyor.
Somut olarak kimin baskısından söz ediyorsunuz? Siyasetin mi, Diyanet’in mi yoksa cemaatin mi?
Hepsi birbiriyle bağlantılı. Diyanet iktidardan bağımsız hareket edemiyor, müftüler de diyanetten bağımsız hareket edemiyor. Cemaatte de böyle bir beklenti oluşuyor. Bakın, dün Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaydım, neye şahit oldum biliyor musunuz? “Abi” kavramını saygı anlamında bile kullanmıyorlar. Neden? Çünkü FETÖ örgütü de “abi” kavramını kullandığı için çaycı bile abi dediğinde adam bir daha böyle deme diyorlar. Düşünün bu kadar siyasetle iç içe. Dinin temelini ortadan yavaş yavaş kaldırıyorlar.
Peki bu baskı nasıl sonuçlanıyor?
Görevden atılıyorlar. Bu nedenle susmuş durumdalar. Zira Diyanet’in mevzuatı çok katı, en ufak bir şeyde görevden atılabiliyor.
Örneğin?
Dün bir iddianame okudum. İnanılır gibi değil. İddianamede, bir imamın başka bir imam hakkındaki ifadeleri yer alıyor. O imam diyor ki “arkadaşım imamdır ama inancı bozuk bir imamdır. Çünkü arkadaşımın Hz. İsa’nın ölüp ölmediğiyle ilgili şüpheleri vardır”. Şimdi buna ne diyeceksiniz? Hiçbir kitapta kati olarak Hz. İsa’nın ölüp ölmediği belirtilmez. 1400 yıldır henüz bu konu kesinleşmemişken bir imam çıkıp bir başka imam hakkında bu nedenle inancı bozuktur diyor ve bu “iddia”, iddianameye giriyor.
Ortada açıp okunacak bir bilgi varken, okumayanların kendilerini yetkin gördüğü bir atmosferden söz ediyorsunuz.
Evet. Gerçek bir dindar kendisini asla din polisi olarak lanse etmez. Bugün herkes çıkmış din adına polislik yapıyor. Gerçek bir dindar akla ve ilme dayalı hareket eder, sokak diliyle konuşmaz. Ama bugün trolleri görüyoruz, hepsi sokak dili kullanıyor. Din ve dinciliğin, İslam ve İslamcılığın karıştırıldığı bir dönemden geçiyoruz. Oysa dinciler, din adına en tehlikeli, dine en büyük zararı veren insanlardır. Bunların üzerine gitmediğiniz zaman, o adam ordan rant devşiriyor. Türkiye’deki birçok Müslüman’ın geldiği hal çok kötü bir hal. İslam’la örtüşmeyen, Kuran ahlakıyla örtüşmeyen bir hale gelmiş durumda. Eğer kendilerine çeki düzen vermezlerse dine en büyük ihaneti yapmış olurlar.
Siz düşüncelerinizi ifade ederken korkmuyor musunuz? Ben şu an sizin adınıza, hedef gösterileceğinizden korkuyorum açıkçası.
Susmak çözüm değil.
Konuşmanızın başında camilere siyasetin girmesinin cemaati ayrıştıracağından söz ettiniz. Eğer insanlar kendilerini ibadet alanlarında dahi dışlanmış hissederlerse, bu durum ne gibi sonuçlara yol açar?
Toplumda zaten bir kutuplaşma var. Söz konusu söylem ve tutumlar, kutuplaşmayı daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramaz. Dahası bu durum, ülkeyi savaş eşiğine getirebilir. Eskiden de ayrışmalar olurdu ama şimdiki gibi başkasının hayatını tehdit eden durumlar yaşanmazdı. Bugün öyle bir hale geldi ki insanların yaşam tarzlarına, hayatlarına direk müdahale ediliyor. İktidar yanlısı olmayanlar, düşüncelerinden dolayı baskı altında ve can güvenlikleri yok. Bu durum ülkeyi parçalar, böler, savaş ortamına sokar, biz bunu en yakından seziyoruz.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki hutbeler ile şimdiki hutbeler arasında bir karşılaştırma yaptığınızda, toplumu iyi ve güzel ahlaka yönlendirme bağlamında, nasıl bir tabloyla karşı karşıya kalıyorsunuz?
Aslında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 12 başlığı vardır, aynı şeyler döner durur. Akrabalık, temizlik, Miraç Kandili, Kutlu Doğum gibi başlıklar tekrarlanır. Ne var ki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluş amacı ve felsefesi, onun hiçbir zaman bağımsız olmadığını gösteriyor. Hiçbir zaman iktidarların baskısından kurtulamamıştır. Ama, eğer kuruluşundan bu yana bakarsak, dinin en çok bu dönem siyasete alet olduğunu görüyoruz. Tabii bir de bu kuruma başkanlık eden kişinin önemi söz konusu. Örneğin mevcut diyanet işleri başkanı diğerlerine nazaran daha radikalci, daha iktidar ağzıyla konuşan bir isim. Ben 21 yıldır Diyanet teşkilatında görev yapıyorum. Benim gördüğüm kadarıyla bugüne kadar en olumlu isim Ali Bardakoğlu oldu. Mevcut diyanet işleri başkanı en kötüsü diyebilirim.
Bugün hangi başlıklar hutbe haline gelmelidir sizce?
Bugün özellikle toplumda kangren haline gelen konular ele alınmalıdır. Örneğin adalet ve hukuk konusu. Eğer Kuran’da geçen, bu konudaki ayetler, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hutbe haline getirilip camilerde okutulsaydı, toplum açısından çok faydalı olurdu. Ama bunu yapamıyorlar işte. Örneğin barış içinde yaşama konusunda Peygamberimizin kendi döneminde Müslümanlar ile gayrimüslimlerin nasıl yaşadığını örnekleyen bir hutbe yayımlayamazlar, çünkü yayımlarlarsa kendi yanlışları teşhir edilecek. Oysa bugün Türkiye’nin ihtiyacı olan hukuktur, adalettir, barıştır.
Başka konular da var tabii, kadına şiddet, çocuk gelinler gibi. Bugün camilerde, siyaset yerine bu konular konuşuluyor olsaydı, bu alanlardaki sorunların çözümüne katkı sağlanmaz mıydı?
Elbette sağlanırdı. İhtiyacın o olduğu açık. Zaten imamın, dini icra ederkenki görevleri arasında bunlar vardır. Siyaset tamamen dinin alanı dışındadır. Eğitim alanında eksikliklere, kadın cinayetlerine, doğaya, ekosisteme yönelik hutbeler okutulmalı. Ama mevcut Diyanet yapısı, Kuran’dak i kadın haklarına tamamen zıt bir ideolojik yapı olduğu için kadına bakış açıları Kuran’daki gibi değil. Öte yandan çevrecilerin yaptıkları tamamen haklı ve aslında Kuran’la örtüşen eylemleri bile terörize edilir bir hale getiriyorlar.
Son dönemde yaşanan IŞİD kaynaklı terör saldırıları İslam'ın dünyadaki algısına yönelik olumsuz bakış açısını kuvvetlendiriyor. Bunun çözümü olarak Türkiye, iddia ettiği gibi, dünyaya gerçek İslam'ın IŞİD olmadığını gösterecek şekilde, doğru adımlar atıyor mu?
Türkiye’nin süreçte çok iyi bir sınav vermediği ortadadır. Eskiden Türkiye’nin Radikal İslamcı gruplarla bağı bu kadar had safhada değildi. Ama son dönemde tamamen o paralelde bir politika izlendi. Somut delillerle ortada olan sonuçlar bunlar. Türkiye bu saatten sora demokratik ülke yapısını yakalar mı? Bu gidişatla çok zor. Hilafet sistemini dayatmaya başlayacaklar. Çünkü bu iktidarın dilinde ne yazık ki ne içerde ne dışarda barış yok.
Referandumdan Başkanlık çıkarsa, “hayır” diyenler korkuyla yaşayacağı bir atmosfere doğru mu gidiyoruz?
Bakın, bugün Türkiye’de IŞİD zihniyetini taşıyan milyonlarca insan var. Bunların kimden destek aldıklarını ve nasıl beslediklerini de biliyoruz. Başkanlık geldiğinde bunlar hepsi birer din polisi olarak ortaya çıkacaktır. FETÖ de dinci bir gruptu ve ne hale geldi? İnsanların hayatını tehdit eden bir boyuta ulaştı. Oysa Kuran’da şöyle bir ayet var: Ey Muhammed, sakın ola sen insanlar üzerinde baskı kurma, senin görevin sadece anlatmaktır, tebliğ etmektir.
© Tüm hakları saklıdır.